Halide Edip ve Ermeni yetimleri

15 Ocak 2012 07:52 / 3690 kez okundu!

 


Sevgili Hrant Dink’i sonsuzluğa uğurlayalı beş yıl oldu. Acı ve özlemle geçen bu beş yılın sonunda varılan nokta insanda büyük bir öfke uyandırıyor. Çünkü 24 nafile duruşmadan sonra, tetikçilere kesilecek ceza ile bu dosya kapatılmaya çalışılıyor. Bu korkunç cinayeti örgütleyenler, yardakçılık edenler, katillerin sırtını sıvazlayanlar, delilleri karartanlar yakayı sıyırmak üzere. Ancak Hrant’ın Arkadaşları, davanın bu şekilde kapanmasına izin vermeyecek.

Çünkü buna izin vermek demek, Hrant’ın bir kez daha öldürülmesine izin vermek demek. Buna izin vermek demek, benzeri cinayetlere kapı aralamak demek. Buna izin vermek demek, bu ülkenin sürekli korku ikliminde yaşatılmasına razı olmak demek. Hrant’ın Arkadaşları böyle olmasına izin vermeyecek. Hrant’ın Arkadaşları, bu konudaki kararlılıklarını göstermek için 19 Ocak 2012 Perşembe günü saat tam 13:00’te Taksim Meydanı’nın Elmadağ’a olan yönünde toplanacak ve AGOS’un önüne yürüyecek. “Slogan yok. Örgütsel flama, bayrak yok. Bu sessiz bir çığlık” olacak diyor Hrant’ın Arkadaşları. Ben bu yürüyüşe katılamayacağım çünkü aynı amaçla İzmir’de düzenlenen bir başka yürüyüşte ve toplantıda olacağım. Ama bir yarım sizlerle birlikte olacak.

***

Bir de kişisel notum var. Yazılarımın bir bölümünü Topladığım Öteki Tarih I: Abdülmecid’den İttihat Terakki’ye adlı kitabım, Profil Yayıncılık’tan çıktı. Ancak bu olaya sevinemedim çünkü kitaba ad verirken, dostum Erdoğan Aydın’ın Öteki Tarih adlı bir kitabı olduğunu fark etmemişim, fark etmemişiz. 2007 yılında Kırmızı Yayıncılıktan çıkan bu kitap 2011’de 4. baskısını yapmış üstelik. Kendisi büyük bir anlayışla özürlerimi kabul etti ama Erdoğan Aydın’dan ve Kırmızı Yayıncılık’tan bir kez de huzurlarınızda özür dilemeyi borç biliyorum.



xxx

Haftanın yazısı, bundan 97 yıl önce, İttihat ve Terakki’nin kötü yürekli yöneticileri tarafından öksüz ve yetim bırakılan Ermeni çocuklarının Suriye’deki serencamına dair.

Edebiyatçı ve siyasetçi Halide Edip (Adıvar) Hanım, 1916 yazında Cemal Paşa’dan bir mektup almıştı. Paşa’nın emir subayı Falih Rıfkı (Atay) tarafından getirilen mektupta Cemal Paşa “Türk kadınının medar-ı iftiharı” Halide Hanım’a, Beyrut’taki Amerikan ve Fransız kolejlerine benzer okullar açma hayalinden söz ediyor ve kendisini Suriye ve Lübnan’a davet ediyordu. Haydarpaşa Garı’ndan yola çıkan ekipte Falih Rıfkı (Atay), Halide Edip, Nakiye (Elgün) Hanım, Hamdullah Suphi (Tanrıöver) ile Falih Rıfkı’nın “çarşaflı sörler” dediği kadın hocalar vardı. Cemal Paşa Hamdullah Suphi’nin Suriye’deki eski Türk-İslam mimarisi eserleriyle ilgili çalışmalar yapmasını istemişti. Falih Rıfkı’ya göre Cemal Paşa, böylece “Lübnan’ı Konyalaştırmayı” hayal ediyordu.


