40 yıllık senaryo Afrin'de son buldu
25 Mart 2018 17:42
Türkiye'nin insani yardım operasyonları, boşa çıkardığı tüm yalanlar ve kara propagandalar, 40 yıllık terör koridoru girişiminin fiziksel olarak bozguna uğratılması kadar önem taşıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin başarısızlığa uğratılması Türkiye'yi askeri müdahalelerin kısır döngüsünden kurtarırken, 40 yıldır maruz kaldığı terör tehdidine son vermesi için bir fırsat penceresini açtı. Güvenlik kurumlarından FETÖ unsurlarının temizlenmesine paralel olarak, savunma sanayi alanında insansız silahlı ve silahsız hava araçları sayısındaki hızlı artış, dengeleri yalnıza bir yıl gibi kısa bir sürede tersine çevirdi. Emniyet teşkilatı ve Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinden bilgi edinme imkanı kalmayan PKK'nın gerek sınır içerisindeki gerek sınır ötesindeki faaliyetleri büyük bir hızla kısıtlandı.
2016 yılının Şubat ve Mart aylarında Ankara'da düzenlenen Merasim Sokak ve Güvenpark bombalı saldırıları Türkiye'yi bir askeri darbeye götüren sürecin zeminini inşa etmeye hizmet ederken, bir yandan da PKK terör örgütünün Türkiye tarafından yenilgiye uğratılmasının mümkün olmadığına dair kanaat oluşturmayı hedefliyordu. Terör örgütüne bu psikolojik savaş taktiklerini verenlerin nefesi 2016 yılının 10 Aralık tarihinde İstanbul'da Vodafone Park saldırısı ile tükendi. Türkiye ise 24 Ağustos 2016'da Fırat Kalkanı Harekatı ile başlattığı karşı taarruzunu, 20 Ocak 2018'de Zeytin Dalı Harekatı ile bitirici noktaya taşıdı. Zeytin Dalı Harekatı öncesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ilan ettiğ "terörü kaynağında yok etme" stratejisinin gelecek aşamaları olan Münbiç, Fırat'ın doğusundaki sözde kanton, Sincar ve Kandil'in PKK kontrolünde kalacağı günlerin sayılı olduğu Afrin'de ortaya çıkan tablo ile netleşti. Terörle mücadele konseptini ve bu alanda kullandığı yöntemleri temelden değiştiren Türkiye PKK/YPG'yi yalnızca silahlı mücadele alanında değil, propaganda ve kamu diplomasisi alanında da telafisi olmayan şekilde mağlup etti. Terör örgütününAfrin'e yönelik harekatı durdurmak için Avrupa başkentlerinde giriştiği çabalar karşılık bulmazken, kara propaganda çalışmalarının yankısı Avrupa Parlamentosu genel kurul salonu ve Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı'nın koridorları ile sınırlı kaldı.
Harekat öncesi yapılan algı operasyonları
Türkiye'yi bugün dahi 15 Temmuz 2016 öncesi parametrelerle değerlendirmekte ısrar edenler, Ankara'nın yabancı başkentlerden icazet almadan Zeytin Dalı Harekatı gibi kapsamlı bir eyleme girişebileceğine son ana kadar inanmadılar. Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar'ın, Zeytin Dalı Harekatı'ndan yalnızca iki gün önce 18 Ocak'ta Moskova'daki temaslarına dahi şüpheyle bakanlar yalnızca Türkiye'nin NATO içerisindeki müttefikleri değildi. Türkiye içerisindeki kimi siyasi muhalefet odakları ve internet basını da Rusya'nın bu harekata izin vermeyeceğine kesin şekilde inanmışlardı. Sosyal medya ortamında, Moskova'daki Türk ve Rus heyetlerinin ilgisiz anlarda masa başında çekilmiş fotoğraflarını paylaşarak, "Türk heyetinin umduğunu bulamadığını" iddia edecek şekilde algı operasyonlarını da son ana kadar sürdürdüler.
Türkiye'nin harekatı gerçekleştiremeyeceğini düşünenlerin temel gerekçelerinden biri, Rusya'nın, Türk savaş uçakları ile helikopterlerinin Suriye hava sahasına girmelerine izin vermeyeceği idi. Ancak, TSK Afrin harekatına başladıktan yalnızca dakikalar sonra başlayan hava bombardımanı, karşı propaganda sahiplerini ummadıkları bir hayal kırıklığına sürükledi. Bu çevreler 2008 yılındaki "Güneş Harekatı" sırasında yaşanana benzer bir ABD müdahalesini beklerken, PKK/PYD terör örgütü de Afrin hava sahasını Türkiye'ye açan Rusya'yı "ihanetle" suçluyordu.
