'Kedi sevgisi imandandır...' (Evliya Çelebi)

27 Temmuz 2008 17:11 / 3138 kez okundu!

 

Zerrişte, bu ismiydi onun, sanki haberli / Uğrun kederimden / Yaltaklanır, atlar, sürünür, okşatır, okşar / Sırf alsın için gönlümü bir çare bulurdu / Lakin üzerimden / Bir kez dağılıp gitti mi hüznüm, kurulurdu: / 'Sayemde bu neşen' demek ister gibi mağr

Aslında kedi derken ‘kadın’ demek istiyordu. Zerrişte Farsça ‘sırma’, ‘altın tel’ demekti. Nurullah Ataç da “kediye koyduğu ada bakın? Türkçe’yi o kadar hor görmüş adama biz de kalkıp büyük Türk şairi demişiz! Allah günahımızı affetsin!” demişti. Tanburi Mesut Cemil Bey kedi aşkından hikayeci olmuştu. Halit Ziya Uşaklıgil, burnu büyük kedilerin, insanlara güvenmelerinin acı sonlarını anlatmış, Refik Halit Karay havuzdaki balıkları yiyor diye kedisini öldürmüştü. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın son sözleri “Kedilerimi iyi besleyin!” olmuştu. Bilge Karasu, “Kedi sever gibi sevmemeliyiz sevdiklerimizi” demişti.



KEDİ KÜLTÜNÜN DOĞUŞU



Kedilerin (Latince’de genus Felis) tarihi henüz yazılmadı ama, kedi üzerine pek çok şey biliyoruz. Kedilerin köpekten çok sonra evcilleştiğini, ana vatanlarının Kuzey Afrika olduğunu, Neolitik (MÖ 8000-5500) çağa tarihlenen Konya yakınlarındaki Hacılar yerleşim yerinde veya İsrail’deki Jericho’da kedilerin yaşadığını, kediyi ilk evcilleştirenlerin Mısırlılar olduğunu biliyoruz örneğin. Nil bölgesine ait en eski kedi kalıntısı MÖ 4 bin yıllarına ait. Kedinin evcilleştirilmesi, insanoğlunun toprağı işlemeyi öğrendiği döneme denk düşüyor. Çünkü tarım demek, tahıl demek, tahıl demek fare, sıçan, kemirgenler, yılan ve böcekler demek. Bu kadar işe yarayan bir hayvanın sonunda kutsal sayılması ise doğal görünüyor. Nitekim MÖ 945-715 tarihleri arasında hüküm süren 22. Sülale döneminde tanrıça Bastet, dişi bir kedi olarak betimlenmiş. 1800’lü yıllarda keşfedilen Ben-i Hasan mezarlığında binlerce kedi mumyası bulunmuş.



KÖTÜ MÜ İYİ Mİ?



Mısır kedileri ticaret gemileri ile dünyanın dört bir yanına dağılmış. Girit’teki Miken uygarlığında, Eski Yunan’da ve Roma’da da kedilere büyük hürmet gösterildiğine dair kanıtlar var. Orta Asya’da, MÖ. 3-1.yüzyıla tarihlenen Pazırık buluntularında, kedi ve kedi başı heykelleri olmasına rağmen Eski Türklerde kedi çok sevilen bir hayvan değil, ölüm ve kötü kaderin alegorisi imiş. Örneğin, Özbek halk kahramanlık destanı Alpamış’ta, birine gözdağı vermek için söylenen şu sözlere bakın: “İnden çıkıp kediyle oynar/Ecel yaklaşmışsa fareye…” Hakas, Kazan ve Altay Türklerinde kedi (köpek ve yılanla birlikte) kötü ruhların vücut bulduğu hayvanlar arasında sayılıyormuş. Nuh Tufanı’nın Hakas Türkleri arasındaki versiyonuna göre, Nuh’un Gemisi’ne fare kılığında giren şeytanı yediği için, kedinin ağzı pis sayılırmış. Anlaşılan sürekli birbiri ile didişen ve sürekli yer değiştiren bozkır toplumlarının karakteriyle kedilerin karakteri pek uyuşmamış.



Ancak Uzak Doğu’da kediye çok saygı gösterildiği biliniyor. Japonya’da üç renkli kedinin şans getireceğine inanılır, Çin’de ipek böceklerinin kozalarını koruduğu için sevilir, Tibet’te ve Burma’da asil duruşlarıyla saygı duyulurmuş. Ancak bazı Uzak Doğu kültürlerinde fazla sevilmekten başlarına iş gelmiş, çünkü pirinç pilavının yanına kızarmış kedi iyi gidermiş!



İLAHİ CEZA



Avrupa’ya dönersek, kediler 400’lü yıllardan sonra evlere girmeye başlamış. Batı dillerinde kedi karşılığı kullanılan ‘cattus’, ‘cat’, ‘katze’, ‘cato’, ‘chat’ gibi sözcüklerin kökeni konusunda değişik görüşler var ama en çok tekrarlanan hepsinin Arapça ‘kıtt’ sözcüğünden geldiği. Alım satımı 945 yılında Galya’da kedilerin alım-satımı kanuna bağlanmış. Kedi öldürmek de cezaya tabi kılınmış. Norveçlilerin tanrıçası kedi başlı, kadın gövdeli Freya imiş. Bizans’ta kedilere iyi davranıldığına dair kanıtlar var ama 1233’te Papalığın bir fermanla kara kedileri şeytan saymasından sonra Avrupa’da kediler için altın çağ sona ermiş. Bu tarihten itibaren yüz binlerce kedinin işkenceye uğradığı, asıldığı, yakıldığı sanılıyor. Kedi besleyenler de nasibini almış elbette bu korkunç uygulamadan.



