HOLLYWOOD EMPERYALÝZMÝ
08 Eylül 2010 01:50 / 2792 kez okundu!
Hollywood, Hollywood… Los Angeles kentinin kuzeybatýsýnda yer alan bu küçük kasabanýn günün birinde dünyanýn en önemli endüstrilerinden birisinin merkezi olabileceðini kimse tahmin edemezdi. Yirminci yüzyýlýn baþýnda Fransa’da ilk filmler çevrilirken Hollywood sakin kasaba yaþamýný sürdürüyordu.
Amerikan sinemasýnýn ilk filmleri New York’ta çekilir. Edison 1891'de kamera olarak kullandýðý kinetografý bulmuþtu, daha sonra da gösterici olarak kinetoskopu bulmuþtu. Kinetoskopun filmleri perdeye yansýtabilme özelliði yoktu. Filmi perdeye yansýtmayý ilk kez Lumiere Kardeþler sinematograf ile yansýtmayý baþarýr. Sinemayý toplumsal bir olaya dönüþtürmeyi baþaran Lumiere’ler sinemanýn mucidi olarak anýlýr.
Sinemada kullanýlan tüm aletlerin patent haklarý Thomas Edison’a aitti. New York ve çevresinde çekicilerin ve oynatýcýlarýn izinsiz kullanýmlarýnda onun için çalýþan avukatlar ordusundan tazminat ödemeden kurtulmak mümkün deðildi. Kaliforniya’da Edison ve þürekasýnýn etkinliði azdý, en kötü ihtimalle sýnýrý geçerek Meksika’ya kaçmak da kötü bir alternatif sayýlmazdý. Bilim insaný olmanýn yanýnda iyi bir ticari zekaya sahip Edison, tekelci anlayýþý ile gelecekte kýsaca Hollywood olarak anýlacak bir sinema endüstrisinin kuruluþuna neden oluyordu. Giriþken bir iþ adamý olan Cecile B. de Mille film stüdyosu kurabilecek iyi bir yer arýyordu. Ortaðý Jesse L. Lasky ile Chicago ve New York’ta açtýklarý iki stüdyodan istedikleri randýmaný alamamýþlardý. Kalabalýk merkezlerin uzaðýnda stüdyo açmak için yola çýkarlar. New York’tan yola çýkarak tüm Amerika’yý baþtan sona dolaþýrlar. Düþündükleri özellikte bir yeri bulamazlar. En son geldikleri Los Angeles’ta geriye dönüþ için iki gün tren beklemek zorunda kalýrlar. Beklerken çevrede sessiz, kendi halinde bir kasaba olan Hollywood’u keþfederler. Ve burada bir stüdyo kurulabileceðini düþünürler. Ortaðý ile ceplerindeki on bin dolarý bir ahýra yatýrýrlar ve ilk Hollywood stüdyosu kurulmuþ olur.
Lumiere sinema için ‘bu geleceði olan bir iþ deðil, çok panayýr iþi, sürse sürse altý ay, bilemedin bir yýl sürer’ der. Haklýydý, Grand Cafe'deki ilk gösteriden 18 ay sonra Lumiere ve arkadaþlarýnýn filmleri artýk ilgi görmez olmuþ, açýlmýþ olan birkaç sinema da kapanmýþtý. Sinema artýk seyyar satýcýlarýn köylerde gösterdikleri sihirli fenere dönüþmüþtü. 1897 yýlýnda yayýmlanan bir ilan sinemanýn kaderini deðiþtirir: ‘Melies ve Reulos ile sanat sahneleri, akýllarý durduracak buluþlar, tiyatro sahneleri ile yeni bir sinema anlayýþý, sokak ve günlük hayat deðil sanat göreceksiniz’. George Melies 35 yaþlarýnda bir sihirbazýn kurduðu tiyatroyu yönetmekteydi. 