Artık eylem zamanı!
23 Mart 2013 18:25
BASİFED Başkanı, TÜRKONFED Başkan Yardımcısı ve Kemeraltı için kurulmuş TARKEM’in İcra Kurulu Başkanı Sıtkı Şükürer. Gönül Soyoğul, İzmir’in bu ezber bozan ismiyle sohbete Kemeraltı’ndan başladı, son günlerin sık konuşulan sohbetleriyle devam etti. EXPO’dan oda ve borsa seçimlerine, yerel seçimlerden Kürt meselesine kadar, yeni/alışılmadık sözler… Bu sohbette.
Başlarken….
CHP İstanbul Milletvekili sevgili Şafak Pavey’in İstanbul için yaptığı ‘yüzüne kezzap atılmış bir kadın gibi’ benzetmesini, ben de Kemeraltı’na yakıştırıyorum niyeyse…
Her ne kadar niyeyse desem de aslında her İzmirli gibi, ben de nedenlerini niçinlerini çoktandır biliyorum da…
Nedenleri/niçinleri bilmenin marifet olmadığını, asıl marifetin “o yaralı yüz nasıl iyileştirebilir, yine eskiden olduğu gibi kalbimizi hoplatan genç kadına nasıl dönüşür”ün çözümünü bulmak olduğunu… Çok daha iyi biliyorum.
Bugüne kadar defalarca ele alınıp günübirlik kampanyalarla bizi iştaha getirmeye çalışan, yolumuzu yeniden Kemeraltı’na çevirmeye uğraşanlar oldu.
Belediyeler yollarını/taşlarını değiştirdi, kimi hanlar elden geçirildi, esnaf derneği hiç durmadan öneriler sundu, çağrılar yaptı, bazı STK’lar paneller düzenledi, kurtuluş reçeteleri sundu ama… Iııh.
Bırakın yaprak oynamasını, o güzelim kızımızın yarası giderek derinleşti, çirkinlik yüzünden bedene doğru, yayıldı durdu. O coşku veren, hayranlık uyandıran halini/gençliğini bilenleri hüzünlere gark etti. Etmeye de devam ediyor haliyle.
İşte tam bu noktada, İzmir’in ‘başladığı işi bitiren’ yüz akı isimleri, farklı/yeni bir projeyle ortaya çıktı. ‘Kemeraltı böyle kurtulur’ dedi.
Toplantılar, görüş alışverişleri vs. derken kısa adı TARKEM olan Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Tic. A.Ş. 29 Kasım’da kuruldu.
Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı Samim Sivri, Başkan Vekilliğini Uğur Yüce, İcra Kurulu Başkanlığı'nı ise Sıtkı Şükürer’in yürüttüğü 116 ortaklı TARKEM’in hedefi, kısaca Kemeraltı'nın ayağa kaldırılmasına ve canlandırılmasına öncülük yapmaktı.
Bu uzun girizgahtan sonra sözü,
Dünyanın en eski ve en büyük açık alışveriş merkezlerinden Kemeraltı'nı kurtarmak için kurulan TARKEM’in kurucu başkanlığını yapan, şirket kurulduktan sonra da İcra Kurulu Başkanlığı görevini üstlenen (Batı Anadolu Sanayici ve İşadamları Dernekleri Federasyonu) BASİFED Yönetim Kurulu Başkanı ve (Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu) TÜRKONFED’in Başkan Yardımcısı Sıtkı Şükürer’e bırakmakta fayda var.
Tabii ki sevgili Şükürer’i sadece ‘Kemeraltı’ ile bırakmadım.
‘Öğretilmiş çaresizliğin’ bana göre ‘yeminli düşmanı’ olan, herkesin iki kutupta neredeyse aynı ezber cümleleri kurduğu bir kentte/ülkede, ‘bakın, işin bir de bu yönü var’ diyebilen; bu yüzden bazen ezbercilerin hedefi olabilen Sıtkı Şükürer’le konuya Kemeraltı’ndan girdim; sonrasında ‘Allah ne verdiyse’, zaman ne yettiyse İzmir’den, EXPO’dan, odalardan, yerel seçimlerden, Kürt meselesinden çıktım.
Beni düşündürttü, zenginleştirdi, bilgilendirdi.
Bakalım size etkisi ne olacak?
GÖNÜL SOYOĞUL: Önce biraz Kemeraltı’ndan girelim… Biraz tarih, biraz nostalji ama en önemlisi gözbebeğimiz Kemeraltı’nın elimizden kayıp gittiğini hepimizi konuşuyorken nasıl kurtulabileceği konusundaki fikirleri konuşalım… TARKEM fikri nasıl doğdu, nasıl bir yol aldı? Çalışmalar ne durumda şu anda?
SITKI ŞÜKÜRER: TARKEM projesinin kaynağı şudur… İzmir’de çok ciddi bir sivil toplum dünyası var. İzmir’de ben kendimi bildim bile neyin nasıl olması konusunda çok ciddi beyin fırtınaları yapılır. Tüm bu analizlerde ‘İzmir’e yönelik en önemli kent değeri nedir?’ dediğimizde, Kemeraltı her zaman ilk iki-üç sıra içerisinde yer almıştı. Ama Kemeraltı’nın bugüne dair fotoğrafını çektiğinizde maalesef çok ciddi şekilde kan kaybetmiş olduğunu görürsünüz. Tarihi geçmişini bilenler de katılacaktır, Kemeraltı şu an için en dibe vurmuş halinde… Bu en dibe vurmuş halinde bile günde 80-90 bin kişinin ziyaret ettiği, ki; bu rakam tatillerde, bayramlarda ve hafta sonlarında bu rakam neredeyse 10’a katlanıyor.
