İttihat ve Terakki'nin Kürd politikaları
29 Temmuz 2013 13:43 / 1682 kez okundu!
1915'te 'Ermeni Meselesi' 'halledildikten' sonra, sıra Ziya Gökalp'in terminolojisiyle 'Kürdleri medenileştirmeye' gelmişti. Bu amaçla Kürdler zorunlu iskâna tabi tutuldular.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) Kürd politikasını İTC’nin ideoloğu sosyolog Ziya Gökalp oluşturmuştur. Meşrutiyet’in ikinci kez ilan edildiği 1908’den sonra Ziya Gökalp’in ilk işi Diyarbakır’da Milan (Milli) aşiretler topluluğunun reisi Hamidiyeci İbrahim Paşa’nın hegemonyasını kırmak için Diyabarbekir’de İTC’nin şubesini açmak ve paşaya karşı gönüllüler toplamak olmuştu. Ardından Diyarbakır’da yayımlanan Peyman gazetesine Kürd aşiretleri hakkında makaleler yazmaya başladı. Bu makalelerde Türklük ve Kürdlük meselesinin nasıl ele alındığını (sadeleştirilmiş dille) şu cümlelerinden anlamak mümkün: “Köylülerimiz çoğunlukla Kürd kavmine mensup cahil ve aşiret ahlakıyla davranır (...) Kürdler vatan ve millet hissinden tümüyle mahrumdur. Kürd köylüsü genel bütçeye katkının şerefini bilmediği için vergi vermek istemez. Vatanı köy ya da aşiretten ibaret sandığı için askerlikten kaçar (...) Bu hastalık, uygun sosyal tedavi yöntemleriyle iyileştirilebilir.”
Habis urdan iyi huylu ura
Ziya Gökalp Kürdlerin sosyolojik durumunu ‘hastalık’ olarak tarif etmişti ama kendi ifadesine göre Kürdleri “cerrahi bir operasyon ile milli bünyeden kesip atmak mümkün olmadığı için”, “temsil ve isticnas (asimilasyon ve benzetme) yoluyla” bu “evram-ı habise (zararlı urları) bir münasip tedavi tatbikiyle zehirden ve vehametden (tehlikeden) tecrid ederek (soyutlayarak) evram-ı selime (iyi huylu ura) haline getirmek” yoluna gitmek lazımdı.
Ziya Gökalp’in bulduğu ‘sosyal tedavi usulleri’ arasında Kürdlerin göç yollarının tespit edilip bunların zamanla daraltılması, mahkeme üyelerinin bölge halkından seçilmesi, arazi sahiplerinin memuriyete alınmaması, mahkemelerde (Kürdler Türkçe konuşmak zorunda kalsınlar diye) davalıların bizzat hazır bulunmasının mecbur kılınması, Kürdleri eğitmek için köy okullarının kurulması vardı. Ancak bu düşüncelerin “kuvveden fiile geçirilmesi” ancak İTC’nin iktidara tamamiyle el koymasını sağlayan 23 Ocak 1913’teki Babıali Baskını’ndan sonra oldu.
Ziya Gökalp’in anketi
Mart 1913’te Aşâir ve Muhâcirîn Müdüriyet-i Umûmisi (AMMU, kısaça Aşiretler ve Göçmenler Müdürlüğü) kuruldu, 13 Mayıs 1913’te İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi çıkarıldı. Temmuz 1914’te Ziya Gökalp tarafından hazırlanan bir anket tüm Kürd bölgelerine gönderildi.
68 soruluk ankette Kürd toplumunun ve aşiretlerin yapısına (aşiret reisinin isimleri, yaşadıkları bölgeler, aşiret hiyerarşisi içindeki yerleri, seçilme biçimleri, aşiretlerin demografik, askeri ve coğrafi gücü, kullanılan diller, lehçe farkları, aşiretlerin dostları, düşmanları, geçmişte katıldıkları isyanlar, Hamidiye olup olmadıkları vb.) ilişkin 29 soru, dini organizasyonlarına (şeyh, molla gibi dini şahsiyetlerin isimleri, bağlı oldukları halifeler, bu kişilerin zaafları, diğer tarikatlar ve dinsel gruplarla ilişkileri, devletle ilişkileri vb.) yönelik 19 soru, iktisadi organizasyonlarına (aşiretlerin geçimlerini nasıl sağladıkları, ticari ilişkileri, aşiret reislerinin kapitalist eğilimleri olup olmadığı vb.16 soru vardı. Dört soru ise bölgedeki her türlü topografik oluşumun ve yerleşim yerinin adlarının, Kürd tarih ve etnografyasına, örf ve adetlerine dair her türlü bilgi ve belgenin derlenmesine dairdi.
