Teşkilat-ı Mahsusa'yı nasıl bilirsiniz?

20 Ekim 2013 23:52 / 1491 kez okundu!

 


Teşkilat-ı Mahsusa, bir yandan MİT'in yaptığı gibi iktidar bloku arasındaki güç mücadelesinde yer almaya çalışan, bir yandan da dış politikada boyundan büyük işlere kalkışan bir örgüttü...


Bu haftanın esin konusu, bir süredir dış operasyonları bağlamında ulusal ve uluslararası basının radarında olan MİT. Ancak bu yazı, 8 Ocak 2012 günlü Taraf gazetesinde yayımlanan “Hamza Grubu’ndan MAH ve MİT’e” başlıklı yazımda anlattıklarımın evveliyatına dair. Başlık ise Cemil Koçak’ın kaynakçadaki makalesinden çalma…

16. yüzyılda yaşamış Osmanlı devlet adamı Gelibolulu Mustafa Ali, Sasani hükümdarı Ardeşir’i örnek gösterip gizli polis teşkilatı kurulmasını önermişti ama bu tavsiyenin tutulduğuna dair bilgimiz yok. Sadece IV. Murad, II. Mahmud ve II. Abdülhamid’in bolca muhbir kullandığını biliyoruz. II. Abdülhamid’in özel doktoru Mavroyani Paşa, 1891’de yayımlanan risalesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk gizli polis teşkilatının İngiliz Elçisi Stratfort Cunning’in telkinleriyle kurulduğunu belirtiyor. Risaleye göre, Napolyon Bonapart döneminde gizli emniyet teşkilatı kuran Vidocq adlı kişinin tecrübeleri incelenmiş, Civinis Efendi adlı Korfulu ya da Kefalonyalı bir Rum, albay rütbesiyle polis şefi yapılmış. Bu dönemde, doğrudan padişaha bağlı ‘Yıldız Hafiye Teşkilatı’ bünyesinde, 23 merkezde görevli 990 hafiyenin (aralarında paşalar, din adamları, yüksek bürokratlar var) adını veren kaynaklar var.

31 Mart Olayı’nın ardından Abdülhamid’in hallinden (27 Nisan 1909) sonra Yıldız Hafiye Teşkilatı İttihatçılar tarafından feshedilmiş, jurnaller Harbiye Nezareti’nin büyük kapısının yanındaki köşke getirilmiş ve bir heyet jurnalleri (330 kasa belgeden söz ediliyor) önemlerine göre albümler halinde tasnif edilmiş. Ama okunanlar hoşa gitmemiş olacak ki, kimin verdiği belli olmayan bir emirle evraklar avluda yakılmış.


ATASE’deki 40 bin belge

1909-1912 yıllarında perde arkasından siyaseti yöneten, 23 Ocak 1913’teki Babıali Baskını’ndan sonra iktidara tam anlamıyla el koyan İttihatçıların gizli örgütü ise Teşkilat-ı Mahsusa adını taşıyordu. Bu güne dek bu örgüt hakkındaki bilgilerimiz daha çok Cemal ve Talat Paşa, Kress Von Kressenstein, Kuşçubaşı Eşref, Kazım Karabekir, Ali İhsan Sabis, Ali Fuad Erden, Galip Vardar, Hüsamettin Ertürk, Fuat Balkan, Arif Cemil, Celal Bayar, Mustafa Ragıp Esatlı gibi şahsiyetlerin hatıratlarından geliyordu çünkü Teşkilat’ın son başkanı diye ünlenen (ama bugün öyle olmadığı anlaşılan) Hüsemettin Ertürk’ün anılarına bakılırsa Birinci Dünya Savaşı’nın son günlerinde Talat Paşa kabinesinin istifa etmesi üzerine, 14 Ekim 1918'de kabineyi kuran ve Harbiye Nazırlığını da üstlenen Ahmet İzzet Paşa'nın yaptığı ilk işlerden birisi, "Teşkilat-ı Mahsusa Müdürlüğüne hemen çalışmalarını durdurması, arşivlerini yok etmesi (…) talimatını" vermek olmuştu. Bu emrin yerine getirildiği sanılıyordu, halbuki Genelkurmay Bilgi ve Belge Merkezi ATASE’nin Birinci Dünya Harbi Koleksiyonu içinde Şube-i Mahsusa adıyla tasnif edilmiş 40 bine yakın belgenin olduğu artık biliniyor. Yeter ki ATASE yetkililerinin sıkı eleğinden geçip de belgeleri inceleme izni alabilin…


