Allahu Ekber nidalarıyla insan boğazlamak - Oya Baydar

22 Ağustos 2012 12:30  

 

Allahu Ekber nidalarıyla insan boğazlamak - Oya Baydar

Aslında, amaç araç ilişkisi üzerine bir yazı bu. Özgür Suriye Ordusu örneği, anlatmak istediklerimi o kadar iyi özetliyor ki, örnekleri çeşitlemeye hiç gerek yok.

Bir süre önce TV ekranlarında ve internet ortamında, insanım diyeni insanlığından utandıracak bir video kaydı izledik. Özgür Suriye Ordusu eylemcileri (!) en az 6-7 katlı postane binasını zaptetmişler, kan gövdeyi götürüyor, her yan toz duman. Eylemciler, postanede çalışan personeli binanın tepesinden teker teker aşağı atıyorlar. İnsanlar yere çakılıp ölürken aşağıda toplanmış “özgürlükçüler”den Allahu Ekber avazları yükseliyor.

Seyrettiğimiz vahşet ve ona eşlik eden Allahu Ekber korosu, gerçekten de tüyleri diken diken eden, sıfat bulmakta güçlük çektiğimiz bir görüntüydü. Özellikle de inanan insanların Allah’ın adıyla bu vahşeti birarada algılamaktan müthiş rencide olduklarını düşünüyorum. Yine Suriye’de elleri arkasından bağlı, belden yukarsı çıplak bir kişinin boğazının Allahu Ekber nidalarıyla nasıl kıtır kıtır kesildiğini de seyrettik (ya da dayanamayıp gözümüzü yumduk). Benzer onlarca, yüzlerce fotoğraf gördük. Libya’da da Kaddafi’nin öldürülme sahnesindeki vahşeti hatırlıyor musunuz? Ya Afganistan’da El Kaide ve Taliban terörünü? Oralarda işlenen cinayetlere eşlik eden Allahu Ekber çığlıklarını?


Allah, Özgürlük, Devrim İçin...

Tanrı, din, özgürlük, devrim, vatan; insanın derinlerinde yer etmiş, kutsallaştırılmış, yüceltilmiş kavramlardır. Böyle olduğu için de bu değerler uğruna verilen mücadele evrensel düzeyde bir ahlâkî-vicdanî meşruiyete sahip olur. Siyaseten karşı çıkılsa da, farklı ve düşman cephelerden bakılsa da, inanç özgürlüğü dahil her türlü özgürlük, bağımsızlık, devrim mücadelesi, yöneldiği ya da yöneldiğini iddia ettiği amacın doğruluğunun ve haklılığının zırhına bürünür. Düzenin egemeni muktedirler ve yamakları ne kadar karşı çıkarlarsa çıksınlar, en azından siyaseten doğruluk düzleminde büyük ölçüde meşruiyet kazanır. Bağımsızlık ve özgürlük için savaşanlar, yeni bir dünya kurmak, zalimi devirmek için yola çıkanlar, baş kaldıran mağdurlar toplumsal ve evrensel vicdanda amaçlarının haklılığıyla değerlendirilirler.

Tarihin, siyasetin, felsefenin ve etiğin, bu yazının ana konusu olan en temel sorularından biri, işte tam bu noktada kendini dayatır: Amaç, ona varmak için kullanılan araçları ne ölçüde haklı kılar? Ya da başka türlü ifade edecek olursak, amaç aracı meşrulaştırır mı?

Kendilerine Özgür Suriye Ordusu adını yakıştıran Esed rejimi muhalifleri, bu soruya cevap arayışı için iyi bir örnek teşkil ediyor. Ortada homojen yapılı, örgütlü bir ordunun veya muhalefetin bulunmadığını biliyorum. Şimdilik ancak “güruh” sözcüğüyle nitelenebilecek muhalif savaşçıların arasında gaddar Esed rejimine karşı gerçekten de özgürlükler için savaşanlar tabii ki var. Ancak, vahşi cinayetlerine tanık olduğumuz bazı grupların “Allahu Ekber” le insan boğazlamakta birbirleriyle yarış ettikleri de bir gerçek.

