1922'de güzelim İzmir'e kimler kıydı?
14 Eylül 2008 07:34 / 4022 kez okundu!
Aylardır durmadan savaşan yorgun ordunun konakladığı Nifin (Kemalpaşa) biraz ilerisindeki Belkahve'den İzmir'e bakan Mustafa Kemal, yabancı harp gemileriyle dolu körfeze ve Anadolu şehirlerinin aksine tek bir dumanın bile tütmediği şehre uzun uzun baktıktan sonra "Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm" der...
Mustafa Kemal'e önce Karşıyaka'da bir köşk hazırlanır. Çünkü İzmir'in içi karmakarışıktır. Ama sonra Bornova'daki bir köşkte karar kılınır. İzmir'e girişinin, ikinci gününde tek başına soluğu Kordon'daki Kramer Otel'de alan Mustafa Kemal'in alelacele kurulan masada rakısını yudumlarken garsonlara "Kral Konstantin de bu otele gelip, burada bir kadeh rakı içer miydi" diye sorması, garsonların "Hayır Paşa efendimiz" demesi üzerine, "Öyleyse neden İzmir'i almak istemiş?" demesi pek manidardır. {Aktaran Aydemir, Tek Adam, Cilt 2, Remzi Kitabevi, 1967, s.621)
İzmirlilerin pek meşhur deyişiyle İstirdat'ın ('geri alınış') dördüncü gününde ise bütün bu güzel hava tersine dönecektir. İzmir'in en mamur, en güzel, en zengin mahalleleri alevler içindedir çünkü. Yangın hızla Mustafa Kemal'in yerleştiği eve yaklaşırken, Mustafa Kemal, ateş çemberi içinde panik içinde kaçışan halkın arasından açık bir otomobille Uşakizade Muammer Bey'in Göztepe'deki evine doğru yola çıkarılır. O gün bir suikasta kurban gitmemesi büyük bir mucizedir.
YANGIN BAŞLIYOR
"Deniz bakır kırmızılığındaydı. En kötüsü de, arkalarından gelen ölüm ateşi ile önlerindeki derin deniz arasında kalan dar rıhtımlarda birbiri üzerine yığılmış binlerce insanın sürekli olarak kilometrelerce uzaklıktan işitilebilecek korkunç çığlıkları yükseliyordu... Akkor halindeki dev balonların sürekli olarak havaya fırlatılmasını, akaryakıt bulunan yerlerin ateş almasını, havanın tiksindirici bir kokuyla kaplanmasını, bu arada üzerimizden ateş saçan bulutların, yanık kömür parçalarının ve kıvılcımların geçişini bir kez tasarlayın, işte o zaman seyrettiğimiz büyük ve korkunç yıkımın korku veren görünüşünü gözünüzün önünde canlandırabilirsiniz." ABD'de yayımlanan -Daily Mail gazetesinin muhabiri Ward Price 16 eylül tarihli yazısında böyle anlatır İzmir Yangını'nı.
NÜFUSUN ARILAŞMASI
13 eylülde Ermeni mahallesinde başlayan yangın, o ana kadar denizden esen hâkim rüzgâr imbatın yerini güney-güneydoğu yönünden esen rüzgâra bırakmasıyla 14 eylülde batıya doğru yayılır. 15 eylülde kontrol altına alınır ama ancak 18 eylülde söndürülebilir. 23 eylül günü Hisar Camii arkasında yeni bir yangın başlar. Şehrin tekrar güvenli hale gelmesi ancak 30 eylülde olacaktır. Bu tarihe kadar Ermeni, Rum mahalleleri tamamen, Avrupalıların yaşadığı Frenk Mahallesi ise kısmen yanmıştır. Türk ve Yahudi mahallelerine ise zarar gelmemiştir. Yangında yaklaşık 2,6 milyon metrekarelik bir alan, 25 bin ev, işyeri, kilise, hastane, fabrika, depo, otel ve lokanta yok olmuştur. Türk ordularının önünden İzmir'e doğru sürülen Rum ve Ermeni sayısının İzmir'de yaşayanlarla birlikte 500 bine yakın olduğu, bunların ancak 320 bininin gemilerle tahliye edilebildiği, geri kalan 180 bin kişinin çeşitli biçimlerde (öldürülerek, yangında ölerek veya yangından kaçarken denizde boğularak hayatını kaybettiği) genel olarak kabul edilir. Böylece şehir gayrimüslim ahalisinden bir anlamda 'kurtulur'. Yangın Ermeni ve Rum mahallelerini tamamen yaktığı için, Ermeni ve Rumlardan geriye mülk kalmamıştır ama 3 Ekim 1922 tarihli İleri gazetesinde yayınlanan bir habere bakılırsa, geride kalan taşınabilir varlıklar 3,5 milyon altın değerindedir. 1924'ten itibaren yangın zararlarını tazmin ettirmek için sigorta şirketlerinin aleyhine açılan 150'ye yakın davanın dosyası ortada yoktur, ancak bu davaların hepsinin 'yangının savaş durumunda ortaya çıktığı' ileri sürülerek sigorta şirketleri lehine bittiği bilinmektedir. Böylece kimse yangından doğan zararını tazmin ettirememiştir.