8 bin kadar esnaf yaşıyor, bin 400 dolayında tescilli binanın bulunduğu son derece tarihi ve kültürel bir dokuya sahip 270 hektarlık bir alan… 2 bin 700 dönümden söz ediyoruz. Dolayısıyla muazzam bir değer olarak orada duruyor. Biz hep konuşuyoruz, ‘İzmir nasıl bir cazibe kenti olacak vs’ diye… Belki de en kritik nokta Körfez… Bir biçimde, anlaşılmaz sebeplerle 1960’lı yıllardan itibaren dünyanın en büyük kanalizasyon çukuruna bakar haldeyiz… Bunun, kentin moralitesini müthiş etkilediğini düşünüyorum. Yani hepimizin İzmir’e dair son derece olumsuz söylemlerde bulunmasıyla bu kanalizasyon çukuruna bakıyor olmanın net bir ilişkisi vardır diye düşünüyorum. Bereket versin ki, Özfatura-Piriştina dönemleri ve şimdiki Sayın Başkan’ın döneminde bu program öne alındı. Dolayısıyla tertemiz, berrak bir Körfez’in olduğu, marinaların oluştuğu, plajlarla çevrili bir Körfez… Tüm bunlar hayata geçirilmeye çalışıyor ve bu kent yabancılar için tıpkı bir Barcelona gibi enteresan bir hale geliyor. Yavaş yavaş, zaman içerisinde…
Ama sadece temiz bir deniz tek başına enteresan değil… Bugün dünya turizmine baktığımızda, bir kente dair birtakım otantik özelliklerin de o kent için çekiciliğini artıran bir rol ifa ettiğini görüyoruz. Şöyle açıklanabilir, bu şekilde ön plana çıkan bir kente bu görüntünün hemen ardında bir Oldtown yani bir ‘eskişehir’ olması muazzam bir değer katıyor. İzmir için baktığınızda çok öteye gitmeye gerek yok, işte muazzam bir Kemeraltı var. Ama Kemeraltı’nın bugünkü fotoğrafına bakınca… Kemeraltı ciddi ulaşım problemleri olan, ciddi hijyen problemleri olan, çığırtkanların-işportacıların neredeyse her tarafı sardığı, bırakın üst geliri, orta gelir insanlarının bile ilgisine giderek kaybeden, kendi haline terk edilmiş, bakımsız bir yapı halinde… İzmir için artık rüzgarlar doldu, yelkenler açıldı… Böyle bir vizyon içerisindeysek bu Kemeraltı’nı bu halde çıkartıyor ve İzmir kent değerleri içerisinde hak ettiği noktaya kazandırıyor olmamız lazım… TARKEM böyle bir projedir.
SOYOĞUL: Bugüne kadar Kemeraltı’yla ilgili ‘Çığırtkanlar sardı, eskisi kadar revaçta değil, esnaf perişan vs.’ diye tespitler yapıldı. Hamleler yapıldı… Kemeraltı Derneği’nin belediyelerin bazı kampanyaları oldu... Ama bir türlü Kemeraltı’nı toptan kurtaracak bir formül bulunamadı. Sizin farkınız ne? TARKEM’in türevlerinden ne farkı var, ne amaçlıyor?
ŞÜKÜRER: Doğru bir noktaya temas ettiniz… Biz artık İzmir’le ilgili neyin, nasıl yapılacağı konusunda derin bilgilere, kapsamlı raporlara sahibiz… Artık eylem yapılıyor olması lazım… Eylem yapılırken de neyin nerden başlayacağının ve nereye ulaşacağının planlanıyor olması lazım… Kemeraltı ile ilgili olarak, hemen herkes bu değerin farkında ama münferit günlük çözümlerle yaklaştığınız vakit, o 2 bin 700 dönümü bir biçimde planlayamazsınız. Dolayısıyla bütünlüklü bir yaklaşım gerekiyor.
TARKEM şirketi ki; yapı içerisinde 116 tane ortağımız var, İzmir iş dünyasının önemli insanlarının yanı sıra Büyükşehir Belediyemiz ortak, Vakıflar Genel Müdürlüğümüz ortak, Ticaret ve Sanayi Odamız, Konak Belediyemiz… Hepsi ortak… Herkesin bu sürece unsurlarıyla birlikte katkıda bulanabileceği ortak bir yapı kompozisyonu oluşturduk. Başlangıç olarak şunu fark ettik: Kemeraltına bir şeyler yapılacaksa hadiseye tepeden bakıyor olmak lazım… Kemeraltı’nın neyi eksik? Bugünden yarına çok önemli bir değer olacaksa bütünlüklü olarak planlanıyor olması lazım… Dolayısıyla Kemeraltı’nın evvel evvel eksiği stratejik plan! TARKEM olarak bizim ilk önce gündeme aldığımız konu da bu… Kemeraltı’nın takip eden 20 yılını planlayacak bir strateji için arayışlara girdik. Bu konuyla ilgili olarak en ehil olduğuna inandığımız Ankaralı bir mimari grupla birkaç aydır temas halindeyiz. Ön teklifleri vs aldık. Burada Kemeraltı’ndaki binaların tamamının çok detaylı tomografileri çekilerek, restorasyon için eksik ve gedikleri önceden tespit edilerek, restorasyona maliyetleri tespit edilerek, projeye dahil olabileceklerin hangi baz rakamlara göre dahil olabileceklerini önceden objektif verilere göre tespit ederek ve giderek bu 2 bin 700 dönümlük bölümünün neresinin eğlence merkezi, neresinin gastronomi merkezi, neresinin kültür merkezi, müze ya da otel olacağının başlangıçta tespit ederek bir mastır plana ulaşma konusunda ilk aşamada düğmeye bastık.
Bu, esas itibariyle kamunun işidir. Sayın Aziz Başkan’la konuştuğumuzda, sağ olsun, ‘Siz ortaklarınızla neticede itibariyle anonim şirketsiniz. Ticari gayeyle birtakım sermayeler topladınız. Siz bu paraların tamamını bu nevi bir stratejik plana sarf etmeyin. Kamu olarak, belediye olarak biz yapalım’ yaklaşımı gösteriyor. Bu yaklaşım da doğrudur, saygı değerdir. Ama ben ‘Artık eylem zamanıdır’ sözünden hareketle ve belediyenin kamu prosedürleri gereği bunu yapmasının birkaç yılı bulabileceği endişesiyle ‘Bir an önce yola çıkalım, bunu TARKEM üstlensin’ diye düşünenlerin yanlısıyım…
SOYOĞUL: Bu noktada Aziz Bey’in bir önerisi vardı, ‘Burada bir yarışma açalım’ diye… Yani ‘Nasıl bir Kemeraltı hayal ediyoruz’ ekseninde… Siz bunu da biz yapalım mı diyorsunuz?