Benzeri görülmemiş kamu diplomasisi
Harekatın başlamasıyla beraber hem iç kamuoyu hem de uluslararası kamuoyu daha önce benzerine rastlanmamış olan bir kamu diplomasisi harekatı ile de tanıştılar. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin teröristlerden temizlediği alanlar gerçek zamanlı olarak basınla paylaşıldı. Hatta bu paylaşım bazen o denli ileri gitti ki, Genelkurmay Başkanlığı zaman zaman basın kuruluşlarını, TSK ve ÖSO'nun harekat planını açık edecek şekilde gelişmelerin aktarılmaması hususunda ikaz etmek zorunda kaldı. Harekatın ilk günlerinde, Afrin'den Türkiye topraklarına düzenlenen roket saldırılarıları da gerçekte sivillerin kimler tarafından hedef alındığını tüm dünyaya gösterdi.
Türk Silahlı Kuvvetleri Afrin içerisinde ilerlerken, Kızılay ve AFAD'ın desteğiyle yürütülen başta gıda ve sağlık olmak üzere yardım operasyonları, Türkiye'nin bir işgal gücü olmadığının en önemli kanıtlarıydı. Türkiye bir yandan kurtardığı belde ve köylerde sivillere yardım ulaştırırken, bir yandan da evlerine dönen siviller için her türlü tedbiri aldı. Yerleşim alanları, tarlalar, bahçeler mayınlı tuzaklardan, el yapımı patlayıcı maddelerden temizlendi. PKK/PYD'li teröristlerin Cinderes ve diğer yerleşim birimlerinde sivillerin arasına saklanarak, sivil kıyafetler giyerek saldırılar düzenledikleri insansız hava araçları ile görüntülenerek TRT World aracılığıyla uluslararası topluma servis edildi. Ancak bu görüntüler dahi Avrupa Parlamentosu'nu, Fransa'yı ve ABD'yi tatmin etmeye yetmedi. Afrin'in Türkiye'nin Vietnam'ı olacağını ileri süren çevreler, ortaya çıkarılan tünel ve tahkimatlara rağmen PKK/PYD'nin varlığını DEAŞ ile mücadelenin gerekliliğine, hatta bu harekatın "DEAŞ'a odaklanılmasını zorlaştırdığı" söylemine dayanarak savunmayı sürdürdüler. Bu esnada, Afrin'deki DEAŞ mahkumlarının PKK/PYD tarafından TSK ve ÖSO'ya karşı savaşmaları şartıyla serbest bırakıldıklarına dair bilgilere de Batı basını kulaklarını tıkamayı tercih etti.
Harekatın propaganda savaşı alanındaki kırılma noktalarından biri Esed rejimine bağlı güçlerin Afrin'e gireceği yönündeki haberlerin duyulmasıydı. Bu haber yalnızca terör örgütü saflarında değil, dikkat çekici şekilde Türkiye'deki kimi muhalefet çevreleri ile bazı basın kuruluşlarında da dikkate değer bir sevinç yarattı. 7. yılını geride bırakan iç savaşta, Esed rejiminin insan kaynağının çoktan tükenmiş olduğunu, Lübnan Hizbullah'ı ile İran Devrim Muhafızları'nın uzun bir süredir savaşçı desteği vermediğini gözden kaçıran bu çevreler, Türkiye'nin Esad yönetimi ile karşı karşıya gelmemesi gerektiğini savunarak ortaya çıktılar.Hatta kimileri, Esed ile masaya oturulması gerektiğini savundular. Ancak bu propagandanın da içinin boş olduğu kısa sürede anlaşıldı.
Halep ve Münbiç yönünden Afrin'e ulaşmaya çalışan Esed yanlısı milisler ile PKK/PYD terör örgütü yandaşlarının bulunduğu konvoyların imha edilmesiyle, hem bu kara propaganda dalgası son buldu hem de Afrin'in merkezindeki teröristlerin kendilerine dışarıdan yardım ulaştırılacağına dair ümitleri tükendi. Türkiye, bir yandan Afrin'e ilerlerken gelecek adımlar için ABD'yi masaya oturmaya da mecbur bıraktı.
