Operatör - 4
31 Ocak 2012 15:49 / 1799 kez okundu!
Bembeyaz bir Dumlu’dan baktığımdan mı ne?
Bir başka tutkunum şimdi ben
Gökyüzünün maviliğine.
Çok korkuyordum. Erzurum’un soğuğundan çok korkuyordum. Askere gidene kadar İzmir’de kış diye kuru soğuktan başka ne görmüştüm ki... Bir kaç kez kar yağmış,o da iki üç saat içinde eriyip gitmişti. En soğuk kış günleri bile yarım ton anca kömür yakardık. Ortaokula başlayana kadar soba nedir bilmedim zaten. Mangalda odun kömürü kor olana dek dışarıda yakar sonra mangalı içeri odaya alır ısınmaya çalışırdık. Belki de çocukluğumdan kalan bir korkuydu benimkisi. Ya da anlatanlar çok abartmış da olabilirlerdi. Erzurum’da Dumlu otobüsünü beklerken vatandaşlar Dumlu’nun Erzurum’dan 10 derece daha soğuk olduğunu söylemişlerdi. İlk kar yağışı ve karda sabah sporları derken alışmıştım yavaş yavaş. Fazlı üsteğmen çok dikkat ederdi. Ayağımızdaki çorapların ıslak olup olmadığına, tek mi çift mi çorap giydiğimize kadar kontrol ederdi. Bir gün sabah sporunda belden yukarımız çıplak karlar içinde yuvarlanıp durduk.
- Üst çıkar!
Bir çoğumuz şaşkın şaşkın atlete kadar soyunduk.
- Herkesin üstü çıplak olacak!
- Yere yat, yuvarlan. Durma dön dön.
Karlar içinde yuvarlanıp duruyordu bütün bölük. Tenimiz doğrudan karla temas ediyordu. Fakat üşümüyorduk, giderek sabah sporlarını da, karda eğitimi de sevmeye başlamıştım. Kendimi daha zinde hissediyordum nedense.
Tabur sınırları içinde ilginç bir uygulama vardı. Kaum başından Nisan başına kadar tabur sınırları içinde yürümek yasaktı. Gideceğimiz her yere koşarak gitmek zorundaydık. Tabur komutanı birini yürürken görürse 3 günle bir hafta arası disiplin cezası veriyordu. Soğuk kış koşullarına dayanabilmek için de c vitamini bakımından zengin kuru soğan verilirdi yemeklerde. Yine bu kış günlerinde Antalyalı Rıfat çavuştan portakalı tuzlayarak yemeyi öğrendim.
Kaptırdım askerlik anılarına kendimi anlatıyorum. Sevgili yoldaşım İbrahim ..... un söyledikleri geldi aklıma. Erkek için yaşamında beş önemli dönem vardır demişti. Doğum – sünnet – askerlik – evlilik - babalık. Kimi eksik yaşardı bu beş evreyi, kimine de fazladan mahpusluk eklenirdi.
25 metre atış alanındaydık bir gün. Sıra Yusuf’a gelmişti. Zar zor atış alanına getirebilmiştik. Üç atışta 25. tutturdun mu görevi yapmış sayılıyordun. Yusuf üç atışı yaptıktan sonra baktık ki kağıtta iki delik var. İkisi de 12’den. Üçüncü kurşun izi yok.
- Karavana Yusuf, dedi Nazmi Teğmen.
- Yok komutan olmaz, karavana yok dedi Yusuf.
- İki delik var Yusuf, işte burada başka yok.
- Yok komutan olmaz. İkisi aynı delikten geçti dedi Yusuf.
Birden duraksadı Teğmen Nazmi. Olur mu, olurdu. Bölükten bir büyüteç getirtip delikleri tek tek kontrol etti Nazmi teğmen. Deliklerden biri kurşun kalınlığında sağ tarafa doğru büyümüştü. Doğru söylüyordu Yusuf.
- Haklı komutanım. Deliğin biri büyük. Bu delikten iki kurşun geçmiş. Ben de görmüştüm, gerçekten hayretler içinde şaşkın şaşkın Yusuf’a bakıyorduk. Yusuf, kan davasında uzun yıllar hapis yattıktan sonra cezaevinden doğrudan askere getirilmişti. Ne zalim kanunlarımız vardı böyle. Adam memleketine bir uğrasa, hasret giderse bir kaç gün, bir iki hafta sonra teslim olsa askerlik şubesine olmaz mıydı sanki…
Nazmi teğmen dalgın bir tebessümle yanıma yaklaşarak;
- Görüyor musun Ali Rıza, insanları nasıl karpuz gibi seçerek gönderiyorlar buraya diye dertlenmişti. Bu adamdan asker olsa ne olacak? Yıllarca hapis yattıktan sonra ne yapacaksın bu insanla? Nasıl savaşır bu adam? Karpuz gibi seçiyorlar...
