Evet, Hayır; Ordu, Plastik
08 Eylül 2010 02:31 / 2584 kez okundu!
Evet veya Hayır referandumunu çok da önemsemiyorum. Evet çıkacak ve dünyanın da sonu olmayacak. AKP hükümetinin başarı hanesine yazılacağından da şüpheliyim. Bu kadar karışık bir referandum olmamalı.
Bundan sonraki yeni anayasanın daha çok insan tarafından anlaşılabilecek bir dille yazılmasını hayal ediyorum. Yok daha doğrusu temenni veya en doğrusu hatta vatandaş olarak talep ediyorum! Hukukçu Çincesiyle yazılan toplumsal mutabakat senedi fikir kargaşasının veya en azından iyi olmayan niyetin ifadesi olabilir.
Bir ordu sorunumuz var, bu aşikar. Geçenlerde birisi “neden orduya düşmansınız sayın Tolon” gibilerinden bir not atmış. Ben orduya düşman falan değilim ama yozlaşmış bir kurum görüyorum. Kibirli bir kurum görüyorum. Görevini ve haddini tam anlamamış subaylar yetiştiğini görüyorum. Hangi altyapıdan mı söylüyorum bunu? Köken olarak: Dedemin babası Dr. Mehmet Paşa, Haydarpaşa Askeri hastanesinin ilk sertabibi imiş.Yani bugünkü GATA'nın kurucu başhekimi. Eskiden Haydarpaşa Askeri hastanesi girişinde resmi dururdu. 19. yüzyılın sonunda ölmüş. Başında fes ile kalpak arası birşey var diye sonra resmini kaldırdılar. Belki de sakallı olduğu için! Onun oğlu, Binbaşı İhsan bey ise Enver Paşa’nın sınıf arkadaşı imiş. Sınıf arkadaşı Sultan ile evlenip paşa ve genelkurmay başkanı olunca ordunun gidişatını beğenmeyip birinci dünya harbinden önce istifa etmiş. Hangi dedem mi benim gönlümde daha fazla yer kaplıyor? İkisi de aynı... Ayrıca “aileyle fazla da gurur duymak çok da zekice bir tutum değil” diye inanırım….”
Deneyim olarak; 18 ay askerlik yaptım. Lisede Almanya’da 1. Dünya harbi efsane pilotu von Richtofen'in (uçan baron) ahvadından da biri kız arkadaşımdı. 2. Dünya savaşının iki Held des Volkes (Halkın Kahramanı) ünvanını alan bir paşanın (diğeri Rommel) torunu Guderian da sınıf ve kürek arkadaşımdı. Dedesi Hitler’e kafa tutabilenlerdendi, babası Batı Almanya’nın ilk paşalarından biri oldu, kendisi ise yarbay olarak geçen sene emekli oldu, gençken hem babasını, sonra sınıf arkadaşımı karargahlarında defaatle ziyaret ettim. Emekli olunca “Yahu” dedim kendi kendime” neden yarbay da albay değil?”. “Türkiye’de eşi başörtülü olmak falan türünden bir günahı olmayan her subay otomatikman albay olmuyor mu?”
Gördüm ki, oralarda ne bizimki gibi orduevleri var şehrin göbeğinde, ne de generallere özel plajlar veya tuvaletler (Paşa denmesi Atatürk zamanında ve de hala geçerli olan bir kanunla, laf aramızda Bey ve Hanımefendi” tabirleri gibi yasaklanmamış mıydı?) Askerlik yaparken onbeş kadar er’i sünnet ettim ve şimdiki aklım olsa önce oturup uzun uzun konuşup gerçekten istiyorlar mı diye ikna olmadan yapmazdım. Asker masada hazır yatar, doktor gelir sünnet yapar mantığı ile yaptım. 35 yaşında bakaya kalmış çoluk çocuk sahibi evli barklı bir hekimdim, vatandaşlıktan atılmayayım diye Lübeck Tıp Fakültesi'ni bırakıp geldim. Oradan verdikleri “araştırmacı bir hekim olan Dr. Tolon burada olsaydı askerlik yapmazdı ve fakültede çalışmalarına devam ederdi” türünden bir resmi yazıyı “doğal olarak” askeriye dikkate almadı. Yedeksubayken OYAK'a paralar kesildi maaşımdan. Başka bir vatandaşlık da almadım eski kafalı olduğumdan ama akıllıca mı davrandım emin de değilim. Bizim neslin yetişme tarzı böyle, ondan herhalde.
Deniz kuvvetlerinde karargah tabibi iken bir sürü genç kurmay ile spor ve arkadaşlık yaptım, sandıkları kadar görgülü ve bilgili olmadıkları intibaım olmadı desem yalan olur. Arda kalan his heyacan verici olmayacak kadar sepmatik, tekdüze ve basit bir yurtsever grup oldu. Ayrıca bu kurmaylık sınıfı bu genç yaşlarda neden yabancı ordularda yok, neden albay, general bu kadar çok diye de düşünmedim desem yalan olur. Kibir kısmını genelde sohbetlerde general rütbesinde olanlarda gördüm, herhalde yaşamlarında geldikleri noktada deneyimleri ile dönüş noktasını aştıklarını anladıklarından ve bu (veya başka) coğrafyada başka seçenekleri olmadığından diye anlamaya çalıştım. Bunları açıkça söylemek benim sadece hakkım değil, vatandaşlık görevim de. Şeffaf, Savunma Bakanlığına bağlı bir ordu istiyorum. Bu yaklaşıma cevaben “Orduya küfretmek” “ordu düşmanlığı” veya “bu coğrafya da işler başkadır” türü safsatayı da riyakarlık olarak, hamaset olarak algılıyorum. Ordu? Evet gayet tabii, ama şeffaf olarak ve çağdaş olarak. Büyükanıt’ın e-muhtıradan dolayı yargılanması gerektiğini ilk günlerde yazmıştım hala da öyle düşünüyorum. Göçler, savaşlar, istilalar ve sonra darbeler olan Anadolu’daki fakir topraklarda (mukayese edecek olursak İngiltere’de son istila 1066 yılında olmuş) vatana ve ordumuza sahip çıkmak için boynumuzu büküp oturmak değil, sesimizi daha gür çıkartmamız gerek. Genelde “vatan millet sakarya” konularında yazmıyorum ama başlamışken “Kürt sorunu” konusunda da bir cümle ekleyeyim ki içimde kalmasın. Ben kendi yaşamım boyunca bana bu ülkede yapılan haksızlık ve umursamazlık konusunda, paylaşım haksızlığı, makam arabaları, umursamaz beceriksiz yönetime öfkeliyim. Ki batı Anadolu'lu İstanbul’lu eski bir ailenin şanslı ve başarılı olmuş bir ahvadıyım, Kürt olsaydım diyorum herhalde dağda olurdum.
Yurtseverlik konusuna gelince şu an Seferihisar'da başlanan, Urla’da ve tüm Çeşme yarımadasında başlayacağı ümit edilen plastik poşet ve pet şişe kampanyasını bu tür fikirlerin taçlandırılması olarak algılıyorum. Ne mutlu bu file kampanyasında nefer olabilene!
Mahmut Tolon
07.09.2010