ŞÜKÜRER: Şimdi elimizdeki envanterin, elimizdeki değerin ne olup/olmadığı detaylı bir şekilde ortaya çıkmadan böyle bir konsept yarışması açmak bence biraz erken… Bizim TARKEM olarak düşüncemiz bu stratejik planın evvel emirde yapılıyor olması… Birinci adım bu… Ondan sonra hadise derinleştirilebilir ama eksik olan budur…
SOYOĞUL: Yapmak istediğiniz öncelikli olarak Kemeraltı’nın önemli binalarının restorasyonu… Önemli derken, mesela bir Kızlarağası Hanı… Bir zamanlar hiç kimsenin bilmediği bir harabeydi ama şu anda muhteşem canlı, her daim yaşayan bir mekana dönüştü. Bu örnekteki belli binaların onarımı ve yeniden hayata kazandırılması mı? Bunu biraz açın istiyorum.
ŞÜKÜRER: Bakın, şimdi TARKEM bir anonim şirket ama biz şirketi kurarken tüm ortaklarımıza şirket ana sözleşmesi dışında ayrıca bir taahhütname imzalattık. Dedik ki, ‘TARKEM sosyal sorumluluk yönü olan bir ticari projedir.’ Ama ticari de bir projedir, bir vakıf değildir, bir sivil toplum kuruluş değildir vs… Günün sonunda tabiî ki ortaklarına duyduğu sorumluluk gereği para kazanma kaygısını da içinde barındıracak. Biz TARKEM’i bu yapı içerisinde bu esasa göre oluşturduk. Hep şunu düşündük ve ısrarla vurguladık: TARKEM Kemeraltı’na ticari olarak ilgi duyuyorsa Kemeraltı’nın tarihi ve kültürel yapısı, içinde bulunan 8 bin esnafı, bu projenin ticari hale gelmesindeki en önemli faktördür. Yani bu proje ticari olacaksa buradaki 8 bin esnaf, bizim öncelikli olarak korumamız gereken bir değerdir. Bu yönü itibariyle TARKEM ve Kemeraltı esnafı arasında asla bir çelişki ya da benzeri durum yoktur. Biz onlar üzerinden, onları sahiplenerek, onları derinleştirerek bu projeyi ancak ticarileştirebiliriz.
Kemeraltı’ndaki sivil toplum kuruluşları, Kemeraltı Esnaf Derneği vs olmak üzere yürüdüğümüz yolda, 1+1’in 3 etmesini sağlayacak yolda en önemli yol arkadaşlarımızdır. Tabiî ki TARKEM olarak ‘Tüm Kemeraltı’nı rehabilite edeceğiz’ diye bir amacımız olamaz. Bu gerçekçi değil! Ha, 5 milyar dolarınız varsa olur da öyle bir dünya yok! Ama böyle bir işe soyunan TARKEM süreç içerisinde birkaç yüz milyon euroluk bir yatırımı planlıyor. Bir yandan bu mastır plan çalışmaları yürürken aynı zamanda birbiriyle bağlantılı birkaç projeyi yönetim kurulumuza sunmak üzere şu anda icra kurulumuzda tartışıyoruz. Projeleri örneklendirmek anlamında, az önce sizin işaret ettiğiniz gibi Kızlarağası Hanı belli bir noktaya geldi. Kızlarağası Hanı’nın hemen çevresinde çok güzel hanlar var ve bu hanlar boş… Giderek yıkılmaya yüz tutuyorlar. TARKEM bu tip yerler alınıp restore edilerek amaca uygun bir şekilde kiralanması şeklinden gelir elde edebilir, bu bir projemiz…
KEMERALTI İÇİNDE BİR YAHUDİ MAHALLESİ NEDEN OLMASIN?
Bunun yanı sıra şu anda en fazla heyecanlandığımız projelerden bir tanesi… Kemeraltı’nda çok sayıda sinagog var. Bu sinagogların bir kaçı faal ama bir kısmı da aynı şekilde yıkılmaya terk edilmiş durumda… Tarihlerine baktığınız vakit bazıları Bizans dönemine kadar gidiyor. Bu o kadar önemli ki, biraz çabayla Meryem Ana efekti yaratacak kadar önemli bir değer var. Kemeraltı içerisinde bir Yahudi Mahallesi’nin oluşturulması… Bir takım mülkiyet problemleri vardı ama Musevi Cemaati yetkilileriyle konuşularak o problemler de büyük ölçüde halledildi, kısa sürede halledilecek bir iki pürüz var sadece… Çok rahat bir iş ortamı yaratabileceğimizi karşılıklı olarak birbirimize teyit ettik. Bunun mesela tipik örneklerinden bir tanesi Prag’dadır. Prag’da 2012 rakamlarına baktım, Yahudi Mahallesi’ni 750 bin biletli insan gezmiş. Kemeraltı’ndaki sinagoglar bölgesi tarihi açıdan Prag’dakinden çok daha da önemli… Dolayısıyla bunun dünya ölçeğinde son derece ilgi çekici bir hali var. Tabiî ki hadise bununla sınırlı kalmayacaktır. Gastronomi merkezleri, kafeler yaparak hatta turistleri cezp edecek dünya çapında bir iki markayı monte ederek o bölgeyi ciddi bir cazibe merkezi yapabiliriz. Bu noktaya mesafe olarak çok da uzak değiliz. Bu işle ilgili mülkün sahipleri, biz, un, yağ, şeker, her şey var. Olay bir biçimde planlayıp helvayı karmak.