Kuruluş tarihi ve amacı

Hatıratlardaki kuruluş tarihleri 26 Mart 1913 ile 5 Ağustos 1913 arasındaki bir gün iken ATASE’deki bir belgeye göre, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kuruluş tarihi, 17 Teşrin-i Sani 1329 yani 30 Kasım 1913. Bu tarihi doğruysa, bugüne dek Teşkilat’ın başarı hanesine yazılan pek çok olay (Babıali Baskını, Mahmud Şevket Paşa suikastı, Edirne’nin geri alınması, Garbi Trakya Müstakil Hükümeti’nin kurulması, Birinci Dünya Savaşı’na girmek için Rus sınırında sabotajlar yapan Rauf Bey Müfrezesi, Hindistan’a giden kafile) Teşkilat’ın işi değildi.

Şükrü Hanioğlu’na göre bazı üyeleri Büchner, Nietzsche ve özellikle de Schopenhauer’dan etkilenecek kadar entelektüel olan Teşkilatın ilk (küçük) amacı, 1908 öncesi tecrübelerden yararlanarak İTC’nin siyasi iktidarını garanti etmek ve aynı zamanda İTC’nin üç liderinin birbirine karşı gücünü kontrol etmekti. Teşkilatın büyük amacı ise, İmparatorluğun dağılmasını önleyici tedbirler almaktı. Nitekim, İTC mensubu Muhittin Birgen 1936-1937’de yayımlanan hatıratında teşkilatı ‘gizli harici siyasetçi’ olarak nitelemişti. Bunlardan anlaşıldığı kadarıyla Teşkilat-ı Mahsusa, bugünün MİT’i gibi bir istihbarat örgütü değildi. Hüsamettin Ertürk’ün sözleriyle bir özet yaparsak: "Bu teşkilatın gayesi, bir taraftan bütün İslamları bir bayrak altında toplamak, bu suretle Panislamizme vasıl olmaktır. Diğer taraftan da Türk ırkını siyasi bir birlik içinde bulundurmak, bu bakımdan da Pantürkizmi hakikat sahasına sokmaktır. Enver Paşa'nın bir yandan Emiri Efendi'nin İttihat ve Terakki programındaki panislamizminden, diğer taraftan da Ziya Gökalp’in pantürkizminden ilham aldığı muhakkaktır.”


İlk reisi Kuşçubaşı Eşref miydi?

ATASE belgelerine göre, teşkilatın başkanları sırasıyla şu kişilerdi: Süleyman Askeri Bey (30 Kasım 1913’ten 6 veya 13 Kasım 1914’e); Halil (Kut) Bey/Paşa (Kasım 1914’ten 19 Aralık 1914’e); Cevad (Kızanlıklı) Bey (19 Aralık 1914’ten Mayıs veya Haziran 1915’e); Tunuslu Ali (Başhampa) Bey (Mayıs veya Haziran 1915’ten 31 Ekim 1918’e); Miralay Hüseyin Tosun Bey (31 Ekim 1918’den 15 Kasım 1918’e). Yine ATASE kayıtlarına göre, Süvari Kaymakamı Hüsamettin (Ertürk) Bey ise 5 Aralık 1918’de teşkilatın tasfiyesi ile görevlendirilmiş.

Sondan başlayalım. Bugüne dek pek çok yazıda (aralarında benim yazılarım da var) Hüsamettin Ertürk, büyük ölçüde kendisini böyle takdim ettiği için, ‘Teşkilat-ı Mahsusa’nın son reisi’ olarak tanımlandı. ATASE belgeleri bunun böyle olmadığını, Ertürk’ün ‘tasfiye memuru’ olduğunu gösteriyor.

Tarihçiliği hakkında epey tartışmalar olan Cemal Kutay’a göre ