'Hele kurulsun Ermenistan, Kürtlerden tek kişi kalmaz!'

14 Temmuz 2013 15:30 / 1581 kez okundu!

 


Haziran 1897'de Taşnak ve Hınçak komitacıları, Van'daki katliamlardan sorumlu tuttukları Mazrik aşireti lideri Şeref Bey'in obasına bir gece baskını yaptı.


Brüksel’de 29-30 Haziran tarihlerinde gerçekleşen Barış ve Demokrasi Konferansı’nda, Ermeni, Süryani ve Ezidi diyasporasının temsilcileri, ‘Barış Süreci’ne ilişkin görüşlerini dile getirdi. Ermeni Demokratlar Derneği (EDD) adına konuşan Hovsep Hayreni konuşmasının bir yerinde “Kürt aydın ve siyasetçileri sorunun etik bir boyutu olduğunu da görmeli ve soykırım öncesi Osmanlı’nın doğu vilayetlerinden bahsederken Batı Ermenistan-Kuzey Kürdistan bileşkesi olduğu gerçeğine saygılı bir dil tutturmalılar” dedi. Bu yazı, Hovsep Hayreni’nin ne demek istediğini merak edenler için.

Ermeniler, Osmanlı egemenliği altına girdikleri tarihten itibaren ağırlıklı olarak Vilayet-i Sitte denilen çok etnisiteli altı eyalette (Erzurum, Van, Diyarbakır, Sivas ve Mamuretü’l-Aziz) yaşıyordu. Buralar aynı zamanda Kürtlerin de yurduydu. İmparatorluğun bütün vilayetlerinde hatırı sayılır Ermeni nüfusu olmasına karşın, Kürtler Dersim ve Kürdistan dışında sadece İstanbul’da büyükçe bir grup oluşturuyordu.

Ermenilerin çifte vergi yükü

II. Mahmut döneminde (1808-1839) devlet asker ve vergi toplama usullerini değiştirdiğinde Doğu vilayetlerinde huzursuzluk arttı. Ermeniler görece varlıklı oldukları için vergilerini ödemekte sorun yaşamıyordu ama Kürt beyleri kendi vergilerini de Ermenilerden aldıkları haraçlarla ödemeye yönelince Ermeniler çifte vergi ödeme zorunluluğu ile karşı karşıya geldi. Bu durum yıllar içinde ciddi bir sorun halini almış olmalı ki, 1868’de Geghi (Kiğı) kasabasını ziyaret eden Herman N. Marnum adlı bir misyoner şöyle yazmıştı raporuna: “… Bu yöreyi Kürtler tamamen istila etmiş durumda. Kürtler Hıristiyanlara her türlü kötülüğü yapıyorlar, gözlerini kırpmadan cinayet işliyorlar. Yerel makamlar, merkezi idareden çok uzak bir yerde oldukları için çok yozlaşmışlar...”

Aynı şekilde, 1872’de Ermeni Cismani Meclisi tarafından Bab-ı Âli’ye sunulan bir raporda Kürtlerin ve Çerkezlerin Ermenilere ve bölgedeki diğer etnik gruplara yönelik saldırılarından şikâyet ediliyor, bu grupları etkisiz bırakmak için bazı önlemler alınması isteniyordu. Bunlar arasında Osmanlı-İran sınırına ve Kürdistan’ın bazı bölgelerine kışlalar inşa edilmesi de vardı.

1878 Berlin Antlaşması

II. Abdülhamit’in tahta geçişinden bir yıl sonra patlak veren 1877- 1878 Osmanlı Rus Savaşı (‘93 Harbi’) Kürt-Ermeni ilişkilerini daha da gerginleştirdi. Savaş, Kürdistan’da büyük bir yıkım yarattı. Yetişkinlerin savaşa alınması, ağır vergiler ve ardından gelen yenilgi ekonomik yıkıma, açlığa ve sefalete sebep oldu.

Bütün bunların sonucu Şemdinanlı Şeyh Ubeydullah’ın isyanı oldu. Şemdinanlar Nakşibendiliğin Halidiye koluna bağlıydı. Şeyh Ubeydullah’ın huzursuzluğunu pekiştiren olaylardan biri bölgede bir Ermeni devletinin kurulacağı söylentisiydi. Bu korkunun temeli 93 Harbi’nden sonra imzalanan iki anlaşmaydı. Bu anlaşmalara göre Osmanlı İmparatorluğu Ermenilerin yoğun olduğu eyaletlerde mahalli ihtiyaçların gerektirdiği ıslahat ve düzenlemeyi vakit kaybetmeksizin yapmayı ve Ermenilerin Kürtlere ve Çerkezlere karşı güvenliklerini sağlamayı garanti ediyordu. Ermeniler bu maddelerden memnundu ancak Kürtlerin hissiyatını Heci Kadir Hoyi adlı bir şair şöyle dillendirmişti: “Cizre ve Botan yani Kürtlerin yurdunu/Ermenistan yapacaklar, yüzlerce kez yazık/Kuran’a yüz kez ahd olsun ki hiç gayret kalmamış/Hele kurulsun Ermenistan, Kürtlerden tek kişi kalmaz…”

