“Atanmışsınız” demek yeni vesayet üretme talebidir
29 Aralık 2020 16:39
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, muhalefetin bakanlara yönelik “Siz atanmışsınız Meclis’te konuşamazsınız” şeklindeki eleştirilerinin bürokraside yeni vesayet üretme talebinden kaynaklandığını söyledi. Uçum, “Bakanların, gerektiğinde siyasi ve fikri münakaşalara girmesi demokratik iradeye bağlılığın bir sonucudur. Bunun aksini istemek atanmışları demokratik iradeyi sınırlamaya çağırmaktır” dedi.
Mehmet Uçum, hazırlıkları süren hukuk reformundan, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne, AİHM’nin Selahattin Demirtaş kararından atanmış-seçilmiş tartışmasına kadar merak edilen birçok başlıkta Hürriyet’in sorularına şu yanıtları verdi:
REFORM GÜNDEMİNİN REFERANS BELGELERİ
- Cumhurbaşkanının işaret ettiği hukuk reformu çalışmalarında hangi aşamadayız?
Aktüel reform gündeminde iki somut belgemiz var. Biri Yargı Reformu Stratejisi Belgesi. Bu belgede birçok hedef var. 2021 yasama yılı içinde buradan kaynaklı kanun teklifleri gündeme gelecektir. Bir diğer önemli belge İnsan Hakları Eylem Planı. İnsan Hakları Eylem Planı bizim aktüel reform gündemimizin diğer referans belgelerinden biri. Bu plan şu anda Adalet Bakanlığımız bünyesinde çalışılıyor. Eylem planı ülkemizin günümüzdeki ihtiyaçlarına ve küresel seviyedeki gelişmelere uygun hak ve özgürlük anlayışı üzerine bina ediliyor. Reformun bir boyutu da bu belgeye dayalı atılacak adımlarla hayata geçirilecek. Elbette bu belgeye bağlı bir dizi kanun teklifi de gündeme gelebilir. Aktüel reform gündemimizde bu iki referans belgenin yanı sıra olağan reform gündemi de devam ediyor. Siyasi partiler hukukunda, seçim hukukunda, yerel yönetimler hukukunda ve hukukun başka alanlarında çalışmaların sonuçları da söz konusu olabilir.
PARLAMENTER SİSTEME DÖNÜŞ SÖYLEMİ ALDATMACA
- Muhalefetin gündeme getirdiği Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz? Türkiye yeniden Parlamenter Sistem’e geçebilir mi?
Türkiye’de şu anda güçlendirilmiş parlamenter sistem tezinin öne çıkarılmasının temel sebebi Cumhur İttifakı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında daha geniş bir koalisyon oluşturma çabasıdır. Yani pozitif değil negatif bir siyasettir, daha iyi bir yönetim arayışı sebebiyle bu tez savunulmuyor. Belirli çevreler ülkeyi esas almayan ve tasfiyecilik mantığı üzerine kurulu dar bir siyasi ajanda üzerinden bir koalisyon oluşturma çabası içindeler. Parlamenter sisteme dönüş de bu çabanın samimi olmayan bir enstrümanı olarak kullanılıyor.
- Cumhur ittifakı olmasa Genişletilmiş Parlamenter Sistem arayışı olmayacağını mı ifade ediyorsunuz?
