Demokrasi Teorisi Açısından Venezuela Meselesi: İki Ucu Pis Bir Değnek
30 Ocak 2019 17:06 / 1267 kez okundu!
Sosyal bilimlerde ve sosyal düşüncede hiç bir teorinin, izahın asla tam olarak tamamlanış olmayacağının tipik bir örneği demokrasi teorisinde karşımıza çıkıyor. Türkiye’de Gezi isyanları, FETÖ’nün seçilmiş hükümete saldırıları, Arap Baharı, Mısır’da seçimle gelen Mursi’ye karşı General Sisi darbesi, Suriye İç Savaşı, Fransa’da yaşananlar ve en son Venezuela’da şahit olmakta bulunduğumuz olaylar bunun en ciddî işaretleri.
****
Demokrasi Teorisi Açısından Venezuela Meselesi: İki Ucu Pis Bir Değnek
Sosyal bilimlerde ve sosyal düşüncede hiç bir teorinin, izahın asla tam olarak tamamlanış olmayacağının tipik bir örneği demokrasi teorisinde karşımıza çıkıyor. Türkiye’de Gezi isyanları, FETÖ’nün seçilmiş hükümete saldırıları, Arap Baharı, Mısır’da seçimle gelen Mursi’ye karşı General Sisi darbesi, Suriye İç Savaşı, Fransa’da yaşananlar ve en son Venezuela’da şahit olmakta bulunduğumuz olaylar bunun en ciddî işaretleri.
Şimdi Venezula’yı takip etmeye ve olan biteni demokrasi teorisi açısından açıklamaya çalışıyoruz. Gerçekten, Venezuela’da kim haklı? Devlet Başkanı Maduro mu? Kendini ‘geçici devlet başkanı’ ilân eden muhalefet lideri mi? Niçin? ABD’nin ve onun peşine takılan (belki de emrine uyan) ülkelerin tavrı demokrasiye destek anlamına mı geliyor köstek anlamına mı? Türkiye’nin Maduro’ya kuvvetli destek ilân etmesi doğru mu, yanlış mı? Neden?
Her ne kadar iletişim çağının küresel köyünde yaşıyorsak da bu ülke bize hayli uzak. Hakkındaki genel bilgilerimiz de son zamanlarda yaşanmakta olan olaylar hakkındaki bilgilerimiz de sınırlı. Bize ulaşan haberler genellikle Batı medyası kaynaklı. Ben şahsen Batı medyasına eskisi kadar itibar etmiyorum Çünkü Batı medyası benim gözümde Türkiye hakkındaki haber politikasıyla ve haberleriyle çoktan sınıfta kaldı. Diğer taraftan, Batı medyasını ihmâl edersek Venezuela olayları hakkında bilgilerimizin daha da sınırlı hâle gelmesi söz konusu. Ne yapacağız? Yeterli ve sağlıklı bilgiye sahip olmadan durumu nasıl değerlendirecek, demokratik teorisi açısından meşru ve gayri meşru pozisyonları nasıl belirleyeceğiz?
Benim ilk düşüncem şu: Hakkında daha fazla bilgi sahibi olunanlar dâhil her meseleyi olduğu gibi bu meseleyi değerlendirmede de sakin ve ihtiyatlı olmalıyız. Yani aceleci olmamalı ve müfrit konumlardan uzak durmalıyız. Yanılma payına yer bırakmalıyız.
Maduro seçimle göreve geldi. Ülkedeki seçimlerin demokratik seçimlere ne kadar uyduğunu bilmiyorum. Ancak, Venezuela seçim tecrübesi hayli zengin bir ülke. Yaklaşık 60 yıldır seçimler yapıyor. Son seçimde bile bir resmî muhalefetin ortaya çıkabilmesi seçimlerde şu veya bu ölçüde bir demokratik öz bulunduğunu gösteriyor. Meselâ Suriye böyle değildi. Suriye’de seçimleri daima iktidar kazanırdı ve Venezuela’daki kadar bile olsa resmî ve açık muhalefet bulunmazdı. Keza, Venezuela’da yapılanlara benzer protesto gösterileri de Suriye’de asla söz konusu olamazdı. Suriye diktatörü barışçıl gösteriler yapanlara ölüm kusarak cevap vermişi. Bu yüzden, Suriye ile Venezuela’yı karşılaştırarak paralellikler ve benzerlikler arayanlar bence hata yapıyor.
