TKP'nin Son Genel Sekreteri Nabi Yağcı'nın Çalkantılı Dünyası (2)

29 Aralık 2018 16:24 / 1218 kez okundu!

 

 

Yağcı’dan öğrendiğimiz -daha doğrusu zaten bildiğimiz ve Yağcı’nın bir kere daha teyit edilmesini sağladığı- bir gerçek, TKP’lilerin kitle örgütlerinde yer bulmada gayet başarılı olduğu. TKP İlerici Gençler Derneği (İGD) İlerici Kadınlar Derneği (İKD) hatta İlerici Liseliler Derneği (İLD) gibi kendi uzantısı örgütlere sahip olduğu gibi, DİSK, TÖB-DER gibi kitle örgütlerinde de ciddî biçimde mevcutmuş. Ayrıca TKP ile TİP arasında da belli bir ölçüde aynılık, iç içe geçmişlik de varmış. Barış Derneği gibi daha itibarlı bir dernek de TKP’lilerin kontrolündeymiş veya ona destek vermekteymiş.

 

****

 

TKP’nin Son Genel Sekreteri Nabi Yağcı’nın Çalkantılı Dünyası (2)

 

Kitabın adı (Elele Özgürlüğe), özgürlüğün teorik ve pratik tarihinden haberdar bir liberal yazar için, şaşırtıcı ve gülünç. Zira sosyalizm-komünizm ile özgürlük arasında giderilemez bir zıtlık var. Sosyalist-komünist ideolojiye uydurulan özgürlük, kelime olarak kendini muhafaza edebilse bile, fiilen ortadan kalkar. Kendini bilinen anlamı ve içeriğiyle özgürlüğe uyarlayan sosyalizmin-komünizmin başına da aynı şey gelir, yani yok olur. Bu yüzden, başlığı görünce aklımdan geçen ilk düşünce, kitapta, başkaları tarafından da bazen yapıldığı gibi, köleliğin özgürlük adıyla savunulmasıydı. Bereket versin, korkum -hiç olmazsa bir ölçüde- boşa çıktı. Yağcı özgürlüğün ne olduğundan ve hangi teori ve pratikle bağdaşıp bağdaşmayacağından, bir liberal kadar olmamakla birlikte, bir ölçüde haberdar.

Aslında kitabın adı özgürlükle dar anlamda ilgili. Söyleşinin bel kemiği, TKP’nin illegaliteden (yasa dışılıktan) legaliteye (yasal oluşa) geçişi ve legalitenin komünistleri komünist kimliğini kişisel ve kuramsal olarak kullanmakta özgür kılması. Bu tabiî ki özgürlükle bağlantılı. İllegaliteden legaliteye geçişin ise iki ayağı var: İlki TKP yönetiminin buna karar vermesi, ikincisi Türkiye’deki hukuk sisteminde komünist partilere meşru yasal statü alma imkânı verecek değişiklikler yapılması (yani TCK’nın 141. ve 142. maddelerinin kaldırılması). Söyleşi bu tema etrafında dönüyor. Sohbet gerek bu bakımdan gerekse sosyalist-komünist camia içinden karşılaştığı eleştiriler bakımından Yağcı’nın bir cevabı, öz savunması olarak da görülebilir.

Yukarda da işaret ettiğim üzere, kitap bir tür (sözlü) tarih çalışması. Parçalı bir teorik tartışma ve teori geliştirme çabası. Sosyalist-komünist örgütlerde iç ilişkiler, bu örgütlerin birbirleriyle ve dünya sosyalistleriyle bağlantıları rehberi. Bazı bakımlardan bir temenniler ve itiraflar demeti. Ayrıca, gerek kaynakçasında gerek metinde zikredilen kitap ve şahıs isimleriyle Türkiye’deki sol hareketlerin incelenmesinde bir tür kılavuz.

Nabi Yağcı başka sosyalist hareketlerde yol alır ve kendince gerekli bir sosyalist devrim uğruna mücadele ederken 12 Mart 1971 Muhtırası’ndan sonra TKP’ye katılıyor. Hızla yükseliyor. Önce partinin İstanbul idarecisi oluyor. Sonra tüm Türkiye çapında görevler üstleniyor. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra TKP Merkez Komitesi’nin talimatıyla yurt dışına çıkıyor. Bulgaristan üzerinden TKP’nin üssü olan Doğu Almanya’daki Leipzig şehrine gidiyor. Bir süre ondan önceki TKP genel sekreteri İsmail Bilen ile çalışıyor. Sonra onun yerini alıyor.