Eğer bu tezi savunanların destekledikleri aday cumhurbaşkanı seçilirse bunlar Parlamenter Sisteme dönmek yerine Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini işletmek üzerine çalışırlar. Onu devam ettirirler. Çünkü bu sistemde hiçbir Cumhurbaşkanı seçmenin yarısından fazlasının desteğini halkın hükümeti seçme gücünü ortadan kaldıracağı iddiasıyla alamaz. Bu nedenle Parlamenter Sistem savunucuları açık ve dürüst bir yaklaşım içinde değiller. İleri sürdükleri teze ilişkin somut bir programlarının olmayışı ve Parlamenter Sisteme nasıl döneceklerini açıklamamaları bunu gösteriyor. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi Türkiye’nin kuruluşundan beri ihtiyaç duyduğu bir sistemdi. Halkın iradesiyle devreye girdi. Türkiye’nin güçlü yürütme ihtiyacını karşıladı. Bu sistemden geriye dönüş yani yürütmeyi parçalı hale getirip iktidarı dar siyasi çıkar odakları arasında paylaşma hesaplı bir geriye gidiş, halkın iradesiyle asla mümkün olmaz. Çünkü olağan demokratik koşullarda tarih boyunca halk elde ettiği kazanımlardan kendi isteğiyle asla vazgeçmemiştir. Bu sistemden de vazgeçmez. Aksini iddia eden varsa halkın önüne çıkıp dürüstçe ve açıkça halkın doğrudan hükümeti seçme gücünü geri alacaklarını ve bu yolla parlamenter sisteme döneceklerini söylesinler. Sonuçlarını da hep beraber görelim.
KARŞI ÇIKMAK DEMOKRASİ KARŞITLIĞIDIR
- Muhalefetin “siz atanmışsınız seçilmiş Meclis’te konuşmazsınız” şeklindeki çıkışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Eleştirilerde ‘siz atanmışsınız, Meclis’te konuşamazsınız’ veya ‘açıklama yapamazsınız’ deniliyor. Bunun ileri sürülmesinin asıl sebebi reform çizgisinde çok önemli bir dönüşümün sindirilememiş olmasıdır. O da yeni sistemin bürokratik vesayeti ortadan kaldırması, siyasi bürokrasi kültürüne son vermesidir. Bir Cumhurbaşkanı yürütme görevine seçilince bir siyasi programla gelir. Bu program hükümet programı olur. Cumhurbaşkanı siyasi programına uyan, bu programı uygulayacak kişileri bakan, başkan yapar. Demokratik siyasetin doğası her seçilmiş iradenin programına uyacak kendi ekibiyle çalışmasını gerektir. Cumhurbaşkanının ekibi onun programının uygulanması ve takibiyle görevli siyasi yardımcılarıdır. Hangi Cumhurbaşkanı kendi siyasi hedefleriyle farklı olan kişilerle çalışmak ister? Hangi siyasi irade kendine muhalif olan kişilerle çalışmıştır? Cumhurbaşkanının bakanlarının, başkanlarının hükümet programına bağlı kişilerden olması, bunların görevleri gereği çeşitli mecralarda Cumhurbaşkanı adına konuşması, demokratik kamuoyunu bilgilendirmesi, gerektiğinde siyasi ve fikri münakaşalara girmesi, eleştirileri yanıtlaması ve eleştiri yapması seçilmiş demokratik iradeye bağlılığın bir sonucudur. Bunun aksini istemek atanmışlara bir egemenlik alanı açma çabasıdır. Atanmışları demokratik iradeyi sınırlamaya çağırmaktır. Yani eski dönemdeki gibi bürokrasi üzerinden bir vesayet üretme talebidir. Bunun da demokrasiyle bağdaşan bir yanı yoktur.
- Reform çalışmalarında neler göreceğiz? Sadece sistemsel uyuma yönelik ifadeler mi olacak?
Sistemsel uyum açısından hangi ihtiyaçlar varsa onu karşılayacak düzenlemeler olacak. Hem uyumu sağlamak hem de yeni ihtiyaçları karşılamak için reform adımları atılacak.
ÖNCELİK TÜRKİYE’NİN KORUNMASI
- Bu anlamda reformda sürpriz başlıklar olabilir mi?