Bu insanların amacı nedir? Esed rejimini devirmek çeşitli muhalif grupların ortak paydası olmakla birlikte, radikal İslamcıların ana amacı rejimi devirip Allah’ın düzenini hakim kılmak. Peki bunun için kullandıkları araçlar, yöntemler nedir? İnsanları en vahşi biçimde, işkenceyle öldürmek, çoluk çocuk sivilleri katletmek, ülkeyi yakıp yıkmak... Sormak istiyorum: Bu cinayetlerle, bu kadar kanla, zulümle kendiniz için yüce olan amacınıza nasıl ulaşacaksınız? Daha doğrusu o yüce amaç vahşeti, cinayeti, zorbalığı dışlamıyor mu, lanetlemiyor mu, yasaklamıyor mu? Allahu Ekber diyen birinin benden daha iyi bilmesi gerekir ulu Tanrı’nın emirlerini ve dinin gereklerini.

Yine aynı soru: Uğruna savaştığınız amaç -eğer gerçekten de ona inanıyorsanız- kullandığınız yöntemleri, yani araçları ne kadar haklı kılabilir. Ve bu araçları kullanarak o amaca vardığınızı sandığınız anda, amacınıza ihanet etmiş, onu kirletmiş olmuyor musunuz?


Sosyalizmin Amacı ve Araçları

Başka örneğe gerek yok dedim ama nalıncı keseri gibi olmasın, kendi dünyamdan bir örnek vereyim.

Bu yaşa geldin, bu kadar gürültü patırtıdan geçtin, hayat sana ne öğretti diye soran olursa, benim ilk cevabım: Amaç araçları haklı kılmaz oluyor. Yani, insanı, doğayı, özgürlükleri katleden araçlar kullanarak insanlığı kurtarma amacına varamazsınız. Sosyalizmin ütopyası; insanın her alanda özgürleştiği, sömürünün, kulluğun, ayrımcılığın, savaşın olmadığı adil ve özgür bir toplum kurmaktı. O amaca giden yolda, devrimin yüce çıkarları, sosyalizmin kuruluşu, rejimin pekişmesi için kullanılan araçların büyük bölümü, hedefteki amaçla taban tabana zıttı. Bizim terminolojiyle söyleyecek olursak, uzlaşmaz çelişki vardı araçlarla amaç arasında.

Bireyin haklarını, özgürlüklerini kısıtlayarak özgürlüğe ve adalete varamazsınız, düşünceleri baskı altına alarak özgürlüğü, eşitliği, toplumsal kültürel yükselişi sağlayamazsınız. Çarlık ya da burjuva iktidarının tahakkümü yerine Parti tahakkümünü geçirdin mi, amaca doğru tek adım atamayacağın gibi amacın kendisini de örselersin.

Sosyalizm neden yıkıldı sorusunun cevabını ararken araçlar ve amaç meselesini bir yana bırakırsak, sadece emperyalizmin saldırısı türünden kolaycı açıklamalarla yetinirsek, araçları ve yöntemleri tartışmaya açmazsak sorunun doğru cevabını bulamayız.

Bir kere daha: Amacın meşruiyeti ve yüceliği, kötü ve tahripkâr araçları/yöntemleri/siyasetleri haklı gösteremez.



AKP’nin Dostları-Düşmanları

AKP’nin gitgide sarpa saran Suriye politikasının bu yazının ana konusuyla ne ilişkisi var diyeceksiniz. Aslında ve özünde var; ama yoksa bile “uysa da uymasa da” hesabı, yeri gelmişken şu Suriye Ulusal muhalefeti ve onun savaş örgütü Özgür Suriye Ordusu konusunda birkaç satır yazmadan geçemeyeceğim.

Sakın ola ki bir takım aklıevveller, Beşşar Esed’i mi savunuyorsun demagojisine kalkışmasın. Oralarda neler olup bittiğinden de haberdarım, Esed rejiminin niteliğinden de.