Boşa çıkarılan yalan ve kara propaganda dalgası
Ankara'nın kararlılığı konusunda soru işaretleri bulunan ABD, Münbiç'teki PKK/PYD varlığının geleceğini masada tartışmaya açarken, Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ağzından hedefin Fırat'ın doğusu ile Irak topraklarındaki Sincar ve Kandil olduğunu bir kez daha ilan etti. Türkiye'nin meşru terörle mücadele harekatını durdurmaya yönelik propagandalar Afrin merkeze yaklaşılırken bir kez daha sivillerin vurulduğu yalanı üzerine odaklandı. Farklı ülkelerde yaşanan şiddet olaylarının görsellerini hatta doğal afet kurbanlarını, TSK ve ÖSO operasyolarının mağdurları gibi göstermeye kalkan terörist propagandaların tamamı yalnızca Türk Silahlı Kuvvetleri, Anadolu Ajansı ve TRT gibi devlet kurumları tarafından değil, özel medya kuruluşlarının da desteğiyle ifşa edildi. PKK/PYD'nin Batı basınındaki son destekçilerini yanlarına alarak hayata geçirmeye çalıştıkları en büyük yalan ise Afrin'in en büyük hastanesinin vurulduğu, aralarında hamile kadınların da olduğu 16 kişinin öldüğü iddiasıydı.
TSK ile ÖSO'nun ilerlemeye devam etmesi halinde Afrin'in Esed rejimi tarafından yıllardır aralıksız şekilde uluslararası anlaşmalarla da yasaklanmış olan silahlarla bombalanan Doğu Guta'ya dönüşeceğini iddia eden terör örgütü yandaşları, hastanenin vurulduğunu iddia ettikleri saatlerde ilçeyi terk etmek isteyen sivillere silah çekiyor, araçlarını yakıyor, yollara barikatlar kuruyorlardı. Hastanenin vurulduğu yönündeki iddiaların ömrü ise ancak ertesi günün sabah saatlerine kadar sürdü. Türk Silahlı Kuvvetleri 17 Mart sabahı insansız hava aracı ile elde ettiği görüntülerde Afrin'deki hastanenin sapasağlam ayakta olduğunu tüm dünyaya ispatladı. Ama iddiayı gündeme getiren Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yayın kuruluşlarından bir özür ya da düzeltme duymak mümkün olmadı.
Afrin'e yaklaşılan günlerde terör cephesi ile partnerlerinin gündeme getirdiği bir başka propaganda ise ilçe merkezinin şiddetli bir şehir savaşına sahne olacağıydı. Bu kara propaganda Türkiye'de sosyal medyayı da aşarak parlamentoda yer alan bazı siyasi partilerin liderlerinin "Afrin'i kuşatalım ama girmeyelim" şeklinde söylemler üretmesi boyutuna kadar ulaştı. Ancak, Türkiye sınırında yıllardır hazırladıkları tüneller ve mevzileri bırakıp kaçan PKK/PYD teröristlerinin 3 bin 500'den fazla mensuplarını kaybettikten sonra Afrin'de de ellerinden gelen bir şey yoktu. Örgütün lider kadroları ilçeyi terk eden sivillerle beraber kimselere görünmeden sırra kadem bastı. Türkiye'nin yıllarca savaşarak giremeyeceği iddia edilen Afrin ilçe merkezi saatler içerisinde TSK ve ÖSO tarafından kontrol altına alınırken, teröristlerin yalanları yine sona ermedi. Bu kez ABD'nin arabulucu olduğu bir anlaşma ile terör örgütünün Türkiye ile anlaşarak Afrin'i terk ettiği iddiası ortaya atıldı. Bu iddiadan daha garip olan ise Türkiye'de bazı eski diplomat ve gazetecilerin sosyal medya hesaplarında, Afrin'in merkezinde ele geçirilen ABD malı silahları sorgulamak yerine bu anlaşma iddialarına arka çıkmalarıydı.
Terör koridoru girişimi bozguna uğradı
Türkiye'nin insani yardım operasyonları, İHA görüntüleri ve evlerine dönen Afrinli siviller aracılığıyla boşa çıkardığı tüm yalanlar ve kara propagandalar, 40 yıllık terör koridoru girişiminin fiziksel olarak bozguna uğratılması kadar önem taşıyor.