İTFAİYE ŞEFİNİN TANIKLIĞI
Peki, bu meşum yangının suçlusu kimdir? Yunanlılar/Rumlar mı, Ermeniler mi, Türkler mi? Yoksa yangın tamamen kazara çıkmış, rüzgârın etkisi, itfaiye teşkilatının yetersizliği gibi nedenlerle mi yayılmıştır? Bunlardan ilki yıllarca temel tezimiz olarak okul kitaplarında okutuldu. Sonra, o tarihte şehirde Yunan kuvveti diye bir şeyin olmadığı, geride kalan başıbozuk kuvvetlerin de İngilizler tarafından Gar'da enterne edildiği anlaşılınca, bu tez terk edildi. 1980'lerden sonra İzmir'i Ermenilerin yaktığı tezi moda oldu. Bu tezi savunanların en büyük dayanağı, yangının Ermeni mahallesinde çıktığına dair bilgiler ile, 1910-1922 arasında İzmir İtfaiye Şefi Paul Grescovich'e göre her yıl bu aylarda on günde bir yangın çıkarken, bu yıl eylülün ilk haftasında günde beş yangın çıkmış ve kendisinin kırpılmış teşkilâtı bunlarla başa çıkmayı başarmıştır. Pazar gecesi, pazartesi günü ve gecesi aynı anda çıkan pek çok yangın ihbarı aldığını söyleyen Grescovich bu yangınları söndürmekte zorlanır çünkü askerî vali Kâzım Paşa, departmanındaki Rum asıllı itfaiyecileri görevden almıştır. Paul Grescovich bu yüzden eylülün 10'undan 13'üne kadar çıkan yangınlardan Türkleri sorumlu görür. 13 eylül sabahı iki Ermeni rahibin önderliğinde Ermeni Okulu'ndan ve Dominikan kiliselerinden çıkan birkaç bin Ermeni rıhtıma doğru uzaklaştıktan sonra bu kişilerin boşalttığı yerleri incelediğini, oralarda gaz emdirilmiş ve yakılmaya hazır meşaleleri bulduğunu anlatan Grescovich Türk yetkililerine defalarca baş vurduğunu ancak ilkyardımın akşam saat 18.00'de geldiğini belirtir. 100 askeri birlikle saat 20.00'de yangını söndürmeye başlamışlardır ancak şiddetlenen rüzgâra karşı koymayı başaramamışlardır.