Anketin bölgelerdeki devlet birimlerinin yetkilileri ile Kürdler ve aşiretler hakkında bilgisi olanlarca doldurulması isteniyordu. Anketle birlikte Kürd aşiretleri haritalanacak, böylece aşiretlerin konaklama ve ‘cevelangâhları’ (dolaşma yerleri) belirlenecekti. Ayrıca Kürdlük ile ilgili her türlü materyalin, orijinalinin ve kopyalarının toplanıp İstanbul’a gönderilmesi isteniyordu.
Kürdlerin zorunlu iskânı
Bu anket yapılırken Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’na girmişti. 1915’te ‘Ermeni Meselesi’ Kürt çeteleri, başıbozuklarının da yardımıyla ‘halledildikten’ sonra, sıra Ziya Gökalp’in terminolojisiyle ‘Kürdleri medenileştirmeye’ gelmişti. Ancak savaşla birlikte bu işin başarılmasını zorlaştıran yeni bir durumla karşı karşıyaydı İTC: Doğu sınırları Rusya ve İran’dan (özellikle Van ve Urmiye Gölü arasındaki bölgeden) gelen Kürd asıllı Müslüman muhacirlerin akınına uğramıştı.
1916 Ocak ayında tüm Batı vilayetlerine yollanan bir telgraf, mülteci durumundaki Kürdlerin Anadolu’nun Batı bölgelerine sevklerinin düşünüldüğüne dair ipuçları içeriyordu. Telgrafta “nerelerde ne kadar Kürd köyleri vardır. Nüfûsları mikdârı nedir? Lisân ve âdât-ı asliyelerini muhâfaza ediyorlar mı? İştigâlleriyle Türk köylü ve köylerine münâsebetleri ne derecededir?” gibi sorulara acil cevap isteniyordu.
Mayıs ayında Talat Paşa Kürdlere uygulanacak İttihatçı politikayı vali ve mutasarrıflıklara üç tamimle bildirdi. İlk tamim Diyarbekir, Sivas ve Mamuretülaziz ve Erzurum gibi Rus işgalindeki bölgelerin sınırındaki vilayetlere gönderilmişti. İkinci tamim, Musul, Urfa, Maraş ve Ayıntap (Gaziantep) gibi ‘Kürdlerin yoğun olduğu’ diye tarif edilen vilayetlere gönderilmişti. Üçüncü tamim ise Ankara, Eskişehir, Konya, Hüdavendigar (Bursa), Kastamonu, Tokat, Kayseri, Niğde ve Kütahya gibi ‘Türklerin yoğun olduğu’ diye tarif edilen vilayet ve livalara gönderilmişti.
Yüzde 5 usulü
Tamimlerde özetle her iki bölgedeki Türk nüfusun yerinde tutulması ve/veya güçlendirilmesi, Kürd nüfusun seyreltilmesi, göçertilecek Kürdlerin Türk nüfusun yüzde 5’ini geçmeyecek şekilde Türk bölgesine serpiştirilmesi ve nihayet göçertilen Kürd nüfusun hiç bir şekilde asıl memleketine iade edilmemesi isteniyordu.
İttihatçıların asimilasyon programının en önemli unsurlarından biri de aşiretlerin liderlerinin (telgraflardaki dille ‘rüesanın”) aşiretten ayrı bir yere iskan edilmesiydi. Hatta 4 Mayıs 1916’da Urfa, Maraş ve Ayıntap’a yollanan telgrafta “rüesa” ailelerinin de 2-3 kişilik birimlere bölünerek bu livaların kuzeyinde bulunan Türk köylerine dağıtılması, bu kişilerin birbirleriyle ve aşiret mensuplarıyla ilişkilerinin kesilmesi isteniyordu.
Bütün bu ‘nüfus hareketleri’ (Ekim 1916’da 659 bin, Aralık 1917’de 1.077.155, Mart 1918’de 1,5 milyon mülteci vardı ancak bunun ne kadarının Kürd olduğu bilinmiyor) İstanbul’dan günü gününe takip edildi. Ancak devletin kayıtlarında hiç bir zaman açıkça yer almadı. Yapılan işler değişik adlar altında perdelendi. Savaşın Osmanlı İmparatorluğu ve müttefiklerinin yenilgisiyle bitmesi yüzünden İTC’nin başlattığı ‘Kürdleri asimile etme” işini tamamlamak Kemalistlere kaldı.
