Sen Bana Niçin Vurdun Baba?
14 Mayıs 2008 01:54 / 2068 kez okundu!
Çoğumuzun görmezden geldiği davranışlar, beni çileden çıkarıyor nedense!... Yolculuk etmeyi sever misiniz?... Otobüsle bir şehirden diğer bir şehre gitmeyi?.. Ben çok seviyorum... Bana bir okul gibi geliyor her yolculuk. Coğrafya dersinin, sosyoloji, psi
Hafta sonu iznindeyim... Yaşadığım yerden, memleketime bir gündüz yolculuğu yapıyorum... Doğduğum, çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği kente gidiyorum... İçimde tarifi imkânsız bir sevinç var... Elimdeki kitabı okumaya çalışıyorum ama nafile... Anılar izin vermiyor... Özellikle de çocukluk anılarım... Buna biraz da yan koltukta oturan baba-kızın muhabbetleri neden oldu diye düşündüm... Öyle güzel anlaşıyorlar ki!.. Çocuk tahminim 4-5 yaşlarında... Durmadan bıcır bıcır konuşuyor... Kapkara, iri gözleri var çevresine bakan... Ha bire sorular soruyor babasına. Yüzünü okşuyor, saçına asılıyor, gömleğini çekiştiriyor... Genç adam ilgisiz kalmıyor kızının bu sevimli haylazlıklarına; eğilip yanağına öpücükler konduruyor ara ara. Ardı arkası kesilmeyen sorularına cevap vermekten de bıkmıyor... "Ne güzel!.." dedim kendi kendime, "Artık babalar da çocuklarına sevgilerini göstermeyi öğrendiler; korkmadan, utanmadan, çekinmeden"...
Halamın sözlerini anımsadım birden: "Bir gün olsun sevgisini belli etmedi rahmetli. Bilirim severdi, severdi ama uzaktan. Yanında dut yemiş bülbüle dönerdik. Sıkı mı birimiz haylazlık etsin, anında okkalı bir tokat yerdik..."
Yavaş da olsa bir şeyler değişiyordu demek!..
Uzun süre devam etti, baba-kızın o mutlu tablosu... Epey yol almış, ben de kitaba iyiden iyiye kaptırmıştım kendimi...
Birden, "Şaaak!" diye bir ses duydum. Bir tokat sesi... Başımı çevirince küçük kızın ağlamaklı yüzünü gördüm. Dudakları büzülmüş, gözleri dolu dolu olmuştu. Ağlamadı ama!.. Yalnızca: "Sen Bana Niçin vurdun baba?" dedi titreyen sesiyle... Bir yandan da acıyan yanağını ovuşturuyordu... Koltuğa kapanıp, hiç kımıldamadı. Uzun bir süre geçti öylece... Baba da böylece tabii dinlenme fırsatı buldu. Ama eminim içi içini yiyordu. Sonunda dayanamayıp, gönlünü almaya çalıştı. Ama her hareketinde küçük kız daha bir büzülüyordu koltuğa... Belli ki kırılmıştı, incinmişti... Eğilip kulağına bir şeyler söyledi babası. Buzlar eriyiverdi hemen!.. Yine bıcır bıcır konuşmaya başladı... Çocuk yüreği işte, affedivermişti babasını... Ama yediği tokadı gerçekten unutmuş muydu acaba?.. Birden o küçük kızın yetişkin hâli geldi gözümün önüne: Dayağı tanıyan, bilen, çocuklarına atmaktan çekinmeyen, kocasından geldiğinde çaresiz kabullenen hâli...
İçim burkuldu. kendi kendime, "Abartıyorsun!.." dedim, "Alt tarafı babası çocuğuna bir fiske vurdu. Belli ki çok kızmış... Hem belki sorunları var, kafası meşgul, sinirleri gergin. Boş bulunup istemese de vurdu işte!.. Bak her şey süt liman, yine çok mutlular!.."
Kitabıma döndüm... Ara ara da göz ucuyla bakıyordum, küçük kızın neşesi yerinde mi diye... Yerindeydi... Ama uzun sürmedi biliyor musunuz?.. İkinci tokada bizzat tanık oldum. hem de neden?.. Babasının dizleri üstüne çıkıp, çevresini oradan seyretmek istediği için... "yapma, olmaz, düşersin!.." diyen babasını dinlemediği için... Bu çocukça isteğin hakkı tokat mı olmalıydı acaba?... Küçük kız yeniden kapandı koltuğa... Baba yine gönlünü almaya çalıştı bir süre sonra... Ama çabaları sonuçsuz kaldı... Bu kez iç çeke çeke ağlıyordu küçük kız...
Bir an göz göze geldik babayla... Bir şeyler söylemem gerek diye düşündüm: "Size darılmakta haklı!.." diyebildim yalnızca. Kızgınlık, şaşkınlık, biraz da suçluluk karışımı bir bakışla baktı bana ve bir şey söylemeden başını çevirdi...
Sessizlik içinde yolculuk sona erdi...
Uyuyan kızını sarsa sarsa uyandırdı...
Nerde olduğunu bir türlü algılayamayan yavrucak, uyumadan önce neler olup bittiğini çok iyi anımsıyordu; yüzü hâlâ ağlamaklıydı çünkü... Bu kez affetmemişti...
Otobüsten indiler... Babası elini tutmak istedi, O itti... Ve babasını üç-beş adım geriden takip etti...
Küçük kız yeniden yetişkin oldu gözümde; "Hem sever, hem döver" anlayışıyla kocasının üç-beş adım gerisinden yürüyen, omuzları düşük, başı eğik hâliyle...
Gerçekten bir şeyler değişiyor mu dersiniz?
Ahmet Büyükçulhacı