Andınızı sütlü mü alırsınız sade mi - Demiray Oral
27 Kasım 2010 13:30
Sanıyordum ki, memlekette her sabah güne “ant içerek” başlayan tek yetişkin benim.
Çünkü evin dibindeki okul vesilesiyle, altı senedir hafta sonları hariç her sabah düzenli olarak andımı içiyorum.
Meğerse yalnız değilmişim.
Benimle aynı durumda olan en az bir kişi daha varmış.
Meclis, okullarda andımızın okunması mecburiyetini kaldırmaya hazırlanıyor ya...
Görüşmeler sırasında BDP’li Sırrı Sakık, “Benim varlığım neden Türk varlığına armağan olsun, ben Türk değilim ki” demiş.
Demek o da benim gibi her sabah andımızı shot yapıyormuş.
Sözlerindeki haklılık bir yana, Sakık beni acayip rahatlatıp, manasızca girdiğim yalnız ve güzel andım tribinden çıkardı.
Aslında şimdi düşünüyorum da, belki de sayımız sandığımdan çok daha fazladır, kim bilir.
Belki mevzunun üstüne gitsem, facebookta “Sabahları güne ant içerek başlayan yetişkinler” misali bir grup kursam iş nerelere varırdı?
Bende girişimci ruh yok arkadaş.
Her neyse, bir Kürt çocuğunun her gün “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” demek zorunda bırakılması saçmalığı böylece sona erecek.
Gerçi etnik kimliği ne olursa olsun, bir çocuğun her sabah “Yurdunu, milletini özünden çok seveceğine” namusu ve şerefi üzerine yemin ederek okula gitmesi yeterince akıllara zarar bir durum.
Ama yine de Kürtlere, “Türküm, doğruyum...” dedirtmenin acısıyla kıyaslanamaz.
Eşek kadar bir Türk olarak ben de bu merasim nedeniyle bir hayli ıstırap çektim son senelerde.
Evin dibindeki okulda çocuklar avazı çıktığı kadar bağırmaya başladıklarında, günün ilk kahvesini hazırlamak hedefiyle bulunduğum mutfakta kendimle muhabbete başlıyorum:
– Andınız nasıl olsun beyefendi, sütlü mü sade mi?
– Sade lütfen...
Sonra aç karnına andımı, kahvemi ve sigaramı içiyorum.
Ancak bazı sabahlar uyuyakalıyorum.
Böylece ant içme merasiminden yırtıyorum. (Misal bu sene, o kadar çok yok yazıldığım gün oldu ki, umarım devamsızlıktan ant içmekten atılmam.)
Yataktan kalkınca bir bakıyorum ki, içen içeceğini içmiş, ortam kargaların şahane sesine terk edilmiş, bana içecek bir tek kahve kalmış.
Hemen günün mana ve ehemmiyetine uygun şarkıyı söylüyorum: Bu sabah uyandırmamışlar beni av giden dostlar / Ne güzel ne güzel...
CHP’nin bedelli siyaseti
Bazen öyle bir şey oluyor ki, Neil Armstrong menşeli “küçük-büyük adım” klişesini olumlu manada kullanmak ihtiyacı hissediyorum CHP için.
Tamam, fazla karışık oldu, izah edeyim.
Yani diyorum ki kendi kendime, haksızlık etmemek lazım baksana nereden nereye geldi CHP, büyük adımlar attı.
En son misalini geçenlerde gazetedeki eski yazılarımı karıştırırken yaşadım.
2008’in şubat ayı... CHP’de laiklik günleri tüm hızıyla sürüyor.
Genel Başkan Deniz Baykal salı vaazlarından birinde Başbakan Erdoğan’a şöyle diyor: “Genel Merkez’deki kedi Şero’ya ciğeri emanet ederim, sana laikliği emanet etmem.”
CHP’nin kedisi Şero, “Benim adıma böyle sözler verme arkadaşım” dedi mi bilinmez bu sözlerin üzerine ama partideki herkes izlenen politikadan pek bir memnundu, senelerce kimsenin gıkı bile çıkmadı.
Ve malum kaset olayı patlamasaydı, Baykal aynı minvalde hâlâ döktürüyor olacaktı.
İşte o günleri hatırlayınca her şeye rağmen Kılıçdaroğlu’nun memleket için küçük, CHP için büyük adımlar attığını teslim ediyorum.
Ama hemen arkasından memleket için kırılma noktası olacak bir mevzu ortaya çıkıyor.
Üç general hükümetçe açığa alınıyor ve CHP yine malum tutumunu takınıyor: Askeri koşulsuz destekleyip, sivilleşmeye karşı çıkma.
Tıpkı e-muhtırada, 367 kararında, Ergenekon’da, Balyoz’da olduğu gibi.
Ve tekrar “Yok arkadaş bu partiden bir numara olmaz” ruh haline geri dönüyorum.
Kadim dostum Vatoz, CHP’nin bu kırılma noktalarında aldığı tavır ve bu nedenle sandıkta sürekli ödediği bedel nedeniyle, “CHP siyasetini bedelli yapıyor” tesbitini yaptı geçenlerde.
Sonra da hayali diyalogu yazdı:
– Siyaseti bedelli yaptım abi...
– Nerede yaptın?
– Genelkurmay’da...
– Ooo rahat etmişsindir.
– Hem de nasıl komutanım beni acayip severdi...
– Bedelliyi kaç gün yaptın peki?
– Bitmedi abi, hâlâ sürüyor...
oraldem@gmail.com
Taraf