Bahaeddin Şakir’le karşılaşma

Adana yakınlarındaki istasyonlardan birinde trene İttihat ve Terakki’nin ve Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucu ve en etkili yöneticilerinden Dr. Bahaeddin Şakir binmişti. Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet Rıza Bey’in “Zeki, biraz mutaassıp bir vatanperver idi. Müslüman olmayan milletlere husumeti vardı (...) Ermenilere düşman idi (...) Bir gün Nişantaşı’nda karşı karşıya geldik. Tuttukları yolun doğru olmadığını söyledim. Ne kadar doğru olduğunu yakında göreceksiniz dedi” diye bahsettiği kişiydi Bahaeddin Şakir.

Ünlü İttihatçı gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın’ın “[1915-1917] Tehcir işinde Bahaeddin Şakir’in rolü nedir? En hususi toplantılarımızda bile bu mesele teşrih edilmemiştir, aydınlanmamıştır. Açık, kati bir kanaatim yok, fakat başka meseleler konuşulurken, ağızdan çıkmış bir kelimeden, sızmış bir fikirden, zapt edilememiş jestlerden, hâsılı gözle görülmeyen, fakat insanda bir şüphe uyandıran ince ve hafif delillerden, bende kuvvetle peyda olan zanna göre, tehcir işinin en büyük amili (uygulayıcısı) ve haliki (yaratıcısı) odur. Yalnız başına Şark vilayetlerini dolaşarak [tehcire] zemin hazırladığını, esası kararlaştırdığını ve şahsi kanaatlerini tatbike çalışırken, haiz olduğu mevki dolayısıyla, emirlerinin Merkez-i Umumi ve hükümet emirleri diye telakki olunduğunu ve nihayet hükümetteki bazı nafiz arkadaşlarını da sürüklediğini kuvvetle zannediyorum” diye bahsettiği kişiydi Bahaeddin Şakir.

İttihat ve Terakki’nin uzun süre genel sekreterliğini yapmış olan Mithat Şükrü Bleda’ya göre, 27 Mayıs 1915 tarihli “Geçici Tehcir Kanunu”nun çıkarılması için en çok uğraşan adamlardan biriydi Bahaeddin Şakir.


“Bir katilin elini sıktırdınız”

Falih Rıfkı’ya göre, Halide Hanım, Bahaeddin Şakir’in adını ve önemini biliyorsa da o karşılaşmaya kadar Ermeni politikasındaki rolünün farkında değildi. Bahaeddin Şakir ise, o güne kadar kendisi gibi düşünmeyen bir Türk milliyetçisine rastlayacağını hatırına bile getirmemişti. Uzun bir konuşmadan sonra Bahaeddin Şakir trenden inmişti. O indikten sonra Halide Hanım Falih Rıfkı’ya “Bana bilmeyerek bir katilin elini sıktırdınız” demişti. Bahaeddin Şakir ise vedalaşırken Falih Rıfkı’nın kulağına eğilerek “Senin gibi yetişecek kıymetli gençleri, bu kadınla temas etmekten menetmelidir” demişti. Falih Rıfkı’ya göre ikisi de birbirinden nefret etmişlerdi.

Halide Hanım ve Nakiye Hanım, Lübnan’a vardıklarında Cemal Paşa’yı, Sofar’daki köşkünde ziyaret etmişlerdi. Dediklerine göre Paşa’nın eşi Seniye Hanım İsviçre’ye çocuğunu tedaviye götürdüğü için yoktu. Paşa’nın o günlerde “Lübnan’ın ecesi” diye ünlenen Linda Sürsok ile birlikte olduğu dedikodusu yapılıyordu. Halide Hanım’a göre, evde Cemal Paşa’nın kızkardeşi ve kayınvalidesi vardı. Kızkardeşi son derece ciddi ve iyi kalpli bir Türk kadınıydı. Yaşı da hayli ilerlemişti. Kayınvalidesi ise 60 yaşlarında ince, enerjik ve şık bir hanımdı. Ev halkı birbirine karşı son derece saygılı davranıyordu. Halide Edip’in bu tür kişisel açıklamalarla Ermeni kırımından dolayı itibarını kaybetmiş Cemal Paşa’yı okurların gözünde aklama gayreti içinde olduğu anlaşılıyordu.

Cemal Paşa’nın isteği üzerine iki hafta boyunca Beyrut’ta konuyla ilgili kişilerle görüşen Halide Edip Cemal Paşa’ya bir rapor sunmuştu. Rapora göre Lübnan, Beyrut ve Şam vilayetleri ortak bir eğitim sistemi altında birleştirilecek, üç vilayetin her birinde altı sınıflı bir ilkokul açılacak, bu ilkokulların görevi de öğrencileri normal okullara ve kolejlere hazırlamak olacaktı. Okullarda Türkçe, Arapça ve Fransızca, üç dil öğretilecekti.