Ezber bozan, sürpriz şeyler de çıkabilir. Bütün bunlar Türkiye’nin ihtiyacı üzerinden konuşulacak konulardır. Bu reformun genel çerçevesini, kırmızı çizgilerini söyleyeyim. Birincisi bu reform Türkiye’nin coğrafi bütünlüğünü zaafa düşürecek en ufak bir unsur içeremez. Türkiye’nin coğrafi bütünlüğü reformlar bakımından zaten kırmızı çizgidir. Bu reformlar Türkiye’nin siyasi birliğini yani üniter yapıyı zaafa düşürecek boyutlar da taşıyamaz. Üniter yapı üzerine bina edilmiş siyasi birlik bir başka kırmızı çizgidir. Bu reformlar terörle mücadeleyi, sınır ötesi harekatlarda ülkemizi korumakla ilgili girişilen mücadeleyi, uluslararası alanda eşit haklı, eşit seviyeli bağımsız bir dış politika oluşturma mücadelemizi zarara ve zaafa uğratacak unsurlar içeremez. Türkiye’nin makro çıkarlarını korumak kaydıyla bu reformlar çok gelişkin içeriklerde olabilir. Bundan sonra bizim konuşacağımız ilk konu reform adı altında neyi yapacağımız değil nelerin yapılamayacağıdır. Belirtilen çerçeveye aykırı bir reform gündemi olamaz, reform adı altında Türkiye’yi zaafa düşürecek hiçbir adım atılamaz.
- İnsan Hakları Eylem Planı da bu çerçevede mi olacak?
Bütün reform gündemimizde Türkiye’nin korunması öncelikledir. Türkiye’nin korunmasını gözetmeyen, öncelik yapmayan bir yaklaşım bize göre reform değildir. Bu olsa olsa Türkiye karşıtı bir pratik ve zararlandırıcı bir hamle olur. Buna da milli, yurtsever ve demokratik güçler asla izin vermez.
AİHM’NİN KARARI TARİHTE BİR İLK
- AİHM’nin Selahattin Demirtaş kararını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bakımdan AİHM kararı Türkiye için bağlayıcı mıdır?
AİHM kararları da Anayasa Mahkemesi (AYM) kararları gibi esastan bağlayıcı değildir, bunu unutmamak lazım. AİHM kararları bir konuda ihlal tespit ederse ilgili mahkeme ihlal tespit edilen dosyayı yeniden ele alır bağlayıcılığı bu kadardır. Hatırlayın geçmişte Öcalan’la ilgili yargılamada AİHM ihlal kararı verdi, mahkeme yeniden yargılama yaptı, aynı kararı verdi ve süreç tamamlandı. Bizim uluslararası sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüğümüz dosyanın yeniden ele alınmasıdır. Dosya yeniden ele alındığında mahkeme o karara uyar ya da uymaz. Bağlayıcılık yanlış anlaşılıyor ve anlatılıyor. AİHM, bizim mahkemelerimizin üstünde temyiz gücüne sahip süper temyiz mahkemesi değil. AYM’nin bile böyle bir temyiz gücü yok. Bizde gerçek anlamda kararları bağlayıcı olan temyiz mahkemeleri Danıştay ve Yargıtay’dır. AİHM’nin ve AYM’nin ihlal kararlarında mahkemeler eğer kesin mahkeme kararı varsa yeniden yargılama yoluyla, eğer yürüyen dava varsa yeniden ele alma yoluyla dosyayı değerlendirir. Dolayısıyla ilgili karara ihlali değerlendirmek bakımından uymuş olur, ama işin esası bakımından yine kendi kararını verir. AİHM’nin son kararı Türkiye ile ilgili verdiği kararlar arasında hukuktan en fazla uzaklaştığı, siyasi yoğunluğu en fazla olan, siyasi niteliği adeta zirveye çıkan bir karar olmuştur. AİHM, 2016 yılındaki tutukluluk başvurusu üzerine yaptığı incelemeye 2019 tutukluluğunu ekleyerek bir karar vermiştir. Oysa 2019 tutukluluğu için iç hukuk yolları tüketilmemiştir. AİHM’e başvuru koşulları henüz oluşmamıştır. Burada kabul edilmezlik kararı verilmesi gerekirken ihlal kararı verilmesi AİHM’in kendi içtihatlarına da aykırıdır. AİHM, geçmişte bize verdiği kararlarda defalarca bu hukuki ilkeye uymasına rağmen bu sefer uymadı. O zaman siyasi yoğunluğu bu kadar yüksek olan bir kararı Türkiye’nin kabul etmesi mümkün olabilir mi? AİHM geçmişte de hukuki yönü zayıf siyasi yönü baskın kararlar verdi. Ancak tarihimizde bize karşı bu denli siyasi saldırganlık içeren bir karar vermemişti, bu anlamda hukuku tümden değersizleştiren bir ilk karar denebilir.Bu nedenle AİHM, bizim nezdimizde güvenilirliğini giderek yitiriyor.