Şeyh Ubeydullah’ın bir Osmanlı memuruna serzenişi de bu ruh halini açıkça yansıtıyordu: “Bu duyduklarım da ne? Ermeniler Van’da bağımsız bir devlet kuracaklarmış ve Nasturiler de kendilerine İngiliz tebaası ilan edip İngiliz bayrağını yükselteceklermiş. Kadınları silahlandırmak zorunda kalsam da buna asla izin vermeyeceğim.”

Şeyh Ubeydullah isyanı

1879’da kötü geçen hasadı bahane eden Şeyh, önce vergi sistemini değiştirmek için devletle pazarlığa başladı, istekleri yerine gelmeyince Nasturilerin de desteğini alarak hem Osmanlı Devleti’ne hem de İran’daki Kaçar Devleti’ne isyan ettiğini açıkladı.

İsyan sırasında bağımsızlık hayaline kapılan bazı Ermeniler, Kürtlerle merkezi devlete karşı ortak mücadele için bazı adımlar attılar ama ittifak kurulamadı. Albay Everett 25 Haziran 1880 tarihli mektubunda şöyle anlatıyordu durumu: “Bir Kürt-Ermeni ittifakını uzun süre reddettim. Birbirine bu kadar düşman görünen iki ırk arasında uyum olması bana olmayacak bir şey gibi geliyordu, ama ticaret bahanesi kullanılarak Dersim Kürtleriyle ve Mirza Bey’den başkasının olmayacağını düşündüğüm, Muş yöresinde güçlü bir aşiret reisiyle görüşmeler sürdürülüyor. Bir aydan süredir Şeyh Ubeydullah’la ilişkiler kurulmuş durumda.”

Kürt-Ermeni ittifakı kurulamamıştı ama Şeyh Ubeydullah’ın kendi kuvvetlerine, harekât sırasında Ermenilere ve Süryanilere dokunulmamasını emretmesi bir Hıristiyan kıtalini önlemişti. Sonuçta Kürtler Osmanlı ordularına karşı direnemedi. Uzun bir pazarlıktan sonra Şeyh Ubeydullah hac bahanesiyle Medine’ye sürgüne gönderildi. Şeyhin yenilgisi, Kürt toplumunda yeni bir iktidar boşluğu doğurdu. İktidar boşluğu daha büyük düzensizlik, kanunsuzluk ve kargaşaya sebep oldu.

İlk Ermeni partileri

Aynı yıllarda Ermeni toplumu da huzursuzdu. 1888’de bir misyoner şöyle yazmıştı: “Açgözlü bir idarenin (İstanbul’un) sürekli artan talepleri ile yağmacı (Kürt) komşuların acımasızlığı arasında sıkışıp kalmış olan bu köylüler...” Sonunda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermeni tebaasına verildiği sözleri yıllardır yerine getirmediğini ileri süren bazı genç Ermeniler, Cenevre ve Tiflis’te ilk devrimci derneklerini kurdu. Ardından 1885’te Armenakan, 1887’de Devrimci Hınçak, 1890’da Taşnaksütyun partileri kuruldu.

1894 Sason Olayları

İşte bu tarihlerde, II. Abdülhamit’in önünde duran en önemli sorun Doğu vilayetlerinde düzeni yeniden tesis etmekti. Tanzimat’ın ‘Aydınlanmacı’ ideolojisini terk eden Abdülhamit, Sünni İslam dairesinde oldukları için doğal müttefik kabul edilen Kürtleri ‘eğiterek’ ve ‘örgütleyerek’ devleti eski gücüne kavuşturmayı planlıyordu. Eğitim işi, 1892’de kurulan Aşiret Mektepleri, örgütlenme işi de 1891’de Rusya’daki Kazak alaylarından esinlenerek kurulan Hamidiye Hafif Süvari Alayları aracılığıyla yapılacaktı.