"TÜRKLERİN TAVRI
Peki, Türkiye'de anlaşılır nedenle pek taraftar bulmayan, daha doğrusu üzerinde konuşmaya başlamanın bile bazılarının tepesini attıran tez, yani 'İzmir'i Türkler yaktı' teziyle ilgili ne söylenebilir? Belkahve'den bakarken "Bu şehre bir şey olsaydı çok üzülürdüm," diyen Mustafa Kemal'in yangın sırasındaki tavrı hâlâ bir muammadır. İddialardan biri, 13 eylülde kalmakta olduğu köşkün balkonundan yangını izlerken yanındaki genç subaylara şöyle dediğine dairdir: "Çocuklar, bu manzaraya iyice bakın! Bu alevler bir devrin sona erip yeni bir devrin başladığını gösteren bir yangındır.Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılındaki bütün günahları su ateşle temizlenirken yeni Türk Devleti'nin kuruluşu ve Türk milletinin yükselişi de cihana ilan ediliyor." (Doğumundan ölümüne kadar: Kaynakça Atatürk günlüğü, Yay. Haz. Utkan Kocatürk, Ankara Atatürk Araştırma Merkezi, 1999)
Mustafa Kemal'in yaveri Salih Bozok'un anlattığına göre alevler 'Gâvur İzmir'i' bir kül yığınına dönüştürürken, Uşakizadelerin Göztepe'deki köşkünde bir ziyafet verilmektedir. Bozok, "Fevzi Paşa Hazretleri'nden başka herkes önündeki kadehleri zevkle doldurdu. Mezeler çeşitli ve nefisti. Fevzi Paşa içki içmediği halde kalamar tavadan tabağına öbek öbek alıyor 'Bu İzmir'in kalamarı da pek başka oluyor, aman pek özlemişim,' diye afiyetle yiyordu. Velhasıl herkes son kertesine kadar sofradan ve başlayan geceden memnundu" der. (Bozok'tan nakleden İsmet Bozdağ, Latife ve Fikriye, İki Aşk Arasında, Truva Yayınları, s. 81-82)
'YANSIN VE YIKILSIN!'
"... Denize nazır terasta Mustafa Kemal ile Latife bir ara yalnız kalırlar. Latife anne ve babasından, yaptığı işlerden söz eder. Mustafa Kemal de ona Başkumandanlık Meydan Muharebesi'ne ait hatıralarını anlatmaktadır. Yangın bütün dehşetiyle sürmektedir. Kordon Boyu ve bugün fuarın yer aldığı alan alevler içindedir. İki yaver uzaklarında kalmışlardır ama konuşmaları duymaktadırlar. Mustafa Kemal Latife'ye sorar: 'Bu yangın yerinde size ait emlak var mıydı?' Latife, 'emlakimizin mühim bir kısmı yanan sahadadır' der ve heyecanla ekler: 'Paşam isterse hepsi yansın. Yeter ki siz sağ olun. Bu mesut günleri gören insanlar için malın ne kıymeti olur? Memleket kurtuldu ya. İleride olanları yeniden ve daha mükemmel bir surette yaptırırız.' Bu cevap Mustafa Kemal'in çok hoşuna gider: 'Evet! Yansın ve yıkılsın" der.' Hepsinin telafisi mümkündür." ("Salih Bozok Anlatıyor", Cumhuriyet,30 Ocak 1939) Ankara'dan Yakup Kadri ile birlikte gelerek bu ziyafete katılan Falih Rıfkı da Mustafa Kemal'in 'yalçın ve yırtılmaz sakinlikle' yangını izlediğini teyit eder. (Çankaya, s. 323)
Peki, o gün sofrada kalamar ziyafeti çeken Fevzi (Çakmak) Paşa'nın düşüncesi nedir? Fevzi Paşa anılarında "Nurettin Paşanın kısa görüşü acı biten iki olaya neden olmuştur. Biri İzmir'in büyük yangını, diğeri Gazi Kemal'in bu yangın münasebetiyle yerleştiği otelden Latife Hanım'ın Göztepe'deki evine yatılı misafıretidir" der. (Süleyman Külçe, Mareşal Fevzi Çakmak, Askeri Hususi Hayatı, Birinci Cilt, Cumhuriyet Matbaası, 1953, s. 236.)