Nabi Yağcı’nın gerek kendi hikâyesi gerekse başka yoldaşları hakkında verdiği bilgiler, kapalı yapılanmalarda elemanların nasıl devşirildiği, yetiştirildiği ve örgüt içinde tutulduğuyla ilgili bilgilerimize uyuyor. İster seküler (ki TKP, Marksizmin bir çeşit din olduğu düşünülürse, ne kadar sekülerdi, tartışılır) ister dinî nitelikli olsun, totaliter yapılanmalar üyelerini her şeyiyle kendine tabi kılıyor. Onların beynini de hayatını da ele geçiriyor, kontrol altına alıyor. Yağcı’nın ve yoldaşlarının başına gelen de bu. Yağcı’nın bazı ifadeleri bunu açıkça yansıtıyor. Bunlardan biri, TKP’ye katılması sağlanan kimseler için “partilendirme” tabirinin kullanılması. Bu aslında kişinin partiye kapılanması veya kapatılması anlamına geliyor. Bir diğeri, istek üzerine partinin istek sahibi kişiye-örgüt birimine eleman “devri” yapması. Burada da örgüt üyesi insanlar sanki bir “eşya” gibi tahsis ediliyor. Tahsis edilenler tahsis emrine kayıtsız şartsız itaat ederek, tahsis edildiği kişiye-yere giderek çalışmaya başlıyor. Bu tür örgütler, sıkı disipline sahip. Nitekim Yağcı TKP’yi “partiyi putlaştırma, lider putlaştırması, çelik disiplinli parti anlayışı”nın örneği olarak görüyor ve bu anlayışı eleştiriyor (s. 355). Bu noktanın altını bir kere daha çizmekte yarar var. Bana göre bir paranın iki yüzü gibi olan faşist ve komünist totaliterizm bu bakımdan büyük benzerlik gösteriyor. Yani faşizmin lider kültüne dayandığı ama sosyalizmde böyle bir durum olmadığı iddiası bir gerçek değil bir inanç. Sosyalizm de fiiliyatta kişi kültüne, lider ve parti tapınmasına dayanıyor.

Nabi Yağcı’nın anlatımından öğrendiğimiz, daha doğrusu bu anlatımın bir kere daha teyit ettiği bir gerçek, sosyalist-komünist hareketlerin enternasyonalizmi. TKP yönetimi Doğu Almanya’nın Leipzig şehrinde üsleniyor. Elbette Moskova’nın talimatıyla, ülkenin komünist yönetimin kontrolü altında. Yağcı’nın Leipzig’de karısıyla bisiklet kaçamağı yapmasına bile hoşgörü göstermeyen “korumalar”, aslında, TKP idarecilerini kontrol ve idare ile görevlendirilen birimin uç elemanları. TKP yönetimi de her şeyi Moskova’nın bilgisi ve kontrolü altında yapıyor. Moskova asıl patron. Meselâ, bir PB toplantısında İsmail Bilen bir türlü sözü Nabi Yağcı’nın istediği yere getirmezken Bilen’e bir not ulaşıyor Moskova’dan. Bilen toplantıdan ayrılıp Moskova ile görüşüyor. Dönüşte Moskova’nın TKP’ye polis operasyonu yapılacağı, polisin elinde birçok ilin MK listesinin mevcut olduğu bilgisini verdiğini söylüyor. Böylece konu Yağcı’nın istediği gibi “tedbir alma” meselesine geliyor (s. 363). Daha da ilginci, Nabi Yağcı’yı TKP genel sekreterliğine Moskova -yani Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP)- atıyor. Yağcı bu işi yapan saygın tarih profesörü Ulyanovsky’den çok etkilendiğini gösteriyor. Bu uluslararası işleyiş kabaca şöyle gerçekleşiyor. SBKP diğer komünist ülkelerdeki KP’lerle bir ağ oluşturmuş. Patron kendisi, sürekli ülkelerin KP’lerine görev tevdi ediyor. Bu çerçevede TKP Doğu Almanya’nın Sosyalist Birlik Partisi’nin kontrolünde çalışıyor. Ama ipin ucu Moskova’dan çıkıyor. Bu nokta önemli, çünkü Türkiye’deki komünist hareketlerin Moskova’ya bağlı olduğunu söyleyenler yıllarca korkunç linçlere, saldırılara maruz bırakıldılar.

