Hangi partiye oy vermek normal?
07 Temmuz 2018 23:54 / 1376 kez okundu!
Başka bir deyişle Türkiye’de bir tür sosyolojik deprem yaşandı. Bu deprem jeolojik depremler gibi uzun bir hazırlık yaptı ama onlardan farklı olarak vesayet sistemi için yıkıcılığı çok sınırlı bir zaman dilimi içinde değil hayli uzun bir sürede ortaya çıktı. On yıllar aldı. Bu yüzden ne olduğunun farkına varamayanlar oldu. Atatürkçü kesimin durumu kesin olarak bu. Keskin Kemalistler kötülük saydıkları her şeyin tamamen Erdoğan’ın şahsî eseri olduğunu zannediyor. Bu yüzden Erdoğan’dan nefret ediyor. Erdoğan’dan “kurtulurlarsa” her şeyin eskiye döneceğini zannediyor, umuyor. Sosyolojik depremden haberdar değiller ve bu istikametteki haberlerle, yorumlara gözleri kulakları kapalı.
****
Hangi partiye oy vermek normal?
Kemalist mütehakkimlerin başörtülü üniversite öğrencilerine sistematik şekilde zulmettiği 28 Şubat sürecinde bürokratik vesayet sisteminin payandası akademisyenler ve gazeteciler sık sık “başörtülülerin neden başını örttüğünü” sorgulardı. Akademisyenler buna ilişkin sözde bilimsel araştırmalar yapar, gazeteciler bu akademisyenlerin güya ulaştığı bilgileri, bulguları köpürterek kamuya duyururdu.
Söz konusu akademisyen ve gazetecilerin bu yaklaşımının ardında başörtüsü takmamanın “normal” olduğu varsayımı yatmaktaydı. Buna göre, başörtüsü takanlar bir sapma hâli içindeydi. Sapma, nereden bakıldığına bağlı olarak, uygarlıktan, çağdaşlıktan, laiklikten, özgürlükten, cumhuriyet ilkelerinden, ulu önderin hepimiz için çizdiği yoldan vs. sapma olarak görülmekteydi.
Bu “normal-anormal” kavramlaştırmasına dayandırılan 28 Şubat post-modern askerî müdahalesinin sürekli kılınacağı söylendi, bin yıl süreceği iddia edildi. Çok şükür, böyle olmadı. On-on beş yıl içinde bin sene sürmesi istenen 28 Şubat çöktü. Ancak, çöküş tam olarak gerçekleşene kadar zulüm devam etti. O kadar ki, bu ülkenin başbakanı başörtülü kızlarını ülkedeki üniversitelerde okutamadı, yurt dışına göndermek zorunda kaldı.
Aslında 28 Şubat bürokratik vesayetin çökmesine giden yolu açtı veya çökme sürecini hızlandırdı. Çöküş çok sayıda faktörün bileşik etkisiyle vuku buldu. Şüphe yok ki, AK Parti iktidarları ve Erdoğan bu sürecin çok önemli aktörleriydi. Ancak, hadisenin asıl faili Türkiye’de yaşanan sosyolojik değişme ve yenilenmedir. AK Parti bu değişikliğin hem sonucu odu hem de bir katalizör işlevini ifa etti. Bu her alanda ve her zaman bilinçli şekilde yüklenilen bir işlev değildi. Menderes ile başlayan, Demirel ile devam eden, Özal ile ciddî görünürlük kazanan bu süreç Erdoğan döneminde yeterli olgunluk ve derinliğe ulaştı ve hükmünü icra etmeye başladı.
Türkiye’de sosyolojik olarak nelerin değiştiğini soracak olanlar için belirtelim: Değişiklik nüfus seviyesi, şehirleşme, okullaşma, akademik dünya, medya, iş dünyası, sivil toplum, sivil toplum kuruluşları gibi alanlarda vuku buldu. Bürokratik vesayetin dayanakları yerinde sayarken ona karşı olan geniş toplum kesimleri önemli mesafe aldı. Böylece, bir anlamda ülkenin alt yapısı değişti.
Başka bir deyişle Türkiye’de bir tür sosyolojik deprem yaşandı. Bu deprem jeolojik depremler gibi uzun bir hazırlık yaptı ama onlardan farklı olarak vesayet sistemi için yıkıcılığı çok sınırlı bir zaman dilimi içinde değil hayli uzun bir sürede ortaya çıktı. On yıllar aldı. Bu yüzden ne olduğunun farkına varamayanlar oldu. Atatürkçü kesimin durumu kesin olarak bu. Keskin Kemalistler kötülük saydıkları her şeyin tamamen Erdoğan’ın şahsî eseri olduğunu zannediyor. Bu yüzden Erdoğan’dan nefret ediyor. Erdoğan’dan “kurtulurlarsa” her şeyin eskiye döneceğini zannediyor, umuyor. Sosyolojik depremden haberdar değiller ve bu istikametteki haberlerle, yorumlara gözleri kulakları kapalı.
Böyle bir sosyolojinin yarattığı siyasî manzarada tüm aktörlerin durumu davranış sicilleriyle ve siyasî programlarıyla inceleme konusu yapılabilir. Bu çerçevede AK Parti de ele alınabilir. On altı yıllık iktidar döneminin yorgunluğuna, yüz eskimesine, yanlışlık ve hatalarına rağmen neden seçmenlerin % 52,6’sının Erdoğan’a ve % 42,5’inin AK Parti’ye oy verdiği araştırılabilir.
Ancak, bunu yaparken AK Parti’ye oy vermemek normalmiş ve vermek anormalmiş gibi bir ön kabulle hareket etmek hem nezaketsiz hem de yanlış yola girmeye sebep olacak bir tutum. Unutmayalım ki bu ülkede seçmenlerin çok büyük bir bölümü CHP, HDP ve İP’ye, İnce, Akşener ve Demirtaş’a oy vermedi. İlle de normallik-anormallik üzerinden hareket edilecekse, AK Parti’ye ve Erdoğan’a oy vermenin diğerlerine oy vermekten daha normal veya daha az anormal olduğunu söylemek daha dürüst ve gerçekçi bir tespit olur.
En iyisi normal-anormal gibi sübjektif terimlerle meseleye yaklaşmamak. Daha rasyonel, mantıklı, önyargısız bakarak her siyasî aktörün fiilî durumunu –yani seçimlerde aldığı neticeyi- analiz etmeye çalışmak.
Atilla YAYLA
(gazeteyeniyuzyil.com)
07.07.2018