Bir Meşahir-i Meçhule: Habil Adem
İttihatçıların ‘Kürd çalışmaları’ için görevlendirdiği kişi yazılarında ‘Habil Adem’ adını kullanan Naci İsmail (Pelister) adlı ilginç bir şahsiyetti. Doğum tarihi ve ailesi bilinmeyen Habil Adem’in eğitimi konusunda ise çelişkili bilgiler vardı. Kendi ifadesine göre “elektrik mühendisi olmak için gittiği Almanya’dan felsefe doktoru olarak” dönmüştü. Kendisiyle 1932’de tanışan Abidin Nesimi’nin deyimiyle ‘Meşahir-i Meçhule’ (tanınmayan ünlüler) grubunun en mümtaz örneklerinden biri olan Habil Adem, Almanca, İngilizce, Fransızca ve Macarca biliyordu. Almanya’dan döndükten sonra İttihatçı karşıtı Mevlanzade Rıfat Bey’in Serbesti gazetesinde çalışmıştı. 1908 sonrasında Emniyet Umum Müdüriyeti’nin (EUM) “Yahudilerin eline geçmesinden endişe eden Talat Paşa’nın, EUM’un üst kadrolarına atadığı 13 ‘Müslüman memur’ arasında Habil Adem de vardı. Habil Adem çok dil bildiği için EUM’un çeviri bürosunda görevlendirilmişti. İTC’nin ‘Halaskâran Hareketi’ tarafından iktidardan uzaklaştırıldığı 1911 ve 1913 arasında birazdan anlatacağım bir olaydan dolayı yurt dışına gitmiş, 1913’ten sonra da AMMU’da Türkmenler Şubesi’nde etnik konularla ilgili kitapların çevirisi ile görevlendirilmişti.
Uydurma adlarla ‘ilmi kitaplar’
Habil Adem, 4’ü 1916 yılında olmak üzere 12 eser kaleme aldığını iddia eder. (Fuat Dündar, bir kişinin bu kadar kısa sürede her biri farklı konuda, uyduruk bilgilerden oluşsa da 12 kitap yazmasının imkansızlığına dikkat çekerek bu kitapların İttihatçıların etnik politikalarına ‘ilmi kılıf’ uydurmak için 1917’de AMMU bünyesinde kurdukları Encümen-i İlmiyye Heyeti tarafından yazıldığını düşünür. Heyette İttihatçı sosyolog ve etnologların yanısıra Alman uzmanlar da görev yapıyordu.
Nitekim bu eserlerle Habil Adem’in ismi ya hiç geçmiyor, ya da çevirmen olarak geçiyordu. Yazarların adları ise Prof. Cons Mol, Prof Libah (Habil’in tersi), Dr. Frayliç, Mühendis Rolig, Bokkert, Prof. Vayt gibi uydurma isimlerdi.
Habil Adem kitaplarında neden uydurma adlar kullandığını 1923 yılında yayımladığı Ankara ve Avrupa Siyaseti adlı kitabında (günümüz Türkçesiyle) şöyle açıklayacaktı: “... On sene önce yayımladığım çeşitli eserlerde savunduğum konuların birer birer gerçekleştiğini görüyorum. O zamanın tehlikeli ve kararsız hükümeti karşısında yeni düşüncelerin yeni anlayışların yayımlanması güç idi. (...) ve nihayet kendi şahsımı ortadan kaldırmaktan başka çare bulamadım. O zaman kendi eserlerimi hayali birer Avrupalı yazara atf eyledim. Kamuoyunun etkilendiği bilfiil sabit olan 12 eser yayımladım. Hepsinde de ben çevirmen durumunda idim. Çevirmenin fikirler üzerinde ne etkisi olabilirdi? Hiç!... İşte bu hiçdir ki bugünkü ilmin oluşmasını mümkün kıldı. En muğlak, en çetin konular en açık ve kesin bir şekilde yazdırabildi.”
İtalya sürgünü
Abidin Nesimi’ye göre, bu kitaplardan biri olan ve yazarı Prof. Cons Mol olarak belirtilen Londra Konferansındaki Mes’elelerden: Anadolu’da Türkiye Yaşayacak mı? Yaşamayacak mı? adlı kitap yayımlandığında Alman Sefiri Talat Paşa’yı ziyaret etmiş ve Almanya’da böyle bir profesör olmadığını söylemişti. Bunun üzerine Talat Paşa Habil Adem’i çağırmış, Habil Adem de profesörün Alman değil Macar olduğunu, metnin de kitap değil bir konferans kaydı olduğunu iddia etmişti. Talat Paşa buna inanmış görünmüş ancak Türk-Alman ilişkilerinin bozulmaması için bir süreliğine ülkeden ayrılmasını istemişti. Habil Adem de İtalya’ya gitmişti.
Habil Adem beş parasız çıktığı sürgünü paraya tahvil etmek için İtalya’nın kanatları altındaki Arnavutluk’un taht kavgalarına karışmış, uzak akrabalık vesilesiyle Arnavutluk Kralı olma hevesindeki Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın kral olabilmesi için gerekli sahte soyağacı belgesini imal etmiş, belgeyi Vatikan arşivine yerleştirmeyi bile başarmıştı. Sahte belgenin kamuya açıklanması siyasi çalkantılara neden olunca, Talat Paşa Habil Adem’i İstanbul’a getirmişti. Bu olayların yukarıda belirttiğim gibi 1911-1913 arasında olması büyük olasılıktı.
Kürdlerin dili
1917’de kurulan Encümen-i İlmiyye Heyeti, imparatorluktaki etnik, dinsel ve sosyal gruplara ilişkin bir dizi kitabın yanısıra, 1918 yılında Osmanlı döneminin Kürdler hakkındaki ilk ve son kitabı olan Kürdler, Tarihi ve İçtimai Tedkik’i yayımladı. Kitabın yazarı “Berlin Şark Akademisi profesörlerinden Dr. Friç (Fritz)”, çevirmeni Habil Adem olarak belirtilmişti. Halbuki kitabın ana bölümleri daha önceden AMMU’nun Ahileri incelemekle görevlendirdiği Zekeriya (Sertel’in) İçtimaiayyat adlı dergisinde, 1917 yılının Ağustos ve Eylül aylarında iki bölüm halinde yayımlanmıştı. Bu iki yazıda da yazar adı yoktu.
Kitapta Dr. Friç, Kürd diye bir milletin olmadığını, Kürdlerin tarihte hiçbir ciddi rollerinin bulunmadığı, hatta kendilerine ait bir dillerinin bile olmadığı güya ‘ilmi’ bir dille anlatıyordu. Örneğin Dr. Friç’e göre Kürdçe toplam 8.428 kelimeden ibaret olup bu kelimelerin 3.080’i “Türk (eski Türkmen)”, 2.000’i “Arap (yeni lisandan)”, 1.030’u “Farisi (yeni edebiyattan)”, 1.240’ının “Zen”, 370’i “Pehlevi (eski)”, 220’si “Ermeni”, 108’i “Keldani”, 60’ı “Çerkes”, 20’si “Kürdçe (eski lisandan)” geliyordu. Böylece gerçek Kürdçe kelime sayısı 300’e kadar indiriliyordu. Ancak yazarın yanına Türkçe olduğunu belirtmek için (T) harfi koyduğu kelimelerin sayısı 575 adetti. Yani uydurma yazar (Habil Adem) uydurma bilgilerde bir tutarlılık bile sağlamaya bile gerek görmemişti. Aynı şekilde, AMMU’nun 1918’de yayımladığı Beynelmilel Usulü’t Temsil, İskan-ı Muhacirin (Uluslararası Asimilasyon Yöntemleri, Göçmenlerin Yerleştirilmesi) adlı kitabın künyesinde aynı isim “Prusya Müstemleke Nezareti memurlarından Dr. Friç” olarak boş gösteriyordu.
Ancak bu ‘sahte ilim’ üretiminden maksat hasıl oldu ve bu ‘sözde’ Dr. Friç’in Kürdler ve Kürdçe hakkındaki uydurma yargıları, neredeyse tüm Cumhuriyet tarihi boyunca, Kürdleri yok saymak, küçümsemek, hakaret etmek ihtiyacı her doğduğunda “Ama Alman bilim adamı Dr. Friç diyor ki…” diye başlayan cümlelerle ısıtılıp ısıtılıp önümüze kondu, hatta hala da konmaya devam ediyor.
Habil Adem çetesinin işleri
İTC’li olup olmadığı bilinmeyen ancak hayatındaki bütün iniş çıkışlar İTC’nin iniş çıkışlarıyla paralel olan Habil Adem’in 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra bir süre gizlendiği, ardından bir Amerikan gaz şirketinin tercümanı olarak İran’a gittiği sanılıyor. (Farsça bilmediği halde bu işi nasıl aldığı bir muamma.)
Bir yazısında Mudanya Mütarekesi’nin imzalandığı (11 Ekim 1922) günlerde İstanbul’da olduğunu belirten Habil Adem bir süre dava vekilliği yapmış (o günlerde avukat olmayanlar da dava vekili olabilirdi). Ama hayatını kazandığı asıl iş 15 kişilik maiyeti (çetesi demek daha doğru olabilir) ile çeşitli çevrelerden zorla ilan, abonelik bulmaktan kazanmıştı.
Habil Adem çetesinin işlerinden birkaç örnek vermek gerekirse; Temsilciliğini üstlendiği gazetelere ilan vermeyi reddeden Adapazarı Türk Ticaret Bankası’nı, gazetelerde tefrika ettiği bilimsel kisveli raporlarla batırmıştı. (Bankanın varlıkları daha sonra Türkiye İş Bankası’na devredilecekti.)
Yine reklam vermeyi reddeden ünlü sigortacı Piyos’a I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin savaş halinde olduğu Fransa’dan aldığı şeref nişanı beratı ile şantaj yapmış, ardından Mareşal Fevzi Çakmak’ı ikna ederek Piyos’u sınır dışı ettirmişti. Ardından Piyos’un hisseleri haczedilmişti.
Tek Parti Dönemi’nin ilan işlerini elinde tutan Hofer Şirketi ile kağıt işlerini elinde tutan Burla Biraderleri kontrolünde tuttuğu İstanbul’un Sesi adlı gazetede yayımladığı “Türk Matbuatı Yahudilerin Kontrolünde” başlıklı yazıyla korkutmuştu. Yunus Nadi’yi, sahte TKP bildirileri satarak dolandırmış, Nadi belgeleri yayımlayınca da sahtekarlığı nasıl yaptıklarını anlatarak komik duruma düşürmüştü. Kontrolündeki Yarın gazetesinde istihdam ettiği Nazım Hikmet’i, Sovyetler aleyhine yazılar yazma tehdidiyle Sovyet şirketlerinden ilan almaya zorlamıştı.
Serbest Fırka günleri
1930’da 98 günlük macerasında Serbest Fırka’yı destekleyen Habil Adem, Abidin Nesimi’ye göre Arif Oruç’un Serbest Fırka’nın yayın organı gibi çalışan Yarın gazetesinin asıl yürütücüsüydü. Arif Oruç’la birlikte Lâyık Cumhuriyetçi İşçi ve Çiftçi Fırkası’nı kuran Habil Adem, Arif Oruç’un rejim tarafından sürgüne gönderilmesi sırasında yurtdışına çıkmıştı. İsmet Paşa Habil Adem ve maiyetinin elindeki gazetelerdeki imtiyazları kaldırmak için (elbette basın üzerindeki sansürü arttırmaktı temel amaç)1931’de Matbuat Kanunu’na madde eklemek zorunda kalmıştı.
Habil Adem’in hangi ülkelerde yaşadığı ve ne zaman yurda döndüğü bilinmediği gibi ölüm tarihi de kesin bilinmemektedir. Abidin Nesimi’ye göre 1937-1939 arasında Halil Yaver adıyla kitaplar yazmış, muhtemelen 1940’ta ölmüştür.
Özet Kaynakça: Fuat Dündar, Modern Türkiye’nin Şifresi, İletişim Yayınları, 2008; Hamid Bozarslan, “M. Ziya Gökalp”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, C.I, Tanzimat ve Meşrutiyet, Editör: Mehmet Ö. Alkan, İletişim Yayınları, 2003, s. 314-319; Şevket Beysanoğlu, Ziya Gökalp’ın İlk Yazı Hayatı, Diyarbakır Tanıtma Derneği Yayınları, 1956; Mustafa Şahin-Yaşar Akyol, “Habil Adem Ya da Nam-ı Diğer Naci İsmail (Pelister) Hakkında”, Toplumsal Tarih, S.11, Kasım 1994, s. “Habil Adem Ya da Nam-ı Diğer Naci İsmail (Pelister) Hakkında II”, Toplumsal Tarih, S.12, Aralık 1994, s. 17-23; Ali Birinci, “Hâbil Âdem Pelister Hakkında”, Toplumsal Tarih, S. 19, Temmuz 1995, s. 54-55; Cüneyt Okay, “Hâbil Adem’e Dair Bazı Notlar”, aynı yerde, s. 56-57; Abidin Nesimi Fatinoğlu, Yılların İçinden, Gözlem Yayınları, 1977; Alişan Akpınar, “Bir Sahtekarlık Hikayesi ya da Kürtlerin Asimile Edilmelerine İlk Adım”, http://kurd-tarihi.blogspot.com/2009/10/bir-sahtekarlk-hikayesi-ya-da-kurtlerin.html; Dr. Fritz, Kürtlerin Tarihi, Çevrimyazı: Sinan Şanlıer, Hasat Yayınları, 1992.
Ayşe HÜR
Radikal, 28.07.2013