YARGILAMALARIN EN UFAK YERİ YOK
- Reform kapsamında önümüzdeki dönemde bazı isimlerin tahliye edilebileceği iddialarına nasıl bakıyorsunuz?
Reform meselesi bazı siyasi davalarda yargılananların o yargılama sürecindeki durumuna indirgeniyorsa bu son derece cahilce, fırsatçı ve faydacı bir yaklaşımdır. Türkiye’deki yargısal pratiklerde birkaç davadaki yargılamalar Türkiye reform gündeminin içinde en ufak bir yere bile sahip değildir. Reformun sonuçları üzerinden birçok yargılama süreci etkilenebilir. Bunlar da etkilenirse etkilenir, o mahkemelerle ilgili meseledir. Reform söylemi çıktı bazı davalarda tahliyeler olacak deniyor. Olur ya da olmaz, o mahkemelerin işidir, reform gündemiyle bir ilgisi yoktur.
AVRUPA’NIN SEVİYESİNİ GEÇECEĞİZ
Avrupa’yla aramızda olan eski ve eskimiş hukuk yeniden yapılanan ilişkilerimize yetmiyor. Elbette batıdan, AB’den vazgeçecek değiliz. Yapmamız gereken yeni ilişkilerimizin hukukunu üretmektir.
- Açıkladığınız çerçevede Türkiye, İnsan Hakları Eylem Planı ile AB kriterlerine daha mı çok yaklaşacak?
Yeni İnsan Hakları Eylem Planında Avrupa’nın insan hakları seviyesini büyük ölçüde geçeceğiz, bırakın yaklaşmayı… Tam üyelik hedefinden vazgeçmiş değiliz. Eski hukuku bu manada yenilemek, eskimiş yanlarını ortadan kaldırmak ve yeni ortaklık hukuku üzerinden üyelik sürecine yürüyebiliriz. Bizi eski kodlar, eski hukuk üzerinden terbiye etmeyaklaşımıyla gelirlerse bunu kabul etmemiz mümkün değil. Demek ki Avrupa Konseyi hukukunda da birtakım değişikliklere ihtiyacımız olacak.
- Yani Türkiye ihtiyaçları çerçevesinde eylem planını hazırlarken, AB’den de yeni adımlar atılmasını mı isteyecek?
Onlar eski bakış açılarını bize karşı korudukları sürece aramızdaki gerilim devam eder. Biz kendi ihtiyaçlarımız üzerinden reform gündemimizi sürdürüyoruz, esasen batıyla ilgisi yok.
- AB’den gelen öneriler, talepler, eleştiriler eylem planına dahil edilecek mi?
Yapıcı olduğu sürece oradan gelen eleştirileri her zaman dikkate alırız. Ama oradan talep geldiği için bir reform gündemimiz yok. Biz Türkiye açısından bir reform çağındayız. Reform süreci bizim AB ile ilişkilerimizi güçlendirebilir de. Ama burada AB’nin bize karşı adil ve objektif bir bakış açısı geliştirmesi ön koşuldur.