Yine hep Kemeraltı için bir şeyler yapmayı hayal ettiğimizde, kendi hayal gücümüzün ötesinde ‘Bu işleri benzer yerlerde başaranlar ne yapmışlar?’ diye bakıp onlardan kopya çekmeye gayret ediyoruz. Mesela bu tip yerlerde, hayal ediyorum… Tabi bu Sayın Belediye Başkanımız ile veya ilgili kamu birimleriyle mutabakat sonunda hasıl olabilecek bir şey… Konak Pier’den başlayıp Kadifekale’yi kadar uzanan bir teleferik çok enteresan olabilir. Teleferiğin ulaştığı yerde bir ticari alan… İşte ister üç yıldızlı restoranlar olabilir veya şuan İstanbul’da popüler restoranların geldiği, yine minik bir camiinin yanında kilisenin ya da sinagogun bulunduğu ve bunun kent siluetine katkı sağladığı vs… Üzerinde durduğumuz bir proje de bu…
TARKEM mütevazı sermayelerle kuruldu. Ortak başına 20’şer bin lira planladık. Bu bahsettiğimiz içi,n dişin kavuğuna yetecek hadiseler değil ama ortaklarımız Kemeraltı’nın geleceğine çok inanıyor. Bazı ortaklarımız bu konudaki limitlerini söylediklerinde benim bile dudaklarım uçukluyor. Kaldı ki ortaklar arasında İzmirlilerin dışında bu işi profesyonelce yapan isimler var. Mesela İstanbul’daki İstinye Park’ın sahipleri Zafer Kurşun ve Zafer Yıldırım… Onlar da bu işin muazzam bir ticari projeye dönüşebileceğinin farkındalar…
Yine Kemeraltı’ndaki esnaf değerlerini koruyarak ama boş olan yerlere de üst ve orta gelir grubuna sahip insanların ilgi ve alakasını çekebilecek unsurları nasıl monte edebileceğimiz konusunda profesyonel kuruluşlarla konuştuk. Mesela bu konuda müşteri gurusu olarak tanınan Avi Aklaş Bey var… ‘İşimi-gücümü bırakıp bu işe konsantre olurum’ dedi… O ve onun gibi profesyonellerle bizim ilgimiz, bilgimiz ve heyecanımız birleşecek, doğru bir tarif içerisinde birden fazla projeyle yola çıkılacak.
SOYOĞUL: Peki bu projeler zinciri aşağı yukarı ne zaman gözümüzün önüne bir şeyleri getirir? Zihninizdeki süre nedir?
ŞÜKÜRER: Gerçekçi olmak lazım… Dünyadaki örneklerine baktığımızda bu iş öyle bugünden yarına bir iş değil… Belki ağır ağır 20 yıla tamamlanacak olan bir proje… Biz TARKEM olarak belki Kemeraltı’nın yüzde 2’sine, 3’üne yeteceğiz. Ama bu bir ateşleyicidir. Bunun arkasından Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden insanlar ilgi duyacaktır. Hani köprüye yaklaşınca köprü trafiği hızlanır ya, o misal… Çok öteye gitmeyin, işte Alaçatı… Çok daha mikro ölçekte belki ama bunun örneği… 10-15 yıl önce Alaçatı neydi, şimdi ne? Şu anda İzmir ve Ege dışından pek çok yatırımcıya ev sahipliği yapıyor. Birbirinden güzel mekanlar açılıyor. Bir anda ne noktalara geldi. Bu işte böyle bir süreçtir.
SOYOĞUL: Bu noktada esnafın kaygıları olabilir, dükkanının elinden gideceğini düşünebilir. Bu duruma ne derece vakıfsınız? Bu konuda ne yapıyorsunuz?
ŞÜKÜRER: Şüphesiz böyle bir algı varsa bu bizim hatamız… Demek ki niyetimizi ve samimiyetimizi oradaki insanlara geçirememişiz… Ama şunu da söyleyeyim, çok kötü niyetli bir yaklaşım içinde oluyor olsanız bile, zaten insanların elinden dükkanlarını alamazsınız. Israrla vurguluyorum, o sihirli ve sürprizli yapı, o esnafların ürettikleri ve sattıkları hadiselerdir Kemeraltı’nı değerli kılan… Her ticari proje rasyonel olmak zorunda, kimse kendi bacağına kurşun sıkmaz. Kemeraltı’nın değeri, o esnaflarla birlikte var. Dolayısıyla bizim bu işteki hukuki olmasa da fiili anlamda hukuki ortaklarımızdan daha önemli ortaklarımız, partnerlerimizdir. Kemeraltı esnafıyla hiçbir noktada ayrılacağımızı, ayrı düşüneceğimizi zannetmiyorum. Kaldı ki Kemeraltı’nda epey kıyamet boş yer var. Biraz önce bahsettik, Kızlarağası Hanı’nın arkasında Çakaloğlu Hanı var. O han şu anda herhangi bir esnafın işgal ettiği bir yer değil… Oranın bu bahsettiğimiz hayallerimize uygun şekilde restorasyonu ve ticari hayata dahil edilmesi, birinci planda o civardaki esnafın işlerinin artması anlamına gelir. Bizim de ilk etaptan son etaba kadar yaklaşımlarımız, çok sayıdaki boş yerin rehabilitesidir. Dolayısıyla Kemeraltı’nın o güzellikleri, sürprizleri içerisinde parça parça konumlanarak o yerleri biraz daha renklendirme amacı içerisinde olacağız, yani menfaatler ortak…
SOYOĞUL: Siz saymadınız ama TARKEM’in ortakları arasında İzmir’in bugüne kadar yaptıkları hep kabul görmüş isimler var. Yani aralarında Selçuk Yaşar da var, Lucien Arkas da var, Eczabaşı ailesi var, Büyükşehir Belediyesi, CHP ve AK Parti Milletvekilleri var. Hakikaten çok değişik bakış açıları olan ortakları var. Bu İzmir’de son zamanlarda pek de görülmeyen bir şey… Bir sinerji var burada, bir ideal etrafında birleşme var. Bu İzmir adına bana biraz umut verdi. ‘Demek ki İzmir’de de bir birliktelik olabiliyormuş’ dedirtti. Bunun sihri ne?