Raporun sunumundan sonra Halide Edip, Kudüs’teki kutsal mekânları ve Cemal Paşa’nın açtığı Ayn Tura (Ain Toura) Yetimhanesi’ni gezdi. Yetimhane’de savaşta ve 1915’teki kırımda anne-babasını kaybeden Ermeni çocukları kalıyordu. Bilindiği gibi Suriye ve Lübnan 1915’teki ölüm yolculuğunun menzillerinden biriydi. Halide Edip, çocuklara Türk isimlerinin verildiğini öğrenince Cemal Paşa’ya itiraz etmişti. Ama Cemal Paşa, başka yol olmadığına ikna etmişti kendisini. Suriye’deki incelemelerini bitiren Halide Edip ve Nakiye Hanım İstanbul’a dönmüştü. Ama Halide Edip, kısa süre sonra Cemal Paşa’nın ısrarlı daveti üzerine tekrar Suriye’ye gidecekti.


Cemal Paşa ile aralarında ne vardı?

Halide Edip bu ikinci seyahatine kızkardeşleri Nigar ve Belkıs hanımları da götürmüştü. İki oğlunu ise ablası Mahmure’ye bırakmıştı. Ayrıca heyette, 50 kadar kadın eğitimci ile bir kaç da erkek eğitimci vardı. Ancak bu seyahat İstanbul’da dedikodulara neden olmuştu. Bazıları Halide Edip’le Cemal Paşa arasında bir gönül bağı olduğunu düşünüyordu. Yoksa evli barklı bir kadın, çocuklarını bırakıp böyle zorlu bir yolculuğa çıkar mıydı? İkiliyi yakından gözleme fırsatı bulmuş olan Falih Rıfkı’nın aktardığına göre ikili arasında böyle bir ilişki yoktu ancak Halide Edip’in Cemal Paşa üzerinde büyük etkisi vardı. Cemal Paşa ona danışmadan, onayını almadan bir evrakı bile imzalayamaz hale gelmişti. Halide Edip’in erkekler üzerindeki bu özelliği biliniyordu. Pek çok erkeği, hiç yüz vermeden etkilemeyi başarmış biriydi. Örneğin Yahya Kemal’in 1918 yılında Büyük Mecmua’da yayımlanan “Telakî” (Kavuşma) adlı şiirine konu olan kişinin Halide Edip olduğu sanılır: “Yollarda kalan gözlerimin nûrunu yordum/ Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum/ Hülyâmı tutan bir büyü var onda diyordum/ Gördüm: Dişi bir parsın elâ gözleri vardı...”


“İnsaniyete yardım için”

Halide Edip ise biyografik eseri Mor Salkımlı Ev’de bu ikinci daveti neden kabul ettiğini şöyle anlamıştı: “1916 yılının Eylül’ü harbin insanları ümitsizliğe sevk eden ıstırap ve sefaleti ile doludur. Muharrirlik (yazarlık) hayatım bence o günlerde ehemmiyetini (önemini) kaybetmişti. Bir satır dahi yazamıyordum. Eğer Müslüman kadınlarının çekilebileceği bir manastır hayatı bizde olabilse idi, mutlak çekilirdim. Her ne ise bu vaziyette her insan mutlak insaniyete elinden geleni yapmak ister. Benim için tek saha talim ve terbiye sahası olabilirdi. O hizmet sahasını bana Lübnan ve Arap diyarı açtı. Ayn Tura Yetimhanesi’ndeki çocukların sayısı sekiz yüze çıkmış olduğunu, gerek orası ve gerekse Lübnan ve Suriye’de hazırlanmış plana göre mektep açma faaliyetini deruhte etmemi Cemal Paşa tekrar teklif ettiği zaman hiç düşünmeden kabul ettim.”