'NAHOŞ BİR OLAY
Bu görüşü destekleyen bir başka belge de, İtilaf Güçleri'nin Fransız komutanı Amiral Dumesnil’in 11 Eylül 1922 günü Konak'ta Nureddin Paşa'yla, 15 Eylül 1922 günü de Mustafa Kemal'le Göztepe'de yaptığı görüşme tutanaklarıdır. Tutanaklarda, Amiral Dumesnil’in şehrin Rum ve Ermeni ahalisini ülkenin iç bölgelerine tehcir etme karan alan Nureddin Paşa'ya bu acımasız uygulamadan vazgeçmesini önerdiği, Nureddin Paşa'nın ise "Bize çok çektirdiler. Onlara acıyacak değiliz. Yunanlıların işlediği cinayetler çok büyüktür" cevabını verdiği yazılıdır. Paşa'yı ikna edemeyen Dumesnil 15 eylülde Mustafa Kemal'e, yangını Türklerin çıkardığı yolundaki söylentileri aktarır ve "Birçok kişi Türklerin ateşe gaz döktüklerini bir talanı teferruat ile anlatıyorlar. Ben derhal kurmay heyetimin zabitleri tarafından tahkikat yaptırdım. Bu tahkikat, dolaşan rivayetleri teyit etmedi. [Ancak] Söylendiğine göre İngiliz amirali Türklerin mesuliyetine inanıyor" der. Mustafa Kemal yangının işgalden önce oluşturulan bir teşkilatın eseri olduğunu belirtince, Amiral Dumesnil kendisinden Batılı çevreleri ikna etmek için daha güçlü bir tekzip yapmasını ister. Ancak Mustafa Kemal'den duyabildiği en ağır ifade "Evet bu yangın nahoş bir hadisedir" olur. Amiral bu sözün kendisine biraz zayıf göründüğünü belirtir, ancak Mustafa Kemal'den daha fazlasını duyamaz. Ardından Mustafa Kemal konuşmayı İtilaf Devletleri ile yapılacak barış müzakerelerine getirir ve yangın meselesini kapatır. (Aktaran Cengiz İlhan, "Kurtuluş Günlerinde İki Görüşme", İşgalden Kurtuluşa İzmir, İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Cumhuriyet imecesi, 2007, s.96-102)
FRANSIZLAR İKNA OLUYOR
Nitekim, 17 Eylül 1922'de Mustafa Kemal Ankara hükümetinin İstanbul'daki mutemet adamı Hamid Bey'e bir telgraf gönderir. Telgrafta İzmir yangınının Yunanlılar ve Ermeniler tarafından daha önceden planlandığı şekilde şehri yok etmek için çıkarıldığı, bu bilginin pek çok belge ve şahitlerin ifadeleri ile tespit edildiği yazılıdır. Dumesnil ise 28 Eylül 1922 tarihli raporunda İzmir'i Türklerin yakmadığına ikna olduğunu, suçluların Ermeniler olduğunu tahmin ettiğini yazarak bu görüşü onayladığını gösterir. 1921 tarihli Ankara Anlaşmasından beri örnekleri sergilenen Fransız-Türk dostluğunun yeni bir nişanesidir sanki bu rapor. Halbuki, İngilizler, Türklerin masumiyeti konusunda uzun süre ikna olmayacaklar, durumu soruşturmak için İzmir'e bir komisyon göndereceklerdir. (21 Temmuz 1924 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki bu haberi ve konuyla ilgili-çoğunu kullanamadığım- pek çok belgeyi temin eden Sait Celinoğlu ve Kevork Büyükagopyan'a teşekkürü borç bilirim.)
FALİH RIFKI'NIN SÖZLERİ
Peki, İzmir'in simsiyah dev bir çukura dönüşmesine neden olan o korkunç yangından sadece 'nahoş bir olay' diye söz eden Mustafa Kemal daha sonra yangın hakkında konuşmuş mudur? İlginçtir konuşmamıştır. Örneğin CHF'nin 15-20 Ekim 1927 tarihinde Ankara'da toplanan ikinci Kurultay'ında Parti Genel Başkanı sıfatıyla yaptığı 36,5 saatlik büyük Nutuk'ta bu konuda tek kelime etmemiştir. Buna karşılık aynı Nutuk'ta (TDK Yayanları, 1965, s. 532-547) 'Sakallı' Nureddin Paşa'yı tam 16 sayfa boyunca alaya alır, ağır şekilde eleştirir, hatta yerin dibine batırır.
