Fanatizm ve Terör
21 Mart 2019 11:38 / 1417 kez okundu!
Yeni Zelanda’da vuku bulan menfur saldırı, hiç şüphe yok ki, adî bir suç ve/veya gelişigüzel bir şiddet patlaması değil. Muhtemelen, her bakımdan ve her yönüyle hesaplanmış bir terör saldırısı. Batı dünyasının vakayı doğru ismiyle anmak ve adlandırmaktaki isteksizliği ve yavaşlığı gerçeği değiştiremiyor, gizleyemiyor. Bu alçakça saldırı ve katliam özünde ırkçılık değil dinsellik temelli. Sırf ırkçı bir terör saldırısı olsaydı, bir camide değil meselâ belli etnik köklerden gelen göçmenlerin devam ettiği bir lokantada veya okulda vuku bulabilirdi. Açıktır ki elli kişinin kâtili terörist genel bir mesaj vermek istemiş. Bunun için en uygun yerinin cami olduğunu düşünmüş. Cani, camide karşısına kendisi gibi Avustralyalı olan bir Müslüman çıksaydı onu da öldürmekte tereddüt etmezdi.
****
Fanatizm ve Terör
Terörizm fanatizmin eseridir. Fanatizm ise birçok şeyden kaynaklanabilir. Dinlerden kimi ideolojilere, ırklardan ütopyalara akla gelen pek çok şey fanatizme yol açabilir. Böyle olmasında bunların fanatizm yaratmaya elverişli olması kadar onları yorumlayan ve değerlendiren beşerî aktörlerin ruh hâli, psikolojisi, dünyayı, kendisini ve başkalarını algılama biçimi ve benimsediği siyasal kültür de etkili olur.
Terörün tarihine bakıldığında Müslümanların, Hristiyanların, Yahudilerin, Budistlerin, faşistlerin, sosyalistlerin, ırkçıların, entegral milliyetçilerin… teröre başvurabildiği görülmektedir. Bu yüzden, neredeyse hiçbir dinî inanç ve hakikat tekeli iddiasında bulunan hiçbir siyasî ideoloji metot olarak terörden mutlak anlamda masun değildir. Hatta sosyalistlerden farklı olarak çarpıtılmış bir barışı değil ama gerçek manasıyla anlaşılan bir barışı temel hedef olarak gören ve öven liberaller arasında dahi teröre yatkın olduğu söylenebilecek çizgiler ve kişiler vardır. Anarko-kapitalizm bu bakımdan dikkate şayan bir çizgidir. Onun bazı türleri aynen devrimci-kolektivist anarşistler gibi siyasal iktidar ögelerine yönelik şiddetin özgür bir dünyaya ulaşmamıza yardımcı olacağını zannedebilir…
Yeni Zelanda’da vuku bulan menfur saldırı, hiç şüphe yok ki, adî bir suç ve/veya gelişigüzel bir şiddet patlaması değil. Muhtemelen, her bakımdan ve her yönüyle hesaplanmış bir terör saldırısı. Batı dünyasının vakayı doğru ismiyle anmak ve adlandırmaktaki isteksizliği ve yavaşlığı gerçeği değiştiremiyor, gizleyemiyor. Bu alçakça saldırı ve katliam özünde ırkçılık değil dinsellik temelli. Sırf ırkçı bir terör saldırısı olsaydı, bir camide değil meselâ belli etnik köklerden gelen göçmenlerin devam ettiği bir lokantada veya okulda vuku bulabilirdi. Açıktır ki elli kişinin kâtili terörist genel bir mesaj vermek istemiş. Bunun için en uygun yerinin cami olduğunu düşünmüş. Cani, camide karşısına kendisi gibi Avustralyalı olan bir Müslüman çıksaydı onu da öldürmekte tereddüt etmezdi.
Bu katliam Batı’da yükselmekte olan İslam karşıtlığının ve düşmanlığının bir neticesi oldu. Batı dünyası -bazı hükümetler ve daha ziyade medya- ne yazık ki bazı Müslüman kişiler veya Müslümanlardan oluşan örgütler tarafından gerçekleştirilen terör saldırılarını İslam’a mal eden bir yorum çizgisi tutturmakta tereddüt etmedi. İslam düşmanlığının siyasetin ana unsurlarında biri olmasına engel olmadı veya olamadı. Müslüman teröristler tarafından gerçekleştirilen terör eylemleriyle genel olarak İslam ve Müslümanlar arasına bir ayrım koymayı beceremedi. İslam’ı bir terör dini ve Müslümanları birer terörist gibi görme durumuna geldi. Bu vahim bir hataydı. Bundan sonra ne kadar düzeltilebileceği de maalesef şüpheli.
Bu kalleş katliamdan sonra İslam dünyasında ve münhasıran Türkiye’de terörü Hristiyanlık dinine ve tüm Hristiyanlara mal etmeye çalışan ve bir haç-hilal savaşı çağrısı yapan kimseler oldu. Bunun da kesinlikle yanlış bir düşünce ve zararlı bir tavır olduğu kanaatindeyim. Başta Yeni Zelanda Başbakanı olmak üzere Hristiyanlardan katliama hak ettiği tepkiyi gösteren, Müslümanların özgürlüğü ve güvenliği için elinden geleni yapacağını beyan eden birçok Batılı siyasî idareci ve sivil insan oldu.
Terör bir insanlık suçudur. Ama teröristler dini, ideolojisi olmayan makinalar değildir. Bu yüzden, terörün bir insanlık suçu olarak dini, ırkı olmaz ama teröristlerin dini de ırkı da ideolojisi de var. Burada toptancı bir tavırla bir Hristiyan terör eylemi yaptı diye Hristiyanlığı ve Hristiyanları veya bir Müslüman bir terör saldırısı gerçekleştirdi diye Müslümanlığı ve Müslümanları terör dini ve terörist ilân etmek yanlış ve haksız. Diğer taraftan, bu tür teröristlerin dünya görüşünün bir tür dinsel yoruma dayandığı da inkâr edilemez. Cami basan Hristiyan terörist de insanların kafasını kesen IŞİD’Li terörist de dininin yaptığına cevaz verdiğine, hatta bunu emrettiğine, yaptığını yapmakla dinine hizmet ettiğine ve dinen doğruyu yaptığına inanıyor. Onları dinlerinin dışına atma çabası beyhude. Yapılması gereken şey, insanların dinleri çeşitli yorumlara tâbi tutma ve dinlerin çeşitli yorumlara tâbi tutulma kapasitesine sahip olduğu gerçeğini kabul ederek, terörü meşrulaştırıcı ve teşvik edici din yorumlarına karşı çıkmak, itidali ve barışı teşvik eden din yorumlarını benimsemek ve teşvik etmek. Başka bir deyişle fanatik din yorumlarının baskın yorum olmasının önüne geçmeye çalışmak.
Bu yapılmazsa, yapılamazsa, sadece polisiye tedbirler dinsel referanslı ve dinsel motivasyonlu terörü tam olarak önlemeye yetmez.
Atilla YAYLA
gazeteyeniyuzyil.com
19.03.2019