Ancak, takdiri ilahi mi (!) demeli ne, 1348-1352 yılları arasında Avrupa nüfusunun üçte birini yok eden veba salgınından sonra insanların farelerle uğraşacak halleri kalmamış ve kediler yeniden göreve çağrılmışlar. Elbette, veba tehlikesi savuşturulunca kedi düşmanlığı yeniden hortlamış. Üstelik bu durum yüzlerce yıl sürmüş. Özellikle kedi besleyen kadınlar ‘cadı’ avından nasiplerini çokça almışlar. Çünkü şeytanın ‘siyah pelerini kediden aldığına’ inanılmış. Cadı avı bittikten sonra da durum çabuk değişmemiş. Örneğin Fransa Kralı XIII. Louis’nin başbakanı Kardinal Richelieu 1642’de öldükten sonra 14 kedisine ve iki bakıcısına bol para ve bir ev bırakmış ancak İsviçreli muhafızlar eski söylencelerin etkisiyle kedilerini vahşice öldürmüşler. 17. yüzyıldan sonra Velasquez, Goya, Manet, Monet, Gauguin, Renoir ve Paul Klee gibi ressamların, Charles Perrault, Lewis Caroll gibi yazarların eserlerinde kedilere yer vermesiyle, toplum kedilerle yeniden barışmaya başlamış.



TÜRK-İSLAM SENTEZİ



Muhammed’in kedinin içtiği suyla abdest aldığına ve kedisini uyandırmamak için entarisinin eteğini kestiğine dair rivayetler, Müslümanların kediye olumlu yaklaşmasına yol açmış görünüyor. Hatta Muhammed’i yılandan kurtaran “Muezza” adlı bir kediden bahseden kaynaklar var. Yine Ömer’den nakledilen bir hadiste “öldürülünceye kadar hapsettiği kedi yüzünden bir kadın cehenneme girdi ve azap gördü” deniyor. Osmanlı döneminde kediye, eski Türklere nazaran daha sevecen yaklaşılmış. Örneğin Ahmed Eflâkî (ö. 14. yüzyılın başı), bazı Mevlevilerin biyografilerini topladığı Menâkibü’l Ârifîn adlı eserinde Mevlana’nın bir kedisi olduğunu ve Mevlana’nın ölümünden yedi gün sonra bu kedinin de öldüğünü, kedinin Mevlana’nın sandukasının hemen sol tarafına ayak ucuna gömüldüğü anlatıyor. Bu yüzden Mevlana halk arasında ‘Pisili Sultan’ diye anılırmış.



Batılı seyyahların İstanbul’un köpekleri konusunda bol bol yazmalarına karşılık kedileri üzerine kalem oynatmamalarını nasıl yorumlamak gerekir bilmiyoruz, ama muhtemelen kediler evlerde olduğu için gözlem yapma fırsatı bulamamışlardır deyip, teselli olalım. Biraz hayal gücü ile tandırların köşesinde, pirinç mangalların yanında, samur kürklerin üzerinde uzanmış mırıldanan ev kedilerini ya da ciğercilerin, balıkçıların, zengin evlerin mutfaklarının önünde heyecanla yiyecek bekleyen sokak kedilerini görmemiz işten bile değil.



Çeşitli Osmanlı şehirlerinde kadılık yapmış şair Meali (ö. 1535-6) kaybettiği kedisi için Mersiye-i Gürbe (Kediye Ağıt) adlı uzun şiir yazmış. 1600’de I. Ahmet’e sunulmak üzere hazırlanan bir albümdeki İstanbullu erkeklerin bir eğlencesini canlandıran resimde acayip başlıklar giymiş, maske takmış erkekler müzik eşliğinde eğlenirken, arka tarafta, şamdanın yanında küçük bir oğlan çocuğu kendisi kadar büyük beyaz bir kediyle oynarken resmedilmiş. Kedi de aynen çocuk gibi, etrafta olup bitenle değil sadece karşısındaki çocukla ilgilenir gibi duruyor resimde.



Birinci Dünya Savaşı sırasında Kumkapı-Nişanca bölgesinin ünlü Ramazan davulcusu Ali Kuka'nın kedilerle ilişkisi de tarihe geçmiş. Ali Kuka, önce her birine isim verdiği kedilerini doyurur sonra göreve çıkarmış. Halkı sahura kaldırmak için bütün ışıklar yanıncaya kadar davulunu patlatırcasına çalar, 'kâfirleri imâna davet için' gayrimüslimlerin yaşadığı sokaklarda daha da fazla dururmuş. Bu iş sırasında kendisine kulübesinde beslediği sokak kedilerinden bir ordu eşlik edermiş.



DAMDAN DAMA ATLAYAN KEDİ



Bilirsiniz, 17. yüzyıl seyyahı Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sindeki ‘Erzurum’da damdan dama atlarken donan kedi’ hikayesi pek meşhurdur. Bu hikaye her ne kadar Çelebi’nin anlattıklarına güvenilemeyeceğinin kanıtı olarak sunulursa da, dikkatli bir okuyucu, Çelebi’nin hikayeyi anlatırken ‘bunun meşhur bir latife olduğunu’ belirttiğini görecektir. Biz de yazımızı latife kabilinden birkaç ‘kedi sözü’ ile bitirelim: ‘Hepsi bitti de iş kara kedinin evlenmesine mi geldi?’ ‘Kedinin üstüne varma, aslan yaparsın’, ‘Kedinin kanadı olsaydı, serçenin adı olmazdı’, ‘Kediye sormuşlar, kadı mı iyi, müftü mü? Ne o, ne o demiş’...



Ayşe Hür



(19 Temmuz 2008 tarihinde "DÜNYA YALNIZ BİZİM DEĞİL" sayfasında yayınlanmıştır.)



www.sesonline.net'ten aktarılmıştır...



 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.