Sosyalist-komünist enternasyonalizmin işaretlerine Yağcı’nın söyleşisinde başka şekillerde de yer veriliyor. Örneğin yurtdışına eğitim veya güvenlik için çıkartılması gereken TKP üyeleri için komünist ülkelerden yardım alınıyor. TKP’liler Moskova’da Marksizm-Leninizm Enstitüsü’nde veya başka yerlerde eğitimden geçiyorlar. Bu eğitimin genellikle iki ayağı var: a) Felsefi-teorik (yani ideolojik) ve b) pratik. Pratik eğitimde illegalitede nasıl yaşanacağı ve çalışılacağı önemli bir konu. Yağcı da bu eğitimden geçiyor.

Yağcı’dan öğrendiğimiz -daha doğrusu zaten bildiğimiz ve Yağcı’nın bir kere daha teyit edilmesini sağladığı- bir gerçek, TKP’lilerin kitle örgütlerinde yer bulmada gayet başarılı olduğu. TKP İlerici Gençler Derneği (İGD) İlerici Kadınlar Derneği (İKD) hatta İlerici Liseliler Derneği (İLD) gibi kendi uzantısı örgütlere sahip olduğu gibi, DİSK, TÖB-DER gibi kitle örgütlerinde de ciddî biçimde mevcutmuş. Ayrıca TKP ile TİP arasında da belli bir ölçüde aynılık, iç içe geçmişlik de varmış. Barış Derneği gibi daha itibarlı bir dernek de TKP’lilerin kontrolündeymiş veya ona destek vermekteymiş.

Yağcı’nın anlatımından çıkan bir başka manzara, insan tabiatının, kaçınılmaz olarak, TKP içinde de etkili olması. İktidar sahibinin iktidarını iyice artırmak ve merkezileştirmek istemesi ve iktidar kavgalarının patlak vermesi. Oligarşinin Tunç Kanunu’nun komünist partilerde de işlemesi ve iktidar mücadelelerinin ideoloji kalıbına dökülmesi. TKP içinde iktidar öyle merkezî ki, genel sekreter İ. Bilen partide muhalif bir çizgi oluşturan Yörükoğlu’nu (Nihat Akseymen) partiden izinsiz kitap çıkarmakla suçluyor (s. 354). Yörükoğlu takma adıyla anılan N. Akseymen, Zayıf Halka adlı kitabında “Türkiye emperyalizmin zayıf halkasıdır, yığınlarda devrimci kabarma var, devrimci durum objektif olarak oluşmuştur, sübjektif olarak eksiktir, o nedenle TKP devrime hazırlanmalıdır” diyor. Başkaları buna karşı. Ama bu taktik farklılık aynı zamanda, Yağcı’nın ifade ettiği üzere, daima “sekteryen” olan sosyalist-komünist örgütlerdeki iktidar kavgasını perdeli olarak veriyor. Sosyalist örgütlerdeki iç kavgalar bazen şiddete dönüşüyor. Meselâ Yağcı İzmir’de cinayete varan iç kavgayı örtülü şekilde söyleyip geçiyor. TKP içindeki iç kavga ise Londra’da üslenmiş bir ekip ile (İşçinin Sesi’nin yayıncıları) Leipzig’de üslenmiş bir ekip arasında (yayın organları Atılım) cereyan ediyor. TKP ile polis arasındaki çekişmeden bahsederken, bence Yağcı’yı yoldaşları nezdinde sorgulanır kılacak bir itiraf da geliyor. Yağcı polis sorgusunda polisin TKP İstanbul İl Komitesi üyelerinin listesi diye önüne koyduğu bir listeyi, doğru olmadığı hâlde, “tamam onlar” diyerek onaylıyor (s. 365). Bu her hâlükârda vahim bir durum. Listedekiler MK üyesi olmayan TKP üyeleri idiyse de, TKP ile uzaktan yakından alâkası olmayan kişiler idiyse de vahim, ahlâken sorgulanacak bir tavır.

 

Atilla YAYLA

gazeteyeniyuzyıl.com

 27 Aralık 2018

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.