1897 yýlýnda Paris dýþýnda stüdyo kurarak filmler yapmaya baþlar. Tiyatro deneyimini sinemaya aktarmaya baþlar. Senaryo, oyuncular, kostüm, tiyatro gibi bölümler sinemanýn deðiþmeyecek unsurlarý olarak ilk Melies tarafýndan uygulanýr. Ona göre sinema, tiyatro sahnesi ile fotoðraf stüdyosunun birleþimiydi. Stüdyoda sahnenin bütününü çekecek þekilde kamerayý stüdyonun sonuna koyuyordu. Montaj anlayýþý ise Lumiere’den tamamen farklý idi o tesadüfen keþfettiði film hilelerini kullanýyordu. Çektiði bir filmde Madeleine-Bastille seferi yapan bir otobüs aniden cenaze arabasýna dönüþür. Gerçekte bu hile tesadüfen ortaya çýkar, pelikül tutukluk yapýnca makine durmuþ fakat çekimi yapýlan araçlar durmamýþtý, makine tekrar çalýþtýðýnda otobüsün yerini bir cenaze arabasý almýþtý. Bu rastlantý film hilelerinin baþlangýcý olur. Melies daha sonra bu tekniði ‘Yok edilen Kadýn’ filminde bilinçli olarak kullanýr. Melies hayal ürünü sinemanýn öncüsüdür, büyük mizansenli sahnelerin çekimi, bilinçsizce de olsa plan geçme, travelling, büyük plan gibi sinemanýn temel özelliklerini ilk kullanan olmuþtur. Büyük mizansenli tarihi filmleri ilk çeken Cecil B. De Mille onun açtýðý yoldan yürümüþtür.
Edison’a baðlý çalýþan Edwin S. Porter ilk dönemin en önemli Amerikalý yönetmeni olarak dikkat çeker. Henüz kameralar çok az film aldýðý için uzun gösterimler mümkün deðildi. Bu durumda bile hikayenin bölümlere ayrýldýðý western ve komediler en fazla çekilen ilk konulu filmler olur. Porter’ýn 1903 yapýmý ‘Büyük Tren Soygunu’ erken dönemin en önemli Amerikan klasiði olur. Kamera hareket halindeki trenin üzerine yerleþtirilir, at sýrtýnda soyguncularýn patlayan silahlarý, tren içi sahneler, dýþarýda hareket eden dekorlar sinema tarihinin ilk aksiyonunu sunar. Finalde soyguncunun silahýný seyirciye doðrultarak ateþ etmesi bazý salonlarda aþýrý heyecana yol açar.
Tam bu yýllarda Fransa haftada bir düzine filmi ABD’e satýyordu, filmler gibi teknolojide Avrupa’dan ihraç ediliyordu. Ayrýca Güney Amerika pazarýna da Fransa ve Ýtalya hakimdi. Kurulan ilk Film Patent Þirketine film haklarý devredilmeden Amerika içi daðýtým ve gösterime izin verilmemeye baþlanýr. Fransýz kameralarýnýn ve teknik gereçlere gümrüklerde sudan sebeplerle zorluk çýkartýlmaya ve sokulmamaya baþlanýr. Çok geçmeden kurulan MPPC karteli tüm teknik donanýmýn ve filmlerin satýþ haklarýný ele geçirir. Artýk bu kartel devreye girmeden bir filmin Amerika içi gösterimi mümkün deðildir.1910 yýlýnda yapýlan anti-tröst yasasýna kadar MPPC karteli Amerika’daki tüm piyasayý ele geçirir, dünya piyasasýnýn ise yüzde seksenine hükmeder. 1915‘de ihraç edilen film uzunluðu 160 milyon feet olurken ithal edilen 7 milyon feet’e düþer. 1916 yýlýnda devlet tarafýndan film bölümü kurulur, ülke içinde tröstleþme yasaklanýrken yabancý ülkelerde kurulmasýna engel olunmaz. Bu þekilde ululararasý daðýtým tekeli ortaya çýkar. 1920’de Hollywood 36 farklý dilde alt yazý ile film üretmeye baþlar. Sesli filmlerin baþlamasýyla birlikte yabancý dilde ilk olarak Ýspanyolca seslendirmeler baþlar. Sesli film standart olduktan sonra Ýngilizce konuþmayan ülkeler müzikal filmler ile memnun edilir. Müzikal filmlerin plaklarý da yan bir sektör olarak müzik endüstrisini beslemeye baþlar. Doðu kýyýsýnda yerleþmiþ büyük firmalarýn sahibi olan Joseph Kennedy ‘filmler diðer Amerikan endüstrisinin ürünleri için sessiz satýþ elemanlarý olarak hizmet etmektedirler’ diyordu. 