Çocukları kaybolan bir ülkenin geleceği yoktur!..
27 Şubat 2010 00:18 / 1936 kez okundu!
Allah ömür versin mi desem ya da allah gecinden versin mi diyeceksiniz, ne derseniz deyin kabulümdür. Ben bugünleri yaşadığıma şükrediyorum. Ahmet Altan’ın “bu günlerin keyfini çıkarın” uyarısından sonra; bu satırlar aniden kafamda şimşek gibi çakarak aydınlandılar. Bu toz duman içinde, bugün Tekel işçilerinin çadırlarını ziyaret ederek, onların eylemlerine destek veren sanatçıların boyunlarındaki turuncu atkılara takılıp kalmıştım. ”Turuncu devrimleri” mi çağırıştırıyordu turuncu atkılar. Derken gece geç saatlerde Ahmet Altan’ın yazısını okuma fırsatı bulunca da keyiflendim.
Siz de keyiflenebilirsiniz. Hani keyfinizi kaçıracak o kadar çok olayın yaşandığı bir gündem içinde keyiflenmek ilk bakışta yadırganabilir. Öyle ya çocukların terörist muamelesi görerek onyıllarca cezalar kesilip demir parmaklıklar ardında çürümeye zorlandığı, adaletin her iki kefesinin de delik deşik olduğu bir gündem, nasıl olur da yarınlara umut taşıyabilir.
Tekel işçileri etrafında her geçen gün büyüyen dayanışma sizi umutlandırmayabilir. Ama ben devam eden Ergenekon sürecinde toplumun demokratik kesimlerinin; 12 Eylül’ün üzerlerine serptiği ölü toprağını silkeliyor olmalarının sürece doğrudan etkisini algılayabiliyorum. Tekel işçilerinin eylemi işçilerin kendilerini değiştirirken işçiler kararlılıklarıyla çevrelerine de değişim rüzgarlarını taşıyorlar. Değişime direnenlerin içine düştükleri telaşı da çok açık algılayabiliyorum. Telaşları maalesef korkularını saklamaya yetmiyor.
Ekonomik olarak her ne kadar yükselen kredilendirme notları birilerini sevindiriyor olsa da, geniş emekçi kesimlerin yüzünü güldürmekten oldukça uzak olması da keyfinizi kaçırabilir. Zaten farklı bir süreçte beklememek gerekmiyor mu?
Faturalar her zaman çalışanların masalarında ödenmiyor mu? Evet aynen de böyle oluyor. Ama tüm bu olumsuzluklara farklı kesimlerin de kendilerine özgü farklı refleksleri gelişiyor. Toplum, işçisinden memuruna, sanatçısından bilim adamına, çıraklarından öğrencilerine, aydınlarına, kadınlarına, sendikalarına, meslek örgütlerine kadar hemen her kesimde bir hareketliliğin var olduğunu söylemek abartı olmasa gerekir. Artık eskiyi savunur olmak televizyonlarda prim yapmıyor. Halk yeni bir şeyler duymak ve yeni yüzler görmek istiyor...
Yaşanan sorunlar çok uzun yıllardır Türkiye'nin kanayan yaralarıdır. Ancak bu yaraları saracak ve yeni bir güne kavgasız, kansız, anaların göz yaşlarını dindirecek söylenmemiş sözler duymak istiyor. Faili meçhullerin geleceğini doğrudan mağdurların kendileri üstlenebilme cesaretini gösteriyorlar. Kayıp çocukların bulunması, çocukların kaybolmaması için uzun yıllardır devam ede gelen israrcı eylemler eskiye oranla daha fazla destek buluyor.
Çocukları kaybolan bir ülkenin geleceği yoktur! Bu gerçek bütün bir toplumu saran çocuklara sahip çıkma bilincini kuvvetlendiriyor.
Güvenceli bir çalışma ortamının yaratılabilmesi için ne yapacaksınız diye sorabilecek bir bilinç gelişiyor. Hazırolda emret komutanım kulluğunu kırdı artık bu halk. Orduda genarallerin de içinde olduğu sorgulama süreçleri bütün yetersizliklerine rağmen şaşkınlıkla birlikte umut da yaratıyor. Darbelerin bedellerini defalarca ödemiş olmanın verdiği deneyimle, yarınlarında uykularından Hasan Mutlucan türküleriyle değil Barış ve Kardeşlik, Demokrasi ve Özgürlük türküleriyle uyanacağına daha çok inanıyor.
