Hem çoksesli hem çokbakışlı şiirler - Necmiye Alpay
19 Nisan 2010 00:25
Ali İhsan Özeren’in üçüncü kitabı olan “Eviçi Aşk Söylencesi”nde söylem, önceki kitaplarında karşılaşmadığımız bir biçimde, yer yer bir kadının konuştuğu izlenimini veriyor, yer yer de konuşanın kadın olduğunu açıkça gösteriyor.
Ali İhsan Özeren’in üçüncü şiir kitabı “Eviçi Aşk Söylencesi”, bir keşif duygusu uyandırdı bende: Şairin önceki iki kitabını da yeni gördüm.
İlk kitabı “Koltuk Altımızda Uzayan Kent”, 1984-1994 arasında yazılmış, aşk, ayrılık, öğrencilik ve korku dönemi şiirlerinden oluşuyor. 1994’te, Ege Yayınları’ndan çıkmış. Bu kitapta hazla okunan, çok güzel lirikler var: “Beyaz Bir Gün”, “Eylül mü”, “En Son Susuş”, “Orta Atlaslardaki Serüven” ve “Solgun Bir Akşam”.
Özeren’in şiirleri kitaptan kitaba, mutlak kopuşlar olmaksızın, esaslı farklılıklar gösteriyor. Çocuk(luk), ilk kitabın motiflerinden biriydi. İkinci kitabın adı “Çocukça” (Etki Yay., 1997).
Burada, biçimiyle de çocuğu çağrıştıran, ‘küçük’ şiirler var, haikumsu. Şairin, kendi çocukluğuyla ve çocuk(luk)la eşduyum anları. Sonuçta bir tür hesaplaşma.
Bu kitapta, “Sokak Lambaları”, “Çocuğun Ağaçları”, “Balo”, “Anneler Günü”, “Çocuğun Arkadaşları”, “()”, “Ayrılık” ve “Çocuk ve Çocukluğu”, özellikle iyi şiirler.
“Ayrılık” adlı şiirden bitiş dizeleri:
gitmek ve gitmek
ağacının
gölgesinde
Ev izleği2009’da çıkan “Eviçi Aşk Söylencesi” ise özellikle şiirde konuşan kişi(ler) açısından bir sıçrama oluşturuyor.
Ev: Yurt, yuva, anne kucağı, hayatın başladığı yer, başlangıç noktası, mahrem, iç yaşantıların yeri, dışa karşı ayırıcı/ koruyucu...
Ev izleğinin/ motifinin, kendini Divan şiiri dahil her yerde göstermesi herhalde şaşırtıcı değildir: Nâzım başta olmak üzere bazı şairlerin reddetmek üzerine bir imge olarak kurduğu, Behçet Necatigil şiirinin yuvası, İsmet Özel’in “eve dön” diye yineleyerek özneyi zorladığı yer, Abdülkadir Budak’ın onuncu şiir kitabı “Ev Zamanı”nın ruhu (2002) vb.
Rüyada ev, çözümlemeci ruhbilimin kurucusu sıfatını taşıyan C. G. Jung’a göre, ruhsal yaşamı gösterdiği düşünülebilecek bir imgedir (bkz. “Anılar, Düşler, Düşünceler” adlı kitabı, Can Yay., s. 133 vd).
Şiirlerin eve ilişkin bölümlerine buradan ve elbette Gaston Bachelard’ın “Mekânın Poetikası” adlı yapıtından esinlenerek bakmak, o şiirin görünümünü bir anda değiştiriyor. Erkek, kamusal alanın kralı, evi kadınlara bırakan varlık olduğu halde, bu erkek şairlerin neden ev şiirleri yazdıklarını ya da Nâzım’ın neden ebruli hanımelleriyle bezeli bir evi küçümseyip uzaklaşmak istediğini düşünmek için bir ipucu daha oluyor elimizde.
Jung’u düşündürüyor
Ali İhsan Özeren’in şiirlerinde Jung’u düşündüren tek nokta eviçi ile ruh arasında kurulabilecek bağlantı değil. Şiirlerde konuşan kişi(ler) açısından da yardımcı olabiliyor bize Jung:
Özeren’in üçüncü kitabı olan “Eviçi Aşk Söylencesi”nde söylem, önceki kitaplarında karşılaşmadığımız bir biçimde, yer yer bir kadının konuştuğu izlenimini veriyor, yer yer de konuşanın kadın olduğunu açıkça gösteriyor. Bu iki durumla ilgili olarak, bir yandan Jung’a bir yandan da Bahtin’e başvurmak gereğini duyabiliyoruz.
İlk durumun ilk örneği, kitaptaki ilk şiirde karşımıza çıkıyor:
memelerimi ilk gördüğüm gün nasıl korkmuştum
(...)
karşımda erkek olsa gözlerinin içine bakardım
ama bakireydim ama bahtiyardım
Erkeğin dişi doğası
Burada konuşan kişiyi ilk anda bir kadın olarak tanılayacak gibi oluyoruz. Ancak, düşünürsek, bu kişinin ille de kadın olması gerekmediği çıkıyor ortaya. Benzer deneyimler, kitaptaki daha başka şiirleri okurken de yaşanabiliyor. Şu dizeler, kitaptaki en güzel şiirlerden biri olan, hatta kitabın şampiyonu diyebileceğim “godot beklerken” adlı şiirden:
durdukça
anneme benziyorum
yürüdükçe anneme
büyüdükçe anneme benziyorum
oldukça anneme
Bu tür bölümler, Jung’un ‘anima’ kavramını çağrıştırıyor. Anima: Erkeğin bilinçdışı dişi doğası (agy, s. 289).
Ancak, kitaba adını veren uzun şiirin son bölümü gibi bazı bölümlerde, kadın olduğu fazlasıyla açık bir şiir kişisi konuşmaktadır: “bu kanatlar bu yürek/ bana kadınlığımı kanıtlarken/ kocamın karısı olmak/ ölmek demek“. Bu bölümler bizi ‘anima’ kavramından çok, Bahtin’in ‘çokseslilik’ kavramıyla düşünmeye yöneltiyor.
Aynı kişide ya da başkalarında barınan farklı kişiler. Şiir kişisi, “ruhum”dan da ikinci bir kişi gibi söz edebiliyor: “sen evde yokken/ ruhumun unuttuğu/ dokunuşlarına”...
Çokbakışlı şiirler gerçekten de bunlar.
Milliyet.com.tr
17.04.2010