Zeytin Dalı Harekatı sırasında aşama aşama PKK/PYD'nin, Esed rejiminin ve terör örgütünü partner olarak benimseyen ABD'nin söylemlerini savunanların dikkate almaları gereken daha da önemli bir husus var. Afrin'in kaybıyla telafisi olmayan moral çöküntü içerisine giren PKK'nın ilk silahlı eylemlerini düzenlediği 1977 yılından bu yana bölge dışından manipüle edilen bir terörist yapılanma olduğu gerçeği kendisini her gün daha fazla ele veriyor. 15 Temmuz sonrasında Türkiye içerisinde eylem kapasitesi minimize edilen PKK'nın yalnızca askeri ve propaganda alanlarında değil, ekonomik alanda da beli kırılmış durumda. 15 Temmuz darbe girişiminin akamete uğratılmasının ardından güvenlik güçleri terör örgütünün en önemli finans kaynağı olan uyuşturucu kaçakçılığına da bugüne kadar görülmemiş büyüklükte darbe indirdi. Hakimiyet kurdukları alanlarda halkı haraca kesen, insan ve akaryakıt kaçakçılığı yapan terör örgütünün finans kaynakları kurumuş durumda. Yalnızca Afrin'in elden çıkmasıyla PKK/PYD'nin yıllık kaybının 2 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor. Terör örgütünün Şırnak'taki Kato Dağı'nda yıllarca yatırım yaparak depoladığı silah, mühimmat ve yaşam malzemesini yeniden yerine koyması artık mümkün değil. Bunun benzeri yüzlerce sığınak ve mağara da 2018 kış mevsiminde imha edildi.
PKK, artık ne güvenlik güçlerinin eline geçen miktarda silahı alacak paraya, ne de o silahları Kato'ya ulaştırabilecek lojistik ve diğer imkanlara sahip. ABD'nin 5 bin TIR dolusu silah yardımı dahi Afrin'de kağıttan kaplan olduğu anlaşılan, Avrupa ve ABD basınının propagandaları ile kendisinde sahip olmadığı bir güç vehmedilen terör örgütünü ayakta tutmaya yetmeyecektir.
PKK/PYD'yi bekleyen kabus
Irak'ta 12 Mayıs'ta yapılacak genel seçimler ise bugünkü manzarada PKK/PYD için bir başka kabusa işaret etmekte. Türkiye'nin Rusya ve İran ile, Suriye'de barışı tesis etmeye yönelik ortaya koyduğu girişimin bir sonraki halkası, topraklarındaki terör örgütlerinden kurtulmak isteyen Bağdat yönetimi olacaktır. PKK/PYD'yi yaşatmak için DEAŞ bahanesinin arkasına sığınan ABD'yi Irak cephesinde de kaçınılmaz başarısızlıklar beklemekte. Washington yönetimi Irak'ın kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasına yönelik referandum girişimine verdiği destekle Irak'ı işgalinin 15. yılında bu ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit etme siyasetini de tüketmiş bulunuyor. Türkiye ile Irak arasında terörle mücadele konusunda işbirliği arayışları artarken, DEAŞ'ın Kerkük kenti çevresinde son iki ayda giderek artan faaliyetleri ve Türkmen toplumunun önde gelenlerinin suikastlerle hedef alınması tesadüf olmasa gerek. Ancak Afrin ve Münbiç'te olduğu gibi, Türkiye'nin Irak'ın kuzeyindeki terör merkezleri Sincar ve Kandil'in temizlenmesi konusundaki ısrarının ABD tarafından doğru şekilde anlaşılılp anlaşılmadığını söylemek güç. Son iki haftada Irak'ın Hakurk ve Kani Raş bölgelerine TSK tarafından düzenlenen operasyonlar giderek sıklaşmakta, etkisiz hale getirilen teröristlerin yanısıra ele geçen silah, mühimmat ve yaşam malzemesinin miktarı da giderek artmakta.
Çatışma alanı, propaganda, insani yardım ve ekonomik cephelerde eş zamanlı olarak yürütülen yeni terörle mücadele anlayışı karşısında PKK/PYD'nin, iflas etmiş bir projede ABD desteği ile ayakta kalması ve 2020 yılını görmesi ihtimal dahilinde değil. Kim bilir, belki PKK/PYD de Washington'daki şahinler gibi hayatta kalmak için ümitlerini ABD Dışişleri Bakanı olması beklenen eski CIA Direktörü Mike Pompeo'ya bağlamıştır.
Mehmet A. Kancı/ aa.com.tr
Not: Ankara'da ikamet eden gazeteci Mehmet A. Kancı, Türk dış politikası üzerine analizler kaleme almaktadır