İKİ SEVGİLİ...
20 Şubat 2010 01:30 / 2754 kez okundu!
Çisil çisil yağıyordu yağmur. Annem ahmak ıslatan derdi. Yağmurda ıslanmak ahmaklıktı onun için ya da ona böyle öğretilmişti. Oysa insan, böyle sindire sindire aşktan ıslanırdı. Şarkı da böyle söylemiyor mu?
Bense yıkandığımı hissederim; doğa ana, tepemden aşağıya damla damla yağıyorsa. Neydi o delişmen zamanlarım. Kavurucu sıcakların ardından bastıran yağmur altında çoluk çocuğu toplayarak, ıslanın, ıslanın çocuklar! Bırakın doğa iliklerinize kadar işlesin derdim de; hep birlikte omuz omuza küçük bir daire etrafında halay çeker gibi deli divane dönerdik yağmur altında. İnsan kendini unutuveriyor ıslanırken. Keşke büyümese miydi çocuklar? Yoksa yağmurlar çocukken mi daha güzeldi?..
Birdenbire kesiliverirdi sonra yağmur şakadan yağmış gibi. Herkes nasıl ıslandığına kahkahalarla gülerdi yağmur sonrası.
Bu defaki bir başka. Ellerimizde çaktırmadan başlayan yorgun buruşuklukları saklayarak sıkı sıkıya eleleyiz. Evet avuçlarımızı ıslatmasın istiyoruz yağmur damlaları. İkimiz de biliyoruz çok üşürüz o zaman. Ellerim üşümesin istiyorum. Yıllar var avuçlarımda saklıyorum sıcaklığını...
Oysa senin saçların sırılsıklam. Benim kafamda berem var. Zaten saçlarım da kısacık. Dokuz numara kısaltmışım kendi ellerimle. Bu yüzden üşüyor başım. Şaşıyorum sana doğrusu; hem de utanıyorum erkek halimden. Sonra birden dalıyorum saçlarının ucundan süzülen damlalara. Kaybolup gidiyorum sessizce. Senin yanında düşlere dalıyorum sensiz düşlerimde sen.
Beni içine çekiyor bir yağmur tanesi. Küçülüyor küçülüyor, yok oluyorum sanki içinde.
Bir damlanın içinden bakıyorum sana. Gri bulutların sakladığı gökyüzü mavisinden yıldız çiçekleri topluyorum. Önüm, arkam, sağım solum, gelmişim geçmişim kayboluyor damlanın içinde. Ateş gibi yanıyorum boynundan süzülürken sütlü memelerinin arasına. Sonra gri bulutlar çöküyor üstüme.
Tutunamıyorum memelerinin arasında. Kayıp gidiyorum. Zaman kayboluyor sanki. Gözlerimi kapatıyorum. Ateşinden buhar olup uçmuşum bile. İşte yine o korku sardı bedenimi…
Ellerim soğuyor. Üşüyor muyum ne?
Donup kalmak ya da kaybolmak telaşı içindeyim...
Tut, tut ellerimden düşüyorum.
Tutunamıyorum, tutamadın yine beni; göbeğinin çukurunda sımsıcacık bir düşe dalıyorum...
Evet, aynen anladığın gibi düş içinde düş görüyorum. Şaşırma! Ben böyleyim işte. Bazen sınırlarını zorluyorum düşlerimin. Pek sık olmasa da sınır ihlallerim oluyor, düşlerimin içinde düşlere dalıyorum. Bakma bana öyle ve sakın acıma. Hiç de sandığın gibi acınacak bir halim yok. Aksine kendimi seviyorum düşlerimin sınırlarını zorlarken. Kaçtığımı düşünmek de mümkün tabii.