MECLİS İÇTÜZÜĞÜ REFORMUN PARÇASI
- Yürütme anlamında önümüzdeki süreçte yeni adımlar atılabilir mi?
Reform meselesinde yürütme pratikleri açısından adımlar atılması gerekebilir. TBMM’nin de kendine ait reform adımını atması; örneğin yeni tüzüğünü çıkarması lazım. Meclis’in Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine uygun yeni içtüzüğe sahip olması reformun çok önemli bir parçası olabilir.
- Sizin tespit ettiğiniz eksiklikler neler oldu? Bu anlamda İnsan Hakları Eylem Planında ne gibi başlıklar olacak?
Hak ve özgürlüklerde artık sayı sınırı yok. İletişim çağında, elektronik çağda birçok hak ve özgürlük alanı gelişiyor. Birçok koruma alanına ihtiyaç duyuyoruz. Elektronik dünyanın hukukunu geliştirmemiz lazım, sosyal medya üzerindeki hak ve özgürlüklerin korunması, kişiliğin korunması adımlarını atmamız lazım.
- Sosyal medyanın ve elektronik dünyanın, reforma uyarlanacağını söyleyebilir miyiz?
Nasıl gerçek alanda hakarete, tacize karşı hukuk düzeni bir güvenlik sağlarsa, sosyal medyada da bir hakaret ve taciz olursa kişileri daha güçlü korumak lazım. Yani elektronik dünyaya hak ve özgürlükleri uyarlamak ve bu alanda kişiliği korumak. Elektronik demokrasi konusunda da kafa yormak lazım. Bunlara ilişkin birçok hazırlık çalışması da var. Dünyada elektronik demokrasi konusunda öncülerden birinin Türkiye’nin olması beklenebilir bir şey. Bunların temel ilkeleri referans belgelerde belirlenmiş olacak. Reformun sonuçları hem demokrasinin hemde hak ve özgürlüklerin gelişmesine katkıda bulunacaktır. Siparişle ortaya çıkan bir reform gündemi söz konusu değildir. 16 Nisan 2017’de başlayan kapsamlı reform sürecinin yeni aşamaları gündemi oluşturmaktadır.
TÜRKİYE UZUN SÜRE KATLANAMAZ
- Yeni çözüm süreci iddiaları gündeme gelmişti, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Çözüm süreci bitmiştir, böyle bir beklenti asla olmamalıdır. Asıl sorun Türkiye’de anlamlı denebilecek kitle desteğine sahip bir siyasi çevrenin yüzde yüz terör vesayeti altında olması ve buna direnmemesidir. Türkiye’de aslında tasfiye edilmesi gereken son vesayet terör vesayetidir. Terör vesayeti altında olanlar bundan kurtulmak için bir süreç yönetmek istiyorlarsa Türkiye’deki bütün demokratik güçler onlara bu desteği verir.
- Terör vesayetinden kurtulmazlarsa…?
Tabi her zaman nihayetinde hukuk neyi gerektiriyorsa o olur. Ancak kesin olan şu ki Türkiye terör vesayetine sonuna kadar artık katlanamaz. Parti kapatma konusunda işin demokrasiyi ilgilendiren başka kısmı var. Hukuki süreçler işi hangi noktaya götürürse götürür. Ancak Türkiye hem de Meclis’te terör vesayetinin bu kadar etkili, güçlü olduğu bir pozisyonu uzun süre kabullenmez. O yüzden belli siyasi mecraların bu terör vesayetine karşı açıkça tavır alıp bu vesayetten kurtulmaları ve terörle mücadeleye samimiyetle destek vermesi gerekir. Ancak bunu yaptıktan ve Türkiye’yi korumayı öncelik haline getirdikten sonra demokratik siyasetin meşru parçası olabilirler ve demokratik süreçlerde yol alma imkanı olur.”
Son Güncelleme Tarihi: 30 Aralık 2020 10:34