Alayların kurulduğu yıl Hınçak militanlarından Mihran Damadyan nüfusun yarısının Kürt, yarısının Ermeni olduğu Bitlis yöresine giderek 1878 Berlin Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu’nun yapmaya söz verdiği Ermeni Islahatı’nı bir türlü başlatmamasından şikâyetçi olan Ermeniler arasında çalışmaya başladı. Hamidiye Alayları ve yerel Kürt çeteleri Ermeni mallarını ve mülklerini gasp ediyor, ailelerini taciz ediyordu. Kısacası ortam barut fıçısı gibiydi, iş kıvılcımı çakmaya kalmıştı. 1894’te, Sason’da (o zamanlar Bitlis’e bağlıydı, bugün Batman’a bağlı) başlayan toplumlararası çatışmalar, Hınçakların katkısıyla kısa sürede tüm bölgeye yayıldı. Ama nüfusun çoğunluğunu oluşturan, askeri birlikler halinde örgütlenmiş ve silahlı olan Kürtler ve merkezi ordular işbirliği halinde Ermenileri ezmeyi başardı. Olaylarda binlerce Ermeni hayatını kaybetti. Ölümlerin hepsi çatışmalar sonucu olmamıştı. Açlık, hastalık ve yokluk nedeniyle de ölenler pek çoktu ama cesetlerin çukurlara doldurulup benzinle yakılması yüzünden hiçbir zaman gerçek sayı ortaya çıkmadı. Ermeni kayıplarını 80 bin olarak gösteren Kayzer II. Willhelm gibi II. Abdülhamit dostu kaynakların yanı sıra, 100 bin ila 200 bin arasında ölü olduğunu söyleyen Britanya ve Fransız konsolosluk raporları vardı. (Ermeni Patrikhanesi’nin rakamı 300 bine çıkarması ile eski diplomat-yazar Kamuran Gürün’ün 8.700 Ermeni ile 1.800 Müslüman’ın öldüğünü söylemesi ise uç örnekler olarak kabul ediliyor.)

Mayıs 1895’te, İngiltere, Rusya ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu’na bir nota vererek, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi uyarınca, Vilayat-ı Sitte’ye gayrimüslim tebaadan yöneticilerin atanmasını istedi. Bu talepler gönülsüzce de olsa yerine getirildi. Ama Ermenilerin çilesi bitmemişti. Harput’taki misyoner kolejinin yöneticisi “Kürtler köyleri yağmalıyor... Kürtler bütün yaptıkları için devletin onayının ve otoritesinin arkalarında olduğunu iddia ediyorlar” diyordu.

Bir süredir toplumlararası çatışmaların sürdüğü Van’da, 18-21 Haziran 1896 günlerinde şehrin Ermeni erkekleri üç bölüğe ayrıldı ve sınıra doğru yürüyüşe geçirildi. Grup Xanasor mevkiinde Kürt Mazrik aşiretinin silahlı adamları tarafından kuşatıldı. Büyük kayıplar veren Ermeniler bu olayın intikamını almakta gecikmedi. Haziran 1897’de Taşnak ve Hınçak komitacıları Van’daki katliamlardan sorumlu tuttukları Mazrik aşiret lideri Şeref Bey’in obasına bir gece baskını yaptı. Ermeni çetecilerinin gece yarısı kör ateşinde sadece kadınlar ve çocuklar öldü, çünkü Şeref Bey ve adamları baskını haber alıp kaçmıştı.

Naci Kutlay’a göre 1894-96 yıllarındaki baskılar ve öldürme olayları özellikle Kürt aydınlarını harekete geçirmişti. İTC’deki Kürt aydınlardan Abdullah Cevdet’in ‘Dr. S.’ imzasıyla 8 Haziran 1898 tarihli Troşak’ta yayımlanan ‘Kürtlere Çağrı’ başlıklı yazısında “Ey Kürtler! Bu asır bilim asrıdır, dağlar içinde bilgisizliğin vakti geçmiştir (…) Sultan Hamid ne halifedir ve ne de padişahtır. O bir caniden başka bir şey değildir ve bu cani size Ermenileri öldürün diyor, fakat siz niçin ‘biz komşularımızı öldürmeyiz’ diyemiyorsunuz? (….) Ermeniler zülme karşı çıkmakta ve bu uğurda kanlarını dökmektedirler. Peki siz niçin halen hareketsiz duruyorsunuz? (…) Ermeniler sizin dostunuzdur. Siz onlarla birlikte 2000 senedir yaşamaktasınız. Bunun için Ermeniler size dost komşulardır…” diyordu.

İşte Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edildiği 1908’in arifesinde Batı Ermenistan-Kuzey Kürdistan coğrafyasında durum böyleydi. Hovsep Hayreni’nin ‘etik sorun’ olarak kodladığı Kürt-Ermeni ilişkilerinin 1915’te aldığı hali de önümüzdeki hafta anlatmaya çalışacağım.

Özet Kaynakça: Hans-Lukas Kieser, Iskalanmış Barış, İletişim Yayınları, 2010; Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15. Yüzyıl’dan Günümüze Ermeni Kürt İlişkileri, Çeviren: Bedros Zartaryan, Med Yayınları, 1992; Ermeni Katliamları Raporu 1894-1895, İstanbul’da Görevli Altı Büyükelçiliğin Ortak Hazırladığı İstatistik, Hazırlayan P. F. Charmetant, Peri Yayınları, 2012; Naci Kutlay http://www.gelawej.net/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=3455/


Ayşe HÜR

Radikal, 14.07.2013

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.