Diğer taraftan Maduro vahim hatalar da yaptı. Bu hatalar hem ekonomide hem siyasette boy gösterdi.
Ekonomide hataların çoğu Chavez çizgisini devamı. Chavez tuhaf bir adamdı. Düşük rütbeli bir askerdi. Bir taraftan darbeciydi diğer taraftan darbe önleyen adamdı. Darbecilikten hapisteyken eski devlet başkanı tarafından affedildi. Chavez daha sonra iktidara darbe yerine seçimle ulaşmaya karar verdi. Yani demokratlaştı. Chavez siyasette adıma adım yükselirken ülkenin siyasal partileri potansiyel bir diktatörlüğün önünde bariyer olma görevini yerine getiremedi. Chavez sıradan insanlara dokunan bir siyasî söyleme dayanan etkili bir seçim kampanyasıyla iş başına geldi. Ekonomiyi -özellikle petrol sanayiini- sosyalistleştirmeye ve doğal olarak millileştirmeye çalıştı. Niyeti ne kadar iyiyse ekonomi o kadar kötüye gitti. Maduro Chavez’in politikalarını revize etmek yerine aynen takip edince sıkıntılar ağırlaştı. Bütün bunlara nepotizm, partizanlık ve hesapsızlık ile ani radikal adımlar atmaktan doğan sorunlar da eklendi. Bu sorunlar hem birçok hak ihlâlleri yarattı hem de normal şartlarda hayli zengin olması gereken bu ülkeyi adım adım ekonomik felaketlere sürükledi. Yoksulluğu artırdı. Ekonomik sebepli göç dalgalarını tetikledi. Yüz binlerce insan açlıktan dolayı ülkeden kaçtı.
Siyasette daha önce Allende yönetimi altıdaki Şili’de 1970’lerin başlarında yaşananların benzerleri tekrarlandı. Seçilmiş başkanla demokrasinin diğer temel kurumu olan Parlamento arasında güç çatışması doğdu. Yargı da Chavez-Maduro ikilisinin önünü kesmek içi kullanılmak istendi. Chavez-Maduro çizgisi bunun üzerine yargıya müdahale etmeye çalıştı. Latin Amerika siyasetinin uzlaşmacılığı zayıf kültürü 1958’den beridir Latin Amerika’nın en istikrarlı demokrasisi olmakla övünen ülkeyi gergin kutuplaşmalara itti. Maduro, seçilmiş Meclis’i ekarte edip ülkeyi kararnameler ve Anayasa Mahkemesi ile yönetmeye başladı. Sonra Parlamentonun engelleyiciliğini aşmak amacıyla bir kurucu Meclis oluşturulmasına karar verdi. Bunun için seçim yapıldı. Yüzde 41 gibi düşük bir katılım oldu.
Kendi kendini geçici başkan ilan eden 35 yaşındaki Meclis Başkanı Juan Guaidó bu seçimle Parlamentoya giren muhalefet partisinden biri. O da sol düşünce çizgisinden. Ancak, Maduro’nun içte ve dışta sıkışmış olmasını genç yaşta iktidarı yakalamak için bir şans olarak gördüğü anlaşılıyor.
Gelgelelim Venezuela’da olan bitenleri sadece iç faktörlerle açıklamak da zor. Zira zengin petrol yatakları enerji akışını kontrol etmek isteyen ABD’nin ilgisini bu ülkenin üstüne çekiyor. Venezuela sıradan bir ülke değil, önemli ve stratejik bir siyasî coğrafya. Chavez ve Maduro millileştirme yoluyla Amerikan şirketlerinin petrol sanayii üzerindeki tesirlerinden kurtulmak istedi. Bu ABD’yi rahatsız eden bir durum.