ŞÜKÜRER: Hayat İzmir’e dair bir takım şeyleri dayatma noktasına geldi. 2013 yılı itibariyle İzmir’e baktığımızda, rüzgarı arkasına aldı. Türkiye’nin biraz da büyümesine paralel olarak, Türkiye’ye baktığınızda artık 750-800 milyar dolarlık bir milli geliri var. Bu yapı içerisinde artık birden fazla ekonomik metropol, bu ülke hayatına dahil olacak. Sadece İstanbul’la bu işlerin yürümesi mümkün değil… Hele hele hükümetin 2023 vizyonu gerçekleşirse ki; bu konuda ciddi tereddütlerim var ama, 2 trilyon dolarlık bir ülke, kişi başına 25 bin dolarlık bir gelirin olduğu bir ortam içerisinde birden fazla ekonomik metropol devreye girecek. ‘İkinci aday kim?’ dediğiniz vakit, hangi parametreden bakarsanız bakın en önemli aday İzmir… Nitekim bununla ilgili bir takım çalışmalar başladı. EXPO’yu da bu cümleden hareketle değerlendirebilirsiniz, İstanbul-İzmir otoyolunu değerlendirebilirsiniz, Körfez’in temizlenmesini ve hızlı tren projesini de bu kapsamda düşünebilirsiniz, Bayraklı’nın 3-5 sene sonra bir Manhattan halini alacak olmasını yani gökdelenler projesini de bu çerçevede değerlendirebilirsiniz. İzmir artık ülke ve dünya ülkelerinin radarına girmiş bir kent… Dolayısıyla İzmir’e dönük benim beklentilerim üstelik de kısa döneme yönelik olarak, çok değil bir 5-10 yıl sonra, çok farklı bir İzmir kompozisyonuyla karşılaşabileceğimiz yönünde… Yine Alaçatı örneğine dönelim. 15 yıl önce Alaçatı neydi, şimdi ne? Müthiş bir ölçek bir farkı var ama aynı şeyleri de İzmir için 15-20 yıl sonra görüyor ve konuşuyor olacağız.
SOYOĞUL: Siz bir iş adamısınız… Bu bir iyimserlik değil, belli verilere dayanarak söylüyorsunuz değil mi bunları? Hayal kuruyor değilsiniz yani?
ŞÜKÜRER: Şu varsayıma dayanarak, Türkiye’nin 750-800 milyar dolarlık milli geliri var. Bu 2 trilyona ulaşırsa bu para 780.576 metrekareye dağılacak. Hala mı hepsi İstanbul’da olacak? Fiziki sınırları var, vesaireleri var. Mümkün değil! Dolayısıyla başka yerler devreye girecek. Bu anlamda İzmir’in önü açılıyor. Şu otoyol işi bile o kadar önemli bir hadise ki… Yani 270 kilometre… Artık İzmir-İstanbul birbiriyle mücadele eder hale geldi. Bursa, Manisa konumuna falan gelecek. Bambaşka bir noktaya doğru geliyor hadise…
SOYOĞUL: Ama bunların yanı sıra bu gelişmeleri engelleyen meseleler de var kuşkusuz… Bu noktada hükümet İzmir için başka ne yapabilir? Mesela Aziz Kocaoğlu ve Ender Yorgancılar’ın sık sık dile getirdiği teşvik. Tteşvikle ilgili olarak arzu edilen planlama yapılsa sizin o çizdiğiniz ‘Gelecek İzmir’ tablosu daha mı hızlı hayata geçer? Ya da buna benzer başka neler olabilir?
ŞÜKÜRER: Bir iş adamı olarak söylüyorum, teşvikle ilgili hadiseyi çok da abartmamak lazım… Belki 6. Bölge teşvikleri çok önemli teşvikler ama onun dışındaki teşvikler bizatihi yatırım kararını temelden etkileyen teşvikler değil… Burada Ender Başkan’ın haklı olarak rahatsızlık duyduğu hadise, İzmir’le Manisa arasındaki teşvik farkı nedeniyle insanların bir saatlik mesafeden dolayı Manisa’yı tercih etmesi, bir haksız rekabet oluşması… Doğru bir yaklaşım ama bunu yaparken de insanlar siyasi gerekçelerle İzmir’i birinci bölge yapıyor falan değil… Bunun uluslar arası standartları var. Bölge sınırlamaları, Avrupa Birliği Normları’na uygun değerlendirmeler var. Bu dataların, objektif verilerin değerlendirilmesinin neticesinde böyle bir bölümleme yapılıyor. Biz İzmir’e yönelik bir beklenti içindeysek, bunu teşvik gibi hormonlu unsurları bir kenara atarak kendimize yönelmeli, kendi içimizdeki değerin çok önemli bir değer olduğunun bilincine varmalıyız. Yani çok özetle, bu biraz katı bir laf ama ben İzmir’de ağlaşma kültürünün artık tamamen bitmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Yani teşvik meselesi ibreyi oynatır ama kantarı kıracak bir etken değil…
SOYOĞUL: Teşvik konusunda da ezberin dışına çıktınız… EXPO için de aynı şeyleri düşünüyorsunuz… Yani ‘EXPO’yu almazsak dünyanın sonu değil, çok da önemli değil’ tarzı bir yaklaşımınız var. Neden?
ŞÜKÜRER: Onu şu şekilde söylüyorum, bir kentin moralitesini EXPO’ya endekslememek lazım… Yani EXPO olursa fevkalade bir şey olur. Keşke olsa, olması için elimizden gelen her türlü çabayı sarf ediyor olmamız lazım… Gerçi duyduğumuz bazı rakamlar var. Dubai’nin bu işe 4.5 milyar dolar fon ayırdığından söz ediliyor. Eğer bu doğruysa, bilmiyorum… İlgili kişilerle de konuşmadım ama adamlar bu işe 4.5 milyar dolarla başlıyorlarsa Türkiye’nin oyunu bile alabilirler! Müthiş bir bütçe… İnşallah değildir. EXPO’yu almak kentin bilinirliliğini ve tanınırlığını fevkalade artıran bir hadise… EXPO nedeniyle ilave bir takım yatırımlar tetiklenecek. Hoş, EXPO alınmazsa da İnciraltı’nda planlanan sağlık turizmi yatırımlarının hayata geçirilmesine engel bir durum yok. Ha, 20 milyar dolarlık yatırım yapılmaz da 15 milyar dolarlık yatırım yapılır. Bunların hiçbiri olmuyor olsa bile İzmir bugünkü verilerle Türkiye’nin gayrisafi milli hasılasından yüzde 10 pay alıyor. Bu kentin sınırları içerisinde kabataslak 75-80 milyar dolarlık katma değer her yıl yaratılıyor. EXPO 2020’ye kadar 8 yıllık süre içerisinde bu verilerden hareketle bir hesaplama yapsanız, hiç milli gelirin artmadığını baz alın; kent, kendi dinamikleri içerisinde 600 milyar dolarlık katma değer yaratıyor. Bu yapı içerisinde 15-20 milyar dolarlık EXPO yatırımı olmazsa dünyanın sonu değil. Olursa fevkalade olur ama olmazsa yine aynı deyimi kullanayım, ibreyi oynatır ama kantarı kırmaz.