Soğuktu Erzurum, çok soğuktu. Sabah içtimaya çıktığımızda tüfeklerin namlularını tutamazdık. Ellerimiz buz kesmiş namlulara yapışırdı. Eldiven giy komutu verilene kadar parmak uçlarımın sancısı beynimi kemirirdi sanki. Bir de kulaklık tak komutunu beklemek kahrederdi böyle. Masmavi bir gökyüzü altında bembeyaz karla kaplı bir zemin üstünde rüzgar savuruyor kar tanelerini. Donmuş kar tanecikleri kulak kenarlarıma vurduğunda öyle bir acı verirdi ki, gözlerimizden yaş gelirdi.
- Kulaklık tak!
Bu komutu duyana kadar kulak kenarlarım soğuktan kavrulurdu.
Soğuk ve kardan başladık devam edelim. Benim gibi kar fakiri bir İzmirli için unutulmaz anılar bunlar. Bütün zorluk ve acılarına rağmen Erzurum’un doğasında kar manzaraları beni dehşetle etkilerdi.
Soğuk karlı bir gün sabah sporundan sonra koğuşta iç çamaşırlarımızı değiştiriyorduk. Spordan sonra bunu yapmak zorundaydık. Terli kalmamalıydık. Atlet değiştirirken kaşıntı tuttu Osmanla beni. Derken atletin koltukaltı kısmında beyaz bir böcek buldum. Osman’da da aynısından vardı. Nedir bu diye şaşkın şaşkın birbirimize soruyorduk. Osman Erzurum böceği dedi ağız dolusu gülerek. Onbaşılardan biri yanımızda üstünü değiştiriyordu. Adını hatırlamıyorum şimdi ona sormaya karar verdik.
- Abi bit bunlar yahu, diye neredeyse çığlık atmıştı onbaşı.
- Peki ne yapacaz?
- Bölük komutanına bildirmek lazım ama ben söyleyemem dedi onbaşı. Sanıyorum nöbetçi onbaşı olmalıydı. Komutan ona kızar diye korkuyordu.
- Tamam, ben gider söylerim dedim.
- Komutanım, Osman’la ben üzerimizde beyaz böcekler bulduk. Sorduk arkadaşlar bit dediler.
- Ne, diye haykırdı Fazlı üsteğmen. Beyaz böcek mi? Sonra gülerek başka kimsede var mı, diye sordu.
- Bilmiyorum komutanım.
- Tamam gidin şimdi içtimaya çıkın, orada konuşuruz.
- Emredersin komutanım.
Tabur içtiması bitip bölükler kendi alanlarına çekilince, Fazlı üsteğmen bütün bölüğe dönerek;
- Kimde bit varsa üç adım öne.
2. takımdan ben, üçüncü takımdan Osman. Koca bölükte bitli sadece ikimiz öne çıktık.
- Başka kimsede bit yok mu diye biraz kızgın bir tonda bir daha sordu Fazlı üsteğmen. Kimsede çıt yok.
- Tamam o zaman madem başkasında yok siz koğuşa gidin. Size üç gün izin, çamaşırlarınızı toplayın. Hamama gidip hem kendinizi hem çamaşırları yıkayın. Sonra koğuşta ne kadar yatak varsa hepsini dışarı çıkarıp bahçeye dizin. Akşama kadar dışarıda kalsınlar. Koğuşu temizleyin bir güzel, çarşaflar falan yıkansın. Bit kalmasın. Tekrar ederse sorumlusu sizsiniz. Bölükte “Erzurum böceği” istemiyorum.
Dışarısı soğuk. Eksi 30 – 35’lerde hava sıcaklığı. Tükürsek tükürüğümüz tak diye betona düşüyor. Üç gün hem kendimizi hem koğuşu temizledik Osman ve koğuş sorumlusu ile birlikte. Yatakları neden dışarı çıkardığımızı geç de olsa anladık. Bitler donarak temizlenmişlerdi. Ertesi gün içtimada arkadaşlardan bazıları kendilerinin de bitlendiğini söylemeye kalktılar.
- Hastirin ordan korkak yalancılar, diye tersledi onları bölük komutanı.
Tam olarak hatırlayamıyorum ama galiba koğuş pencereleri tek camlıydı. O zamanlar çift camlı pencereler yoktu herhalde. Bu nedenden olsa gerek camlar buzlanırdı. Doğa camlara öyle ilginç buzdan desenler düşerdi ki, hayranlıkla seyrederdik Osman’la birlikte. Sevgili Osman bu manzaralardan etkilenerek ‘Buzdan Manzaralar’ diye bir şiir bile yazmıştı.