1930 yýlýnda Amerikan filmlerinin satýlan her bir cm feet uzunluðundaki parçasý dünyanýn bir yerlerinde üretilen mallarýn 1 dolarlýk bölümünün satýþýný yapmaya baþlar. Ýkinci Dünya Savaþý’nýn patlamasý ile birlikte satýþlar düþer. Bu kez Hollywood baþka yollara baþvurur. Örneðin Mussolini Ýtalya’sýný güzel, faþizmi öven filmler yaparak Ýtalya’ya satarlar. Savaþ sonrasý film satýþlarý patlar, insanlar savaþýn yaralarýný, moral bozukluðunu gidermek için bol bol film seyretmeye baþlar. Hollywood’un egemenliði sadece ticari anlamda deðil kültürel ve politik anlamda da gittikçe büyüyen bir ölçekte artar. Hiçbir ülke Hollywood’un kendilerini politik olarak kötü olarak göstermesini istemez. Bir ‘Geceyarýsý Ekspresi’ filminin ülkemizde medyayý ne kadar uzun süre oyaladýðýný hatýrlayalým. Her yýl birkaç ülke mutlaka kendilerini kötü gösterdiði için Hollywood’u protesto eder, kota koymakla veya Amerikan mallarýný yasaklamakla tehdit eder. Tabi ki bu çýkýþlar uzun süreli olmaz. Kültür emperyalizminin pazarlamasýnda direk olarak rol oynayan ABD hükümetleri bu tür tepkilerin uzun süreli olmasýný engeller.
Altmýþlý yýllarda Avrupa Sinemasý silkelenir. Fransa ve Ýtalya, Yeni Dalga etkisiyle etkileyici bir sinema dili yakalar ve salonlarda Amerikan Filmleri ile yarýþmaya baþlar. Rus ve Slav sinemasý da ataða kalkar. Bu uzun sürmez; seksenli yýllarýn baþýnda Hollywood teknolojik alanda yaptýðý dev yatýrýmlar ile þaha kalkar. Artýk salonlarda muhteþem efektler ile süslü filmler seyirciyi etkilemekte, uluslararasý satýþ ve pazarlamada bulduklarý yasal boþluklar ile endüstri her geçen gün yatýrýmýnýn kat ve kat fazlasýný kazanmaktadýr. Bazý Avrupa ülkeleri kendi film endüstrilerini koruyabilmek için Hollywood filmlerine kota koyar. Bu yasaklamanýn önde gelen ülkelerinden Fransa 1993 yýlýnda Amerika ve AB ülkeleri dahil toplam 116 ülke arasýnda yürürlüðe giren DTÖ (Dünya Ticaret Örgütü) anlaþmasýndan kültür ürünlerini pazarlýk kapsamýndan çýkartýr. Fransa Dýþiþleri Bakaný Juppe Amerika’yý ‘entelektüel terörist’ olmakla suçlar. Amerika bu anlaþma pazarlýklarý kapsamýnda bir adým daha öteye giderek anlaþma kapsamýndaki ülkelerde sinema sanatýna devlet sübvansiyonlarýný kaldýrtmak ister. Dönemin Fransa Kültür Bakaný Jacques Touban kültürün çoðulculuk ve çeþitlilik olduðunu, bu zenginliði sýnýrlandýrýcý tedbirlerin söz konusu olamayacaðýný söyler. Uzun pazarlýklar sonucu Fransa kazanýr ve kültür ürünleri anlaþma dýþýnda kalýr. Amerikan sinemasý ekonomik olarak sürdürdüðü üstünlüðü din, milliyetçilik, özgürlük gibi kavramlar üzerine olan propagandist eðilimli filmleri uygun zamanlarda gösterime sokarak kültür emperyalizmindeki hakimiyetini de sürdürmektedir.
Emin Yeðinboy
06.09.2010
Son Güncelleme Tarihi: 08 Eylül 2010 02:16