SOYOĞUL: Anayasa Mahkemesi tarihi bir karar alarak oda ve borsalarda yöneticilerin iki dönemden sonra tekrar aday olmalarını engelleyen yasayı iptal etti. Bu demektir ki bu sahnede bazı isimlerin varlığı sürecek. Siz birçok sivil toplum kuruluşunun merkezindesiniz. Bu kararı çok daha iyi değerlendirirsiniz diye düşünüyorum. Neler söyleyeceksiniz?
ŞÜKÜRER: Neticede bir yargı kararıdır. Yargının en üst mahkemesinin verdiği bir karardır, dolayısıyla saygı duyuyor olmak lazım. Ama hadiseyi yorumladığımızda hiç kimse bana şunu demesin, ‘Bu seçilme haklarına kısıt koyan bir düzenlemeydi, bu demokrasinin zaferidir’… Böyle bir şey yok! Demokrasinin tarifini iyi yapıyor olmamız lazım. Demokrasi yeryüzündeki en mükemmel, en eksiksiz yönetim modeli değildir. İnsanlık tarihinin gelişimi boyunca en az sakıncalı yöntemdir. Bu nedenle demokraside ister istemez sakıncalı durumlar ortaya çıkabiliyor. Bunlardan bir tanesi de demokrasi bazı durumlarda o andaki iktidar sahiplerine güç nedeniyle muhalefet aleyhine haksız rekabet avantajı sağlar. Birisi iktidardaysa karşı durumda olanların bir kısmı sessiz kalır, bir kısmı da iktidara tam gönlünden geçmese de yaklaşma eğilimine geçer. Dolayısıyla iktidar sürekli tekrarlanır hale gelir ve demokrasinin en önemli özelliği olan değişim dinamiği zaafa uğrar. Bu sebepten dolayı dünya demokrasisinin en gelişmiş olduğu ABD’de bir Anayasa değişikliği yapıldı 70-80 yıl önce… ABD başkanlarının iki dönemden fazla seçilmemesi kuralı getirildi. Bu çerçevede düşünüyor olmak lazım… Bizde bazı oda-borsa yöneticilerimiz on yıllardır aynı konumda… Bu onların adeta kaderi haline geldi, oda ve borsaların kaderleri de bu insanlara endekslendi. Bunun adı demokrasi falan değil, demokrasinin paslanmasıdır. Yapılan düzenleme bu zafiyeti gidermeye yönelikti. Ama Anayasa Mahkemesi üyeleri şüphesiz hukuku bizden daha iyi bilirler, onların takdirleri böyle oldu. Ben kesinlikle bu görüşün doğru olmadığını düşünenlerdenim.
SOYOĞUL: Bir insanın 10 yıl aynı koltukta oturması nasıl bir şey? Oradaki gelişmeyi engelleyen bir noktaya mı getiriyor? Siz bir koltuğu terk etme kararı alırken yasalar izin vermediği için mi, yoksa kendi isteğinizle mi yaparsanız?
ŞÜKÜRER: Öyle olması lazım. Kimse kendisini vazgeçilmez addetmemeli… Tecrübesi ve birikimini neredeyse bulunduğu yapıya bir armağan olduğunu düşünmüyor olması lazım. Neticede arkadan genç kuşaklar geliyor, yönetim körlüğü denen hadiseler var. O rutine, monotonluğa girdiğiniz vakit o dinamizm kan kaybediyor. Bunlar neticede sivil toplum örgütleri… Sizi oraya bağlayan sahi gönüllülük esası… Bu gönüllülük boyutları 10 yıllarını aştığı vakit olmaz. Bu hadiseyi bu denli kaderi gibi algılamak, tabiî ki bir kötü aramıyoruz ama bu denli bir aşık olma hali, bir takım tıbbi değerlendirmelere muhtaç hale getiriyor bizi…
SOYOĞUL: Sizin ‘STK esnafı haline dönüşmek’ diye bir sözünüz var. Değil mi?
ŞÜKÜRER: Aynen budur. Bu bir meslek olamaz. Buralara çok büyük bir heyecanla girersiniz… İki yıl üç yıl, hadi bilemedin iki dönem yaparsınız… Sonra bu işle ilgili yetiştirdiğiniz arkadaşlara bırakırsınız, bunun onuruyla da hayatınız boyunca yaşarsınız. Makul ve mantıklı olanı budur, yakışanı da budur.
SOYOĞUL: Odalar ve borsalarda seçim heyecanı yaşanacak ama önümüzde bir de yerel seçim var. Kent bu heyecanı çoktan yaşamaya başladı. Sizin Hürriyet Ege’de yazdığınız bir yazı vardı. ‘28 Ekim’de yerel seçimi kim kazanır?’ başlıklı yazınızda kentte bir haksız rekabetten söz ediyorsunuz… Hala o noktada mısınız ve bununla neyi kastediyorsunuz, açıklayabilir misiniz?
ŞÜKÜRER: Hala aynı noktadayım. Demokrasilerde yerel ve merkezi iktidara talip olanların çıkış noktasının ekonomik parametrelerden hareketle şekilleniyor olması lazım. Seçim dönemlerinde halkın karşısına çıktıklarında da seçmenlerin onları ekonomik performansla değerlendiriyor olması lazım. Yani vaat ettiklerini yaptı mı? Benim kişisel hayatıma ve kent hayatına ne ölçüde katkıda bulundu? Siz seçmenin tercihini başka unsurlarla yönlendirmeye kalkarsanız o zaman o değişim dinamiği, kendi içerisinde esnemeye başlıyor. Yani genel olarak bakarsak, mezhepçilik üzerinden bir siyaset yaptığınızı düşünün… Bu durumda A mezhebinden bir vatandaş B mezhebinden bir adaya kalitesi ne olursa olsun duyarsız kalıyor ve mezhep bazlı oy verir hale geliyor. Ee bu başka bir şey! Bu demokrasinin kendi içerisinde faziletlerinden kitlelerin yararlanmasını engelleyen çok daha ilkel, çok daha korumacı duygulara hitap eden bir hal alıyor.
