'Eline, Beline, Diline Sahip Çık'

16 Ekim 2010 23:28 / 2378 kez okundu!

 


Geçenlerde Başbakan meclis grup toplantısında tekrarladı bu sözü. Hz. Ali’nin adaleti ile anıldığı Alevilik öğretisinde de bu üçleme oldukça önemsenir. Ben askerde de bu üçlemeyle karşılaştım. Eline sahip çık denirken algılanan genellikle hırsızlık yapılmaması ve harama el uzatılmamasıdır.

Geçenlerde Başbakan meclis grup toplantısında tekrarladı bu sözü. Hz. Ali’nin adaleti ile anıldığı Alevilik öğretisinde de bu üçleme oldukça önemsenir. Ben askerde de bu üçlemeyle karşılaştım. Eline sahip çık denirken algılanan genellikle hırsızlık yapılmaması ve harama el uzatılmamasıdır

Oysa el sonuçta bir araçtır. Beynin gönderdiği emirleri uygular. O zaman beyinde algı elin üretkenliği, yaratıcılığı, sevgisi, olarak kodlanırsa sahip çıkma da farklı algılanacaktır.

Dilimize sahip çıkmamız istenirken de yalan söylemememiz, kötü, bir başkasını incitecek sözlerden kaçınmamız vb. klasik algı akla gelmektedir. Geçenlerde Başbakan Erdoğan Meclis’te grup toplantısında dilimize sahip çıkmamızı hatırlattı. Birbiriyle çelişen açıklamalarıyla, farklı zaman ve mekânlarda yaptığı açıklamalar, çifte standartlarla sorunlara yaklaştığını inkâra yer vermeden sergileyen açıklamaları ile de unutulmayacak. Başbakan daha sonraki bir açıklamasında da Kürtçenin Kürtlerin ana dili olduğunu teslim etmekle birlikte, Kürtlerin ana dillerinde eğitimlerine karşı çıktı.

Sonra da Almanya ziyareti sırasında Almanya Başbakanı Merkel' le yaptığı görüşmede de Türklerin Almanya'da ana dillerinde eğitim hakkını savundu.

Büyüme iddiasını taşıyan bir ülkenin başbakanı olarak Erdoğan ya kendini Kürtlerin de başbakanı olarak görmüyor ya da Kürtleri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak algılamıyor.

Tabii ki bunların hiçbiri değil. Erdoğan Kürtçenin Türkçeden sonra kullanılan en yaygın ana dil olduğunu bal gibi de bilmektedir. “Politik samimiyet“ tartışmaları açan Başbakan bizatihi kendi samimiyetini tartışılır yapacak açıklamalar yapıyor.

Halk artık eskisinden çok farklı olarak sorunlarının nasıl çözüleceği konusunda fikir sahibidir. Çünkü eskisinden çok daha farklı olarak teknolojinin olanakları halkın bilgilenme düzeyini yükselttiği gibi bilgiye ulaşmasını da kolaylaştırıyor. Ana dilde eğitim üstüne Almanya'da Türkçe söz konusu olunca söylenenle, Türkiye’de Kürtçe söz konusu olunca söylenenlerin samimiyetini halk anlayabiliyor.

Başbakan'ın diline sahip çık derken, diline sahip çıkan Kürde tepkisi ne kadar samimi olur Allah aşkınıza.

Dile sahip çıkmak dilin demokrasi ve barış adına, insana ve hayata dair söylenebilecek en güzel şeyleri söylemesi olarak da algılamak herhalde en doğru tutum olacaktır.

Referandum sonuçlarının hükümet partisinin oy oranlarına pozitif etkisi olacağı genel bir öngörü olmakla birlikte halkın hiçbir parti ve hükümet için sonsuz kredisi olmadığını da yine ülkenin yakın tarihi göstermiştir.

Ülkenin çözüm bekleyen sorunlarına cesaretle yaklaşarak Demokrasi ve Barış konusunda kalıcı adımlar atamayan bir hükümet için de çok kolay; ilk fırsatta kredisini tüketecektir. Başkaları için kendilerinde kredilerinin tükendiğini açıklayan AKP’nin ağır topları kendilerine verilen kredinin de sonsuz olmadığını bilmelidirler.

Referandum sonrası tuhaf değerlendirmelere de tanık olmaktayız. Her nedense referandumda hayır oyu kullananlar Hükümet politikalarından evet oyu kullananları sorumlu tutmaktalar. Oysa bir önceki yazımda da belirttiğim gibi referandum sonuçları evet ve hayır oyu kullanan Demokrasi ve Barış güçlerinin birlikte mücadele olanaklarını arttırmıştır. Süreçten de anlaşılacağı gibi sadece kendine Müslüman olanlar hayatın gerçekleri karşısında başlarını secdeden kaldırıp doğrulamayacaklardır. Evet, özgürlükler bir bütün olarak ele alınmalıdır, yol yürümek için de bir adım atılmalıdır. Bu anlamda da Türban konusunun yeniden gündeme taşınmasını artık Türkiye’nin bu sorunu çözmesi gerektiği biçiminde de görmek mümkün.

Yasaklarla yaşayan politik bir kuşağın temsilcisi olarak hayattan öğrendiğim önemli derslerden biri de toplum olarak yasaklarla değil özgürlüklerin genişlemesi ile çağı yakalamak ancak mümkün olacaktır. Sıkıntılar elbette olacaktır. Barış ve demokrasi-adalet gerçekleştirmesini tek başına hükümetten beklemek büyük bir politik saflıktır. Evetçilerin süreci böyle algıladıklarını söylemek de aynı saflıkta bir politik yanılgı olacaktır. Bence asıl şimdi sürecin ihtiyaçlarına her sınıf kendi çıkarları açısından yaklaşmalıdır. Çıkarların çakıştığı politik süreçlerde de birlikte davranma becerisini göstermek kadar tutarlı ne olabilir ki.

Birbiri ardı sıra ülkeyi karanlığa sürükleyen üstü örtülerek raflara kaldırılan dosyalar, tozlu raflardan indirilerek yeniden davalar açılmakta. Bu gelişmeleri önemsemek gerekiyor. Tam da bu aşamada gelişmeleri kapalı kapılar ardında konuşmak yerine, hükümetin gerçekleri halka açıklamasını isteyecek, bu konuda baskı oluşturacak her şey yapılmalıdır. Hrant Dink'in arkadaşları olarak yapılan son bilgi edinme girişimi bu anlamda da önemli bir adımdır. Bilgi edinme özgürlüğünde bilgi vermekten kaçınan devlet neyi korumaya çalışıyor. Bu konuda bilgi alana kadar daha da güçlenerek atılan adımların arkasını getirmek, ısrarcı olmak mümkündür.

Hayat denilen kavgaya girdiysek kimin doğru kimin yanlış olduğunu tartışarak kavgada duruşumuzu belirlemek hayata yenik düşmektir. Hayatı ancak sorunlar karşısında birlikte alternatif politikalar üretebildiğimiz ölçüde kazanmak şansımız olacaktır. Bunun da ilk adımları tartışarak, düşüncelerimizle birbirimize dokunarak sağlayabiliriz.

Bugünden yarına umutlarımızı taşıyabileceğimiz; elimize, belimize, dilimize en fazla sahip çıkmamız gereken bir süreç yaşıyoruz.


Ali Rıza Üleç

14.10.2010 - Almanya



 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.