Hükümet demokratik adımlar atmakta ürkek, hatta korkak davranıyorken, en yetkili ağızlardan işçi ve emekçi düşmanı sözler duyulurken nasıl keyifli olacaksınız.
Teknoloji tranferlerinde maliyetlerin artmasından çekinen sermaye; artık teknolojik yenilenmeler ve değişmenin kaçınılamazlığını anlamış, ilkel üretim koşularından uluslararası sermayeyle rekabet koşullarını yaratacak değişikliklerin dayattığı kadro değişikliklerini çıkarlarına uygun olarak yapmış ve yine çıkarlarına uygun olarak gündemdeki sorunlara en yetkili organları aracılığıyla mudahale etmiştir. TÜSİAD’ın yeni başkanının düşünce ve görüşlerine bu sitenin okurları hiç de yabancı değildirler. Ümit Boyner önyargısız anlaşılmaya çalışıldığında görülecektir ki, kendi sınıf çıkarlarının garantisi Demokrasi-Barış ve Özgürlük koşullarında sınıfların konumlanmasından geçmektedir. Bu en geniş anlamıyla güvenceli çalışma koşullarının yaratılması için sendikal örgütlenmelerin önündeki bütün engellerin kaldırılması, İLO standartlarında bir çalışma ikliminin yaratılmasıyla mümkündür. Ordunun siyasetten kışlasına çekilmesi, yargının bağımsızlaşması ve demokratikleşmesi yönündeki değişimlerin gerçekleşmesi ile mümkündür. Bütün bunlar için de 12 Eylül anayasısından kurtulmak. Yeni, çağdaş ve demokratik bir anayasa yapmak en temel değişim olacaktır ve bu temel asgari müşterekler sermaye için de, emek için de ortak çıkarları barındırmaktadır. Bu durum emek sermeye arasındaki temel çelişkiyi yadsımaz ama tek ve en temel çelişki olarak da emek sermaye çelişkisini kabul etmekle de çözümlenemez. Her şey yeniden ve yeniden irdelenerek değişim süreci içinde sınıfların konumlarındaki farklılaşmaları başka türlü anlamak mümkün olmayacaktır. Ümit Boyner’in konuşmasını “sömürü düzenlerini devam ettirecek demogojik bir saldırı” olarak algılamak yerine bence, çıkarlarını hangi koşullarda nasıl koruyabileceklerinin açık bir manifestosu olarak algılıyorum.
Emek ve geniş halk kesimlerinin geleceğinin ve çıkarlarının, en yakın hedeflerinin, hangi koşulları gerektirdiğini de sıraladığımda; ortaklaşılabilinecek önemli süreçler olduğunu görmek mümkün. Ancak işçiler ve emekçiler de eşit ve özgür örgütlenme ve mücadele koşullarına kavuşurlarsa bu ortaklaşmaların doğrudan hayatın çok yönlü değişimi sürecine katkısı olabilecektir.
Eğer değişmek olayları, insanları ve hayatı farklı algılamak ise hepimiz tepeden tırnağa değişmedeyiz, değişmek zorundayız da. Yaşadığımız acı deneylerden bir şeyler öğrendiysek eğer; hayatın da her zaman cömert olmadığını bilmemiz gerekiyor.
Belki keyiflenmemize neden değişime olan değişmeyen inancımızdır...
“Yıldızlara hayatı götüreceğiz” diyebiliyorsak, ülkemde çilekeş halkımın bir gün mutlaka kucaklar dolusu Barış- Demokrasi ve Özgürlük çiçekleri toplayacağı hayali keyiflendiriyor beni...
Demir parmaklıkların ardındaki karanlıklardan çocuklarımızı kurtarmadan,
Çocuklarımızın kaybolma nedenlerini ortadan kaldıracak toplumsal bilinci geliştiremeden ne kayıpların önüne geçebiliriz ne de kayıpları bulabiliriz.
Keyifliyim;
Bütün bu değişim sürecinde, bir zamanlar bizim nefes alıp verişimizden bile haberdar olanların korkularından; güm güm güm eden kalp atışlarını duyabiliyorum.
Ya siz?...
Ali Rıza Üleç
20.02.2010-Almanya