AZİZ BEY, DÜNYANIN EN NAMUSLU, BEYEFENDİ İNSANLARINDAN BİRİ
Ben o yazıda durum bu ölçüde vahim olmamakla birlikte İzmir belediye seçimlerinde vuku bulan bir hadiseyi vurguladım. Aziz Bey’in neredeyse 400 yılla yargılanıyor olması… Aziz Bey’i hepimiz biliyoruz, dünyanın en namuslu, beyefendi insanlarından bir tanesidir. Son derece çelebi ve çalışkan bir kişilik… Yani Aziz Bey’le 400 yıllık bir yargılanmayı yan yana koyduğumuzda zihinlerimizde bir türlü örtüştüremiyoruz. Dolayısıyla bu haksızlık diyoruz. Bu haksızlığı kim yaptı? Bir takım zincirleme reaksiyonlarla belki de hiçbir günahları yokken siyasi iktidara fatura çıkıyor. Seçimlerde de siyasi iktidarla CHP rakip karşılaşacakları için ‘Aziz Bey’e bu haksızlık yapılmışsa ben Aziz Bey’i korurum, kollarım’ tarzı bir mağduriyet zırhı ortaya çıkıyor. Bu sefer ne oluyor? Aziz Bey’in tüm artılarının dışında, 9 yıllık belediye başkanlığı döneminde yaptıkları şüphesiz var ama yapmadıkları itibariyle bir değerlendirme yapıp oyumuzun rengini Aziz Bey’in aleyhine kullanabilecekken, bu psikolojik baskı nedeniyle tırnak içerisinde ‘bir mazlumun yanında olma psikolojisi’ nedeniyle ona doğru yönlendiriyoruz. Bu yerel iktidarların evrensel ölçülerde belirlenmesi mantığına müdahaledir. Bu Aziz Bey’in günahı da değil ama siyasi iktidara da haksızlıktır. Bunların ikinci plana alınıyor olması lazım ama böyle bir durum bir gerçek olarak ortada duruyor ve Aziz Bey eğer tekrar aday olacaksa veya CHP bu avantajla seçime giriyor. Bunu kastetmiştim.
SOYOĞUL: Peki seçime kadar bu davada nihai bir adım atılırsa o zaman herkesin hizmetleriyle yarıştığı bir süreç olabilir mi, yoksa bu kısım hep zihinlerde kalacak mıdır?
ŞÜKÜRER: Yapılan araştırmalara göre Türk insanının bir olayı kararlarını etkileyecek ölçüde zihninde tutma süresi 17 gün olarak belirlenmiş. Eğer bu tespit doğruysa… Tabii o süreç bir biçimde tamamlanır, Aziz Bey beraat eder, vesaire bu olayın üzerinden birkaç ay geçerse hadise tabiî ki bu ağırlığını kaybedecek. Ama insanlar sadece yerel bölgeden hizmetlerden hareketle oy vermiyorlar. Bir biçimde iktidarın İzmir insanını tedirgin eden bir uygulaması olursa, Başbakan’ın herhangi bir sözü ya da eylemi İzmir’i rahatsız ederse bunlar tabiî ki yerel seçimi de etkiler.
SOYOĞUL: Çok zorlu bir süreç olacak mı sizce?
ŞÜKÜRER: Son yerel seçimlere baktığınızda iki parti arasında 400 bin civarında fark var. Yani bu biraz genel seçimlerde 180 bin küsurlara geldi ama yerel seçimleri, yerel seçimlerle mukayese etmek daha doğru olur. Dünyanın her yerinde 400 binlik oy farkını kapatılması çok ciddi bir olaydır. Dolayısıyla mümkün ve muhtemeldir ki ben yine seçimi CHP’nin kazanacağını tahmin ediyorum. Bu CHP’li olduğum anlamına gelmez. Nitekim bu ihtimalin yüksek olduğunun AK Parti yöneticileri de farkındalar… Onlar da İzmir’e yönelik aday belirlenmesi konusunda, işte Binali Bey olsun, Ertuğrul Bey olsun, çok iştahlı gözükmemelerinden de bu izlenimi ortalama bir İzmir vatandaşı olarak hepimiz hissediyoruz. Ben de hissediyorum. Ama Demirel’in bir sözü vardır, ‘Siyasette bazen bir hafta bile uzun bir süredir’ diye… Hele teknolojinin bu noktaya geldiği ortamda yakın siyasi geçmişimizde bile nelerin yaşandığını bildiğimiz için, bir sürpriz olur vesaire… Ama bu koşullar altında normal olarak, CHP seçimleri kazanma konusunda AK Parti adayına göre daha avantajlıdır.
SOYOĞUL: Türkiye’nin Kürt sorununun çözümüne ilişkin olarak yeniden bir sürecin içine girmiş olması sizin için ne anlam ifade ediyor? Bu konuyla ilgili olarak düşüncelerinizi merak ediyorum.