Kış bambaşka bir telaştı askerlikte. Yoğun kar yağışı altında üç günlüğüne tümen sınırları içinde tatbikata çıkmıştık. Koca koca Reolar buz kesmiş havada doğru dürüst çalışmaz. Araç ve gereçlerin bir çoğu ikinci dünya savaşından kalmalar. Şoförler neler çektiler bu araçlar yüzünden. Belli aralıklarla “İglo”lar yaptık kendimize. İçinde üç gün yaşadık. Çadırlar da vardı. Portatif sobalar. Her şey düşünülmüştü neredeyse ama her şey ikinci dünya savaşından kalma. Sadece askerler yerliydik. Kim bilir kimlerin parmak izleri vardı kullandığımız araç gereçlerde. Ne insan hikayelerine, ölümlere tanıklık etmiş araçlar yeni hikayeler yükleniyorlardı. Zeminle uyum sağlayabilmek için beyaz tulumlar giyiyorduk hakilerimizin üstüne. Kamufle oluyorduk hesapta. Sobalardan tüten dumanlar kar üzerinde kapkara duran diğer kamuflaj gereçleri...
Ve kışın en çekilmez zamanları nöbetler. Yarım saate düşen nöbet süreleri bütün birlikleri uykusuz bırakıyordu. Merdivenlerin basamaklarında üzerlerindeki teçhizatlarla uyuyordu askerler. Soğuk olduğu için kısaltılmıştı nöbet süreleri. Bir yandan yorgunluk bir yandan soğuk öyle bir uyku basıyordu ki. Sakıncalı olduğumuzdan garaj nöbeti düşerdi payıma. Soğuktan uyuya kalan birçok askerin bacaklarını kangren olduğu için kaybettikleri anlatılırdı. İşte böyle dondurucu bir kış günü kar fırtına boran ortalık. Garaj nöbetindeyim. Soğuk bir yandan, bir de aç kalan kurtların saldırı tehlikesi diğer yandan. Nasıl bir uyku bastırıyor dayanamıyorum. İçimi ısıtan bir sıcaklık sarıyor bütün bedenimi. Kendi aracımı, 56 model Dodge arıyorum. Şoför mahalline geçip oturuyorum. Gözlerim kapanıyor ağır ağır. Tam daldım dalacam bir zamanda garaj içinden nöbetçi subayın aracı geçiyor. Araç sesine uyanıyorum. Kendini durduran olmayınca garaj çıkışında duruyor araç. Nazmi teğmen alay nöbetçi amiri.
Araçların arkasından dolanarak tekmil veriyorum. Neredesin sen diye bağırıyor Nazmi teğmen.
Araçların arkasındaydım komutanım diyorum. Yalan söyleme diye tersliyor beni. Uyudun değil mi?
Susuyorum.
- Yahu sen de böyle yaparsan biz bunlarla ne yapacağız Ali Rıza diye halâ bağırıyor bana.
Haklıydı. Donabilirdim orada. O ana kadar bütün yaşamım bir şerit gibi gelip geçti gözlerimin önünden. Nelere dayanmıştım. Yorgunluğa ve uykuya teslim olacaktım Nazmi teğmen gelmese.
Daha sonra nöbetçi çavuşla konuşarak beni listeden sildirip koğuş nöbetine kaydırmış. Belki de hayatımı borçluydum bu insana. Onu burada bir kez daha şükranla anmak istiyorum.
Yine karlı bir kış günü tam teçhizat dağa yürüyüşe çıkıyor bölüğümüz. Sırt çantalarımızın üstüne edikler veriliyor her birimize. Komut verilince karda yürüyebilmek için botların üstüne onları giyeceğiz. Oyun gibi geliyor bana. 20 yaşındaki gençlerle dayanıklılık yarışına giriyoruz adeta. Birçoğuna taş çıkartır gibi olsak da çoğu bize gülerek hadi ağabeyler, ilerleyelim abiler diye takılıyorlar. Küçük bir dağ tepesine tırmanıyoruz. Yine de Dumlu’dan yüksekte olduğumuzdan manzara harika görünüyor. Kar tanecikleri içindeki su kristalleri sanki yeşile çalar badem yeşili bir görüntü veriyor. Harika bir manzara. Tabii askerlerin nazarında yine iki ihtiyar komik durumlara düşüyoruz manzara hayranlığımızla.
Başka türlü dayanamıyorduk. O kadar akıl almaz şeyler yaşıyorduk ki, aklımızı yitirmemek için tutunabileceğimiz her şeye sıkıca sarılıyorduk. Bir astsubay vardı, adı Şükrü. Bazı şeyleri yapmakta ve anlamakta zorluk çekiyordu çocuklar... Bazıları yürüyemiyordu ediklerle. Adım atarken takılıyor, yere, kar üstüne kapaklanıyorlardı. O onları hem aşağılıyor hem de acımasızca dövüyordu.
Geçen zaman içinde kar ve soğukla birlikte yaşamayı öğretmişti bana askerlik. Şimdi hala her taraf karla kaplıyken masmavi gökyüzünün büyüsüne kaptırır giderim kendimi.
Ali Rıza ÜLEÇ
25.01.2012 - Almanya