Hani insanın yalnız kalmak istediği, hiç bir şey düşünmeden sessiz bir yalnızlığa kaçtığı zamanlar vardır. Bir ağacın gövdesine dayayıp sırtını gölgesinde saklanmak ister ya da bir dere kenarında belki su sesine bırakır kendini. Bazen kuş sesleri alıp götürür yükünü dünyanın. Benimkisi de işte böyle bir şey galiba. Ben sevinçlerimde de, korkularımda da düş bahçelerime koşarım...
Bilirsin insanlar huzur bulurlar deniz kenarlarında. Usul usul birbirleriyle oynaşırken dalgalar, sessizce dokunurlar insanlara. Sevgiyle okşarlarken dalagaları, deniz alabildiğine mavidir mutluluktan. Birbirlerine söylenmemiş en güzel sözleri fısıldarlar. Deniz kenarında ağaçlar; dallarında tomurcukları yeni patlamış renk renk çiçekler. Yeşil yapraklar sarmadan, dallarda renk renk çiçekleri ben istedim. Kuş sesleri sakladım çiçeklerin arasına. Sen ellerinle dokun yeter. Bütün beyazlar da sessiz ve yalnız ölümlerin şarkılarını fısıldayacaklar. Neden mi? Beyazdan korkanlar ölüme yazdılar onun adını. Sarılar ayrılık ve hasret türküleri yüklü hüzün fısıldayacaklar. Kırmızılara aşk ateşlerinin korlarını sakladım. Üşürsen bir akşamüstü ısıtsınlar istedim içini sımsıcak.
Görmezsin sanmıştım. Haklısın daha patlamamış tomurcuklar sakladım çiçeklerin arasına. Onlar umutlarımı taşıyorlar. Sımsıkı tomurcuklara sakladım umutlarımı. Evet korkuyorum, umutlarımı koparıp atıverecekler ya da yakacaklar diye. İki sevgili bekliyor onlar, iki sevgili. Yürekleriyle dokunabilirlerse umut tomurcuklarıma o zaman açacaklar. Hangi renk mi açaçaklar? Ne önemi var renklerin umut çiçekleri açınca. Umutlarımız bütün renklerinde saklı değiller mi çiçeklerin.
Hadi kalk yürüyelim biraz. Hava kararacak neredeyse. Üşürsün sonra. Ellerimi tut. Sımsıkı elele yürüyelim yitip giderken güneş. Elele dalalım gecenin karanlığına. Güneş avuçlarımızda saklansın yarının çocuklarına.
Şarap çekti canım. Kırmızı şarap. Neden diye sorma şimdi. “Beynimi yıkayacağım” desem güleceksin ama öyle işte beynimi yıkayacağım. Belki de “yakutunda adam” olurum, ne biliyorsun.
İnsanların da yüreklerinde, bilinçlerinde mahzenleri vardır. Mahzenlerinde olgunlaşır sakladıkları. Her neyse gün gelir, tamam olunca paylaşırlar diğer insanlarla. Şarap gibi, aynen şarap gibi doğanın ve toprağın ruhunu taşırlar.
Şarap çekti canım. Tahta bir masada iki bardak ve bir şişe şarap kırmızısından. Evet evet, o yerlerde olsun, tahta masalı bir mayhanede mesela. Rüzgar söylerse bizim şarkımızı, keyfime deme gitsin. Sonra sen başlamalısın mırıldanır gibi yumuşacık sesinle. Sesinde şarkısı aşkın hazan olup gitmesin diye şaraptan birer yudum almalıyız. Biliyorsun değil mi? Sensizliğimi meze yapardım aslan sütüne. Şimdi karşımda sen, gözlerin değince gözlerime yanıyor yüreğim, ellerime akıyor. Şarabın ruhu sarıyor işte yeniden bütün benliğimi.
Tahta masada iki bardak şarap. Şarap kırmızısına saklı yüreklerimiz.
Ayak seslerimi nereden duyacaktı gece
Yıldızlara basmasaydım eğer.
Uyanır mıydı karanlık uykusundan düşlerim,
Gözlerimi yakmasaydım eğer.
Ali Rıza Üleç
11.02.2010 - Almanya