ŞÜKÜRER: Kürt meselesi Türkiye’nin en önemli problemidir. Bu ülkenin enerjisinin çok büyük bir kısmını çeken bir hadise… Sadece 2012 yılında şehitler ve karşı taraftan binin üzerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hayatını kaybetmiştir. Bu korkunç bir trajedidir. Bu meselenin bir biçimde çözümü hepimizin en temel çabası olmalıdır. Bu böyle gitmemeli! Tabiî ki herkes şehit ailelerinin acısını paylaşıyor, hissiyatını kavrıyor ama olayın çözümsüzlük içinde olmasının hiç kimseyi mutlu etmeyeceği bilinciyle, derin kamuoyunda bu meselenin halledilmesi yönünde bir algının oluştuğuna inananlardanım…
Siyasi partiler de bu mesajı bence almışlardır. AK Parti olsun, CHP olsun, BDP olsun… Yepyeni bir süreç başlattılar. Bu aşamada pozisyonu gereği MHP’yi de iyi anlıyor anlamak lazım. MHP de kendi içerisinde dolaylı bir katkı sağlayacaktır bu sürece… Bunu şöyle izah edeyim; neticede bu yeni yaşanan süreç içerisinde herkesin kendini biraz buruk hissettiği ettiği bir uzlaşıcı orta yol bulunacaktır. Yani hiç kimse bir diğerine tüm istediklerini kabul ettiremez, o zaman bunun adı uzlaşma değil dayatma olur. Dolayısıyla bu sorun çözülemez, konjonktür tekrar değiştiğinde bu sorunla Türkiye tekrar karşı karşıya kalır.
MHP’NİN ROLÜ ÖNEMLİ, DENGE UNSURU OLACAKTIR
Şu anda kalıcı bir çözüm sağlayabilmek için bir süreç yaşanıyor. Bu noktada bu süreci götüren hükümetinde de Türk kamuoyunu rahatsız edebilecek aşırı tavizler vermesini, belki de MHP’nin etkin muhalefeti önleyecektir. Dolayısıyla bir denge unsuru olacaktır, bunu kastediyorum.
Neticede çözüm üç aşağı beş yukarı bellidir. Bu ülkede Kürt vatandaşlarımız İttihat ve Terakki’den başlayan dönemden bugüne kadar kendileri mağdur hissetmişlerdir. Bugün hiçbir yasal metinde adeta Kürdün adı yoktur. 15-20 milyonluk bir kitleden söz ediyoruz. Ayrı dilleri ve kültürleri vardır ve bunları sürdürme isteği içerisindeler… Başlangıç içerisinde Türkiye, ulusal devlet projesi içerisinde o dönemin şartları içerisinde kendilerini ikna eden gerekçelerle belki bu istekleri biraz törpüledi ama artık 21.yüzyıldayız… Şüphesiz bugünden bakarak dünü yargılamak da yanlıştır ama 21.yüzyılın parametreleri içerisinde çözümün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üzerinden hiçbir etnisiteye özel bir vurgu yapmadan, 75 milyonu bir arada kaynaştıran bir çerçeveden geçtiğini düşünüyorum.
Bunun yanı sıra bizim şüphesiz cumhuriyet yapılanmamız aşırı merkeziyetçi… Bu Kürt meselesinde bağımsız olarak hepimizin her ortamda dile getirdiği bir hadise… Yeni Anayasa çalışmalarıyla birlikte daha adil bir merkeziyetçi bir yapılanmayla bunu tabi ayrı bir özerklik noktasına getirmeden çözümleniyor olması lazım. Tahmin ediyorum her taraf bu parametreler etrafında uzlaşmaya yakın gibi duruyor. Tabi süreç içerisinde her türlü provokasyondan kendimizi iyi sakınmalıyız. Paris infazı ve benzeri bu süreci baltalama amaçlı olaylar, suikastlar olabilir. Bunlardan etkilenmeden, doğru bellediğimiz uzlaştığımız kalıcı bir çözüme yoğunlaşmalıyız. Mutlaka ama mutlaka bitmeli bu mesele…
SOYOĞUL: Bu konuyla ilgili Ertuğrul Özkök’ün bir Türk hassasiyeti vurgusu var. Kürtlerin hassasiyetinin düşünülmesi gerekilirken sorunun aynı zamanda bir Türk sorunu olduğunun da unutulmaması yönünde… Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
ŞÜKÜRER: Hemen çok kısa şunu söyleyeyim. Ben bu konuda Ertuğrul Özkök’ün yaklaşımına hiçbir şekilde iştirak etmiyorum. Netice bir tarafta bir Kürt hassasiyeti meselesi var. Ha Kürt nedir, ne değildir, bunlar ayrı konu… Neticede bir Kürt, bir olgu var. Tüm coğrafyada 40 milyon civarında… Bu insanların kendi dilleri, kültürleri var. Türkiye’de 15 milyon civarında… Türkiye 75 milyon olduğuna göre geriye kalan tırnak içerisinde 60 milyon Türk dediğimiz insanlar var. Bizim Türklük algımız Kürtlük algısı kadar hassas parametreler etrafında inşa edilmiş bir yapı değil. Biz Türklüğü bir arada yaşanan 36 ayrı etnisit yapıdan biçimlenmiş ama Türk dili ortak paydasında buluşmuş 60 milyon insanız. Bizim Kürt hassasiyeti ölçüsünde bir Türk hassasiyetimiz olduğunu düşünmüyorum. Hatta ötesinde Kürtler üzerinden Türkiye demokratikleşmeye başladığı vakit, o 60 milyon Türk dediğimiz topluluk kendi içerisinde unutturulmaya yüz tutmuş kültürel değerlerin yeniden tohumlandığı ve filizlendirildiği bir süreci yaşayacağımızı düşünüyorum. Bunun da çok iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Çünkü farklılıkların zenginlik olduğu bir varsayım üzerine bu cümleyi sarf ediyorum. Bir Tatar’ın, bir Çerkez’in, bir Boşnak’ın kendi dilini ve kültürü daha ön planda lanse ettiği 75 milyonluk Türkiye’nin 21.yüzyıla yakışan, çok daha anlamlı, çok daha önemli bir Türkiye olduğunun farkındayım, inancındayım. Bu cümleden hareketle, o denli bir katı Türk milliyetçiliğinin altyapısının bu ülkede olmadığı düşünenlerdenim. Tabi ki marjinallerin sesi çok çıkar. Marjinalleri genele teşhir etmiyor olmak lazım… İzmir, diyelim bu konularda en hassas, İzmir’in 10 ayrı yerinde ortalama bir sondaj yapın… Onların nerelerden geldikleri, ne konuştukları, neyin hasretini çektiklerini gördüğünüzde, yaşadığınızda bu dediğim çok anlaşılır diye düşünüyorum.
Ege'de Sonsöz
Son Güncelleme Tarihi: 24 Mart 2013 14:12