Tayyip Erdoğan Esed’i biricik kardeşi ilan ettiği sıralarda da rejim aynı rejim, Esed aynı Esed’di. Demokrasi, özgürlük ayıpları, zorbalık, diktatörlük konularında Başbakan’ın diğer aziz dostları Suudi Arabistan, Katar, Sudan, vb.’den fazlası, eksiği yoktu. Hatta Suriye’de Müslüman olmayan azınlıklara sağlanmış hakların daha geniş olduğu bile söylenebilir. Sonra bir şey oldu: Bizimkiler boylarını çok aşan Ortadoğu mimarlığına ve bölgesel güç olmaya soyundular. Üstelik de bunu Sünnî Müslümanlık temelinde yapmaya kalkıştılar. Esed düşman ilan edilirken militan savaşçı gücü Özgür Suriye Ordusu, sivil siyasi temsilcileri Suriye Ulusal Konseyi olan Esed muhalefetine kol kanat gerildi. Kol kanat germek bir yana, istedikleri kadar yalanlasınlar, öfkelensinler, gizlemeye çalışsınlar, dünya âlem biliyor ki bu savaşçılar Türkiye tarafından eğitiliyor, kamplarda örgütleniyor, silah sevkiyatı Türkiye üzerinden yapılıyor, vb...vb... Merkezi İstanbul’da olan Suriye Ulusal Konseyi ile de, kucak açmış olmanın çok ötesinde ilişkiler olduğu herkesin bildiği bir sır.

Geçende, Suriye Ulusal Konseyi’nin önde gelen bir sözcüsünü televizyonda dinlerken durumun vahametini daha iyi kavradım. Kendisine yöneltilen “Devrimden sonra yeni anayasada Suriye’nin adının Suriye Arap Cumhuriyeti olarak kalıp kalmayacağı sorusuna, Konsey sözcüsü, sandalyesine raptiye konmuşçasına rahatsız bir tavırla ve sesini yükselterek, değişmesi söz konusu bile değil, dedi defalarca. Moderatörün Kürtleri, Ermenileri vb. hatırlatması üzerine, tıpkı bizde olduğu gibi oradaki Arap sözcüğünün bütün Suriye halkını kapsadığını söyledi. Suriye Kürtleri ve Suriye Kürdistanı söz konusu edildiğinde kullandığı dışlayıcı üslup da şaşırtıcıydı. Konuşma ilerledikçe Suriye’de Sünni Arap odaklı bir iktidar hedeflendiği iyice ortaya çıktı.

İşte AKP’nin, uğruna savaş bile çıkartmayı, ülkeyi ve bölgeyi destabilize etmeyi, ekonomiyi batırmayı göze aldığı dostları bunlar.

Düşmanlara gelince... Eski “kardeş Esed” düşman oldu, bunu anladık. Bir de Kürtler düşman. O Kürtler ki, kanlı Suriye batağında bugüne kadar silaha, kana bulaşmamış, kimseye saldırmamış, haklarının peşinde akıllı adımlarla yürümüş bir halk kitlesi (En azından şimdilik). Siyasal olarak on altıdan fazla gruba ayrılmışlar ama iyi kötü bir birliği korumayı başarmışlar. Kaos içindeki Suriye’de bu kanlı ortamın dışında kalabilmiş tek kesim onlar.

Gelgelelim, Başbakan Erdoğan’da temsilcisini bulan AKP siyaseti, Suriyeli eylemcilerin vahşi cinayetlerinden, Türkiye’de çıkardıkları marazadan, her an namlularını Türkiye halkına çevirme potansiyelinden, hepimizin cebini tırtıklayan malî yükünden rahatsız değil; bu gruplarla can ciğer kuzu sarması. “Biz dostuz, Dışişleri Bakanınız ile görüşmeye hazırız, Öcalan bütün Kürtler için önemlidir ona kulak veririz, manevî önder kabul ederiz, ama PKK ile organik bağ içinde değiliz, kimsenin toprağında gözümüz yok” diyerek barışçı tutum alan Suriye Kürtlerine ise düşman.

İktidar, Türkiye’yi sürüklediği Suriye batağından tek çıkışın Suriye Kürtleriyle dayanışmadan, en azından düşmanlık siyaseti gütmemekten geçtiğinin farkında değil. Suriye Kürdistanı’nı tanımanın kendi Kürt sorununu azdırmak bir yana ilaç olabileceğini anlamaktan çok uzak. Üstelik akacak kanın damarda durmadığı bu kadar açıkken.

Son sözü ilk söze bağlayacak olursam: AKP’nin Suriye siyasetinin araçları olan Suriye muhalefeti ve Özgür Suriye ordusunun yöntemleri ve siyasetleri bölgede barış, istikrâr ve kardeşlik amacıyla hiç mi hiç uyuşmuyor. Benimsediklerini iddia ettikleri özgürlük amacıyla da taban tabana zıt.

T24

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0