Karakış çocukları
12 Aralık 2011 10:46 / 2168 kez okundu!
Kışa neden kara dediğimizi merak ederek TDK’nın Büyük Türkçe sözlüğüne baktım. Kışın ilk ayları karaymış. Kışın ilk aylarının neden kara olduğu konusunda da pek fazla açıklama yok sözlükte. Biz anladığımız ya da algıladığımız gibi anlamaya ve algılamaya devam edeceğiz yani.
Van ve Erciş'te yaşayan deprem mağdurlarına sormak galiba en doğrusu olacak. Dışarıda bembeyaz kar yağarken kış neden karadır en iyi onlar bilir, anlatırlar herhalde. Onların yaşadıkları kış, sözlüklerde sözcüklerle anlatılamayacağından onların dilinden öğrenmek en doğrusu olacak.
Çadırın kapısından bir ana, bir kız bakıyor haber kameralarına. Burunları ve elleri kızarmış soğuktan. Bir adım ötelerinde, dışarıda kar yağıyor.
Zaman zaman sevinci, oyuncağı oluyor çocukların kar taneleri. Belli ki üşüyorlar. Kürt olsalar ne olur, Türk olsalar ne olur çocuk onlar işte.
Bütün çocuklar gibi onlar da çocuk.
Kışın kar, soğuk, boranda yaşayanlar bilir. Korunmasızsanız kış, kar, soğuk acımasızdır insana. Hele de çocuklara iki kat daha acımasız.
Savaş da kış gibidir, zalim, üstelik de korunaklı olamazsınız. Ne yaparsanız yapın bir yanınız mutlak acır savaşta. Ya savaş – deprem ve kış hep birden gelirse üstünüze.
Hangi güçle dayanırsınız, hangisine karşı kendinizi ne kadar koruyabilirsiniz?
Oysa hepsinin ilacı "Barış" değil midir?
Barış koşullarında kışa daha hazırlıklı olursunuz. Barış koşullarında depremlere dayanıklı evleri inşa etmek hem daha kolay hem de denetimi daha mümkündür.
Okulları başlarına yıkılmaz öğrencilerin. Savaşta olduğu gibi can güvenliği korkusu yaşamazsınız.
Vicdanlarımız her zamankinden daha çok acıyor bu kış.
Her aileye üç çocuk önermek gibi bir çılgınlığı durmadan tekrarlayan başbakana sormazlar mı? Sorarlar.
Deprem çadırlarında yansınlar diye mi?
Savaşlarda birbirilerinin canlarına kast etsinler diye mi?
Karakış da soğuktan hastalanıp kara toprağa düşsünler diye mi?
Artık daha fazla insan, bu ülkenin vicdanlı-akıllı insanları daha iyi anlıyorlar barışın önemini.
Dersim’in ne büyük derslerle dolu olduğunu daha iyi anlıyorlar.
Barışı her zamankinden daha fazla önemsiyor, daha fazla istiyorlar.
Anlaşılamaz gibi görünen karmaşık bir süreci hızla yaşıyoruz. Sanki yıllardır anlatmaya çalıştığımız gerçekler hükümet marifetiyle halka açıklanıyor.
Tarihin raflarındaki tozlar silkeleniyor sanki.
Herkes yaşanmış acılar karşısında tutumunu yeniden gözden geçiriyor.
Sermaye dünyanın en büyük 10 ekonomisine aday olduğunu açıklarken, tarihe bu çıkarları açısından yaklaşıyor.
Dersim’i özürle geçiştirmesi de mümkünmüş gibi görünüyor.
Sorumluların hesap vermesinden yan çizmesi de mümkün.
Yeni ve demokratik bir anayasa kapıya gelip dayandığında ardı arkası kesilmeyen operasyonlarla Demokrasi-Barış ve Özgürlük isteyenlere göz dağı veriyor bu hükümet.
Çok çaresiz kalınca da anti-komünist histerileri depreşiyor. Hapisaneler dolup taşarak adeta toplama kamplarına dönüşüyor.
Her şey dönüp dolaşıp halkta bitiyor. Eğer ister ve inanırsa yarın halkın çıkarları bakımından da aydınlık olabilir.
Demokratik birleşik bir muhalefete her zamankinden daha çok ihtiyacı var bu ülkenin. Emek adına, halk adına, sol adına, demokrasi ve özgürlük adına, barış adına sözü, inancı ve vicdanı olan herkesin böyle bir muhalefeti yaratmada sorumluluğu ve önemli katkıları olabilir. Olmalıdır.
Öyle anlaşılıyor ki sendikal hareket bundan böyle yeni bir aşamaya gebedir. Türk-İş içinde muhalefetin en örgütlü ve güçlü çıkışlarından biri daha göstermiştir ki; sendikal birlik Türk-İş içinde mümkün olamayacaktır.
Bükemediğin eli ceketini ilikleyerek sıkmak takdir edilebilir bir davranış olabilir. Ama daha güçlü bir demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı istiyorsak farklı alternatifler de denenmelidir.
İşçilerin birliği barışa giden yolun en önemli köprülerinden biri olacaktır.
Barış için önce çatışmasız ortamı sürekli kılacak koşullar sağlanmalı, barışa giden yollar temizlenmelidir.
Umudumu korumakla birlikte daha çok kan akacağı endişelerim de yok değil. Bu nedenle ilk adımların daha özenli ve sorumlu olması ve çatışmasızlığın öncelikle koşulsuz devam ettirilmesi, görüşmelerin sürmesi zorunludur diye düşünüyorum.
Orta Doğu'da savaş rüzgarları eserken barış çok daha fazla önem kazanıyor.
Bütün bu süreci, depremzede çocuklarının hayatını karakışa teslim eden bir hükümet barışa taşıyabilir mi? Elbette ki, kocaman bir hayır!..
Başbakanın ciğeri yanıyorsa hala, ciğerindeki ateşe kar bassın.
Dışarıda kar yağıyor...
Bir yarısında ülkemin kar altında çocuklar ölüyor.
Kırmızı burunları donmuş elleri ve çıplak ayakları ile karakış çocukları...
Yine de her karanlık içinde bir ışık saklar...
Ali Rıza ÜLEÇ
11.12.2011, Almanya