ABD Venezuela’ya ilişkin düşünce ve taleplerini genellikle demokrasi konusundaki hassasiyetiyle ilişkilendiriyor. Ama ABD’nin bu hassasiyetine ne kadar inanabiliriz? Meselâ Maduro ABD ile mutlak uyum sağlayan tam bir diktatör olsaydı ne olurdu? Yani Venezulea’da bugün olduğu kadar bile demokrasi bulunmasa ama ülke ABD’nin Suudi Arabistan gibi bir kuklası olsaydı ABD ne yapardı? ABD demokrasi konusunda bu kadar hassas ise neden Suriye’de Esed rejimini birinci hedef yapmıyor? Yoksa Suriye’de demokrasinin (Mısır’da olduğu gibi) istemediği sonuçlar üretmesinden ve bunun sonuçlarından mı korkuyor? Neden Kuzey Suriye’de YPG/PKK’nın etnik ve ideolojik temizlik yapmasına dolaylı destek veriyor? Dünyanın insan hakları bakımından en arkaik ülkesi olan Suudi Arabistan ile nasıl oluyor da bu kadar sıcak ilişkiler kurabiliyor?
Şüphesiz bu sorulara bu tür eleştirilerin ve olmayan durumlarla ilgili yorumların fazla anlamlı olmadığı söylenerek cevap verilebilir. Öyle ya, bir ülke bir yerde yanlış yapıyor diye her yerde yanlış yapacak denemez. Belki. Ama söz konusu ülke ABD ise ihtiyatlı olmakta fayda var.
Hem demokrasi teorisini hem de (öyle bir şey varsa) uluslararası ilişkiler teorisini ilgilendiren bir başka mühim mesele daha var. Bir ülke demokrasi getirmek adına başka bir ülkeye doğrudan veya dolaylı müdahale etme hakkına sahip midir? Halkın büyük çoğunluğu bu tür bir müdahalelere karşıysa durum ne olacaktır?
Türkiye’de bir ara AK Parti’yi suçlamak için özellikle CHP çevreleri ‘sivil darbe’ adlandırmasını kullanmıştı. Ben yazılarımda bunun yanlış ve anlamsız olduğuna işaret etmişim. Darbenin bir yapanı bir de yapılanı olması gerekir. AK Parti sistemi önemli ölçüde değiştirdi ama bunu meşru bir aktöre karşı gayri meşru yolları kullanarak yapmadı. O da meşru bir aktör olarak hareket etti. Yöntemi de demokrasi dışı değildi. Genellikle demokratik yollara başvurdu. Venezuela’da biraz daha farklı bir durum var gibi. Sanki gerçekten bir sivil darbeden söz edilebilir. Muhalefet lideri kendisini seçilmiş devlet başkanı hâlen yerinde otururken geçici devlet başkanı olarak ilan ediyor. ABD buna büyük destek veriyor; Venezuela ordusunu müdahale etmeye davet ediyor, daha doğrusu kışkırtıyor. Acaba buna bir sivil darbe (denemesi) denmesi uygun olur mu? Tartışılması lâzım.
Gerçekten zor bir mesele; iki ucu pis bir değnek gibi. Neresinden tutsan eline pislik bulaşabilir. Maduro yönetiminin anti-demokratik icraatlarını ve ekonomiyi sosyalistleştirmesini onaylamam elbette söz konusu olamaz. Venezuela’da iktidarın ya demokratikleşmesini ya da değişmesini dilerim. Ancak, bunun demokratik ve barışçıl yollarla ve iç dinamiklerin eseri olarak vuku bulmasını tercih ve temenni ederim. İsterim ki demokratik bir seçimle ne olacaksa olsun. Demokratik bir seçim yapma imkânı kalmazsa sivil toplumun baskın ve yaygın ama barışçıl protestolarıyla durumun değişmesini yeğlerim. ABD’nin ve Batı’nın demokrasi hassasiyeti kılıfını giydirdiği doğrudan veya dolaylı müdahalesine sempati duymam. Bunun sebebi Batı’nın ciddî biçimde ikiyüzlü, hatta sahtekâr olduğunu düşünmem. Özellikle Mısır’daki darbe ve 15 Temmuz karşısındaki tavırlarını tüm çıplaklığıyla gördüğümden beridir…
Venezuela demokrasi teorisi ve pratiği için adeta bir laboratuvar görevini üstleneceğe benziyor. Umarım bu talihsiz ülkede acılar çoğalmadan ve insanlar birbirini katletmeye başlamadan olması gereken olur.
Atilla YAYLA
gazeteyeniyuzyil.com
29.01.2019