Gerekçe ne olursa olsun, sonuçta ikili gayet sıkı bir işbirliği yaptılar ve Halide Edip Suriye ve Lübnan’da bir dizi okul açtı. Beyrut’taki Darü’l Nasırat adlı yatılı kız mektebi ve muallim (öğretmen) mektebi, Beyrut, Şam ve Lübnan’ın değişik yerlerindeki yatılı ve normal kız ilkokulları, Beyrut’ta üç-dört bin kız ve kadının devam ettiği sanayi mektepleri ile Suriye’deki Tanail Ziraat Mektebi ilk akla gelenlerdi.


Vedi Sabra ve Kenan Çobanları

Cemal Paşa, Suriye’nin ünlü Katolik Ermeni/Arap müzisyeni Vedi Sabra’yı bu okullarda müzik dersleri vermekle görevlendirmişti. Paris’te konservatuar eğitimi aldıktan sonra Saint Esprit Kilisesi’ne birinci org sanatçısı olarak atanan ve 16 yıl bu görevi yürüten Vedi Sabra II. Meşrutiyet’ten (1908) sonra İstanbul’a geldiğinde Halide Edip’le yakın dost olmuştu. Vedi Sabra Halide Edip’in 1916’da yazdığı, Yusuf Peygamber ve kardeşlerini konu alan Kenan Çobanları adlı oyunu bestelemişti. (Oyunun isim babası Yahya Kemal’di.)

Türkçe bir libretto üzerine bestelenmiş ilk opera sayılan Kenan Çobanları’nın İstanbul’daki ilk gösterimi izleyenlerde soğuk duş etkisi yaratmıştı. Bunun nedeni, Müslüman erkeklerin bile sahneye çıkmasının hoş karşılanmadığı bir dönemde, ilk defa Müslüman kız çocuklarının operada rol alması, ilk defa bir peygamberin canlı olarak temsil edilmesi ve İsrail’in müjdecisi olan semitik unsurların oyunda vurgulanmasıydı. Halide Edip’in Türk Ocağı’nda tehcir sırasında öldürülen Ermenileri savunan bir konferans vermesi ve Maarif Nazırı Şükrü Bey’le yaptığı tartışma da buna eklenince, İttihatçılar Halide Edip’in Amerikalılar ve Ermenilerle bir ilişkisi olup olmadığını tesbit etmek için Halide Edip’in arkasına bir sivil polis takmışlardı. Ancak Halide Edip, bu tepkilerden etkilenmemiş ve eseri 1917’de Lübnan’da tekrar sahneye koymuştu. Oyun Ayn Tura Yetimhanesi’nin öğrencileri tarafından 13 kez sahnelenecekti. Gerçi Vedi Sabra, Cemal Paşa tarafından Fransız casusluğu iddiasıyla bir süreliğine Lübnan’dan sürüldüyse de bu ve benzeri şıklıklar sayesinde okullar yerli halktan büyük rağbet gördü. Lübnan’daki okullara daha çok Hıristiyan aileler, Şam’daki okullara ise Müslüman aileler başvuruyordu.


“Ülkemi en çok ben eleştiririm!”

Halide Edip bu seyahatinde yaklaşık bin kadar Ermeni yetiminin kaldığı Ayn Tura Yetimhanesi ile daha yakından ilgilendi. Cemal Paşa’nın çağırdığı Dr. Lütfi (Kırdar) Bey’le birlikte çocukları salgın hastalıklara karşı korumaya çalıştı. Ona göre Cemal Paşa, “sürgün Ermenilerine karşı eski Osmanlı devlet adamına yakışır bir vaziyet almıştı” ve Ermeni kadınlar Cemal Paşa’ya bağlılıklarını, adını işledikleri mendillerle gösteriyorlardı. Ancak bir seferinde şu itirafta bulunmuştu: “Hiç kimse ülkesini benim sevdiğim kadar sevemez, ancak, hiç kimse ülkesini benim eleştirdiğim sertlikte eleştiremez. Bu katliamların lekesini de milletimin üstünden hiçbir şey temizleyemez.”

Bu konuşmaya şahit olan kişi Halide Edip’in Beyrut’ta açtığı okullardan birinde görev yapmış Harriet Fischer adlı bir misyonerdi. Rahibe Fischer, “liderlerinin bu vahşeti sürdürüp sürdürmeyeceğini” sorduğunda Halide Edip “Bazıları yaptı bunu ve hâlâ devam ediyorlar. Hâlâ bitmedi. Bazıları katılmadı. Ancak onların idari güçleri yoktu. Ayrıca, söylenen şuydu: Savaştayız. Her yanımız düşmanlarla kuşatılmış. Bölünmüş gözükürsek, her şeyi kaybederiz. Bizim milletimiz, ya da Ermeniler...” diye savunmuştu siyasi yoldaşlarını.


Çöllerde ot yiyen çocuklar

Halide Edip, Rahibe Fischer’e Cemal Paşa’yı savunmuştu ancak, İstanbul’da kurulan yeni kabinede Maliye Nazırı olan dostu Cavid Bey’e yazdığı şu mektuba bakılırsa trajedinin farkındaydı: “... Esasen bu memleket bugünlerde hep insanı ağlatacak gibi. Eleminde o kadar derin ve ezilmiş bir şey var. Bilhassa Ermeniler, Cemal Paşa’nın aziz başına Allah’la beraber yemin eden, sırf burada yaşamak hakkını bulan bir sürü bedbaht Ermeni var. Mektebe bağlı bir binada birçok var. Çöllerde ot yiyerek karınları şiştikten sonra kimi anasını, kimi babasını, birçokları da çocuklarını kaybettikten sonra buraya düşmüşler. Daha doğrusu, Cemal Paşa getirtmiş (...) Dışarıda anası açlıktan ölen, babası yanında öldürülen, on iki yaşında bir Ermeni kızı geldi, iltica etti. Mahzun, büyük gözleriyle etrafımda dolaşıyor, lüzumlu lüzumsuz elimi öpüp ağlıyor. Bahçede bir facia daha var. Oğlunu yanında öldürürlerken birdenbire dilini kaybeden bir bedbaht, öteki oğlunu ve ailesini nereye attıklarını bilmiyor. Ayakları çıplak, gözleri elem içinde, mütemadiyen işaretle felaketini haykırıyor. Bazen geceleri çocuğu ölen bir kadın gibi, başı elleri içinde döğünüyor, döğünüyor. Gündüzleri yazımı yazarken bazen hıçkırdığını işitiyorum. Pencereye koşuyorum, aşağıda bahçede ellerini sallıyor, oğlunun kalbinden kurşun geçerken çıkan sesi göklere uluyor, söylüyor. Bunlardan binlerce, yüzlerce var. Yetimhaneler hayatta bir şeyin telafi edemeyeceği şeyi kaybetmiş yarı aç bedbaht çocuklarla dolu...”

Halide Edip, mektubunu “Yeni kabine bu emsalsiz zulüm ve cinayetin hiç olmazsa sonuçlarını hafifletemez mi? Şimdi bugün yaşayanlara insan hakkı veremez mi? Ben kendi hayatımla bu fena ve çirkin şeyi ödeyebilsem öderdim. Fakat benim hayatım nedir? Hiç hem de pek gülünç ve küçük bir hiç!” diye bitirmişti.

Halide Edip 1917 yılının mart ayının sonlarına doğru Suriye’den ayrıldı. Cemal Paşa’nın buradaki görevi 12 Aralık 1917’de bitti. Suriye ve Lübnan’daki Ermeni yetimlerinin çilesi ise hiçbir zaman bitmedi.


Özet Kaynakça: Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Bateş Yayınevi, 1981; Hüseyin Cahid Yalçın, Tanıdıklarım, Yapı Kredi Yayınları, 2001; Memoirs of Halide Edib, Gorgias Press, 2004; Selahattin Çitçi, “Halide Edip Adıvar’ın Feminist ve Semitik Bir Operası: KenanÇobanları”, www.turkishstudies.net/sayilar/sayi16/çitçiselahattin1080.pdf; Nevzat Artuç, Cemal Paşa, Askeri ve Siyasi Hayatı, TTK Yayınları, 2008; İpek Çalışlar, Halide Edip, Biyografisine Sığmayan Kadın (Everest Yayınları, 2011; Halide Edip, Mor Salkımlı Ev, Can Yayınları, 2007; Ermeni ve Türk yetimlerinin savaş sonrası serencamına ilişkin daha fazla bilgi için: Ayşe Hür, “İttihat ve Terakki’nin Çocuk Askerleri” yazısının ikinci bölümü, Taraf, 12 Nisan 2009.


Ayşe HÜR

15.01.2012, Taraf

Son Güncelleme Tarihi: 15 Ocak 2012 08:08

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.