Peki, Mustafa Kemal'in yangın konusundaki suskunluğunun ve Nureddin Paşa hakkındaki bu öfkesinin nedeni nedir? Bunun cevabı belki de Falih Rıfkı'nın şu satırlarında gizlidir:"Gâvur İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangından sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Ermeni kundakçıları mı idi? Bu işte o zamanki ordu komutanı Nureddin Paşa'nın hayli marifeti olduğunu da söyleyenler çoktu. Atatürk'ün Nureddin Paşa'yı eskiden beri sevmediği Nutuk'unda görünür. (...) Kibirli, dar kafalı, zulüm ve ceberut düşkünü bir kimse idi. Bu yüzden bir zamanlar Millet Meclisi kendini harp divanına verip mahkûm bile ettirmek istemişti. (...) Nureddin Paşanın biri İzmir'de, biri İzmit'te tertip ettiği iki linçin hikâyesi gene o vakitler, bizi ikrah içinde bırakmıştır (iğrendirmiştir). Bunlardan biri İzmir metropoliti Meletyos [Hrisostomos], öteki de Peyam-ı Sabah yazarı Ali Kemal'dir.
Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı buraya aktarmak istiyorum: "... İzmir'i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Dünya Harbinde Ermeniler tehcir olunduğu vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, gene bu korku ile yakmıştık. Bu kuru kuruya tahripçilik hissinden başka bir şey değildir. Bunda bir aşağılık duygusunun da etkisi var. Bir Avrupa parçasına benzeyen her köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlak bizim olmamak kaderinde idi. Bir harp daha olsa da yenilmiş olsak, İzmir'i arsalar halinde bırakmış olmak, şehrin Türklüğünü korumaya kâfi gelecek miydi? Koyu bir mutaassıp, öfkelendirici bir demagog olarak tanımış olduğum Nureddin Paşa olmasaydı, bu facianın sonuna kadar devam etmeyeceğini sanıyorum. Nureddin Paşa, ta Afyon'dan beri Yunanlıların yakıp kül ettiği Türk kasabalarının enkazını ve ağlayıp çırpınan halkını görerek gelen subayların ve neferlerin affedilmez hınç ve intikam hislerinden de şüphesiz kuvvet almakta idi."" (Çankaya, Doğan Kardeş Matbaacılık 1969, s. 324-325.)
Falih Rıfkı'nın hatıra defterinin bu mahrem satırlarını Çankaya'nın bazı baskılarına koymaması, ayrıca Babamız Atatürk (Doğan Kardeş Yayınları, 1955) adlı kitabında "Bu sırada bir mesele çıkarmak isteyen Ermeni komitecileri şehri tutuşturdular" demesi ise 'resmî tarih' okumaları açısından ilginçtir.
İSMET İNÖNÜ'NÜN İMASI
Yıllar sonra "Yangın nerede başladı, kim başlattı bilmiyorum... İzmir'e girdiğimiz günlerin bende kalan en acı hatırası yangındır. Bu yangınların sebepleri büyük tarih hadiseleri içindeki sebeplerdir. Küçükler emir aldıklarını söylerler, büyükler disiplininin kalmadığını söylerler, "(Teoman Özalp, Atatürk'ten Anılar, Kazım Özalp, İş Bankası Kültür Yayınları, 1992, s. 300) diyen İsmet Paşa'nın kastettiği 'büyükler' acaba kimdir? Mesela Nureddin Paşa olabilir mi? Peki bugün bu üzücü olayı bir türlü tartışamamızın önündeki en büyük engel gibi gözüken 'İzmir'i Türkler yaktı dendiğinde 'İzmir'i Atatürk ve arkadaşları yaktı' diye anlaşılmasının önlenmesi için soruyu 'İzmir'i Nureddin Paşa mı yaktı' diye değiştirmek meseleyi halleder mi? Acaba o zaman da, 1910'lardan beri 'dahili düşmanlar' olarak görülen gayrimüslimlere yöneltilen sistematik sürgün, imha ve sermaye transferi politikalarını gözardı mı etmiş oluruz? Tersinden sorarsak, acaba Nureddin Paşa'yı günah keçisi yapmak yerine, Nureddin Paşaları doğuran zihniyeti analiz etmemiz daha sağlıklı bir tutum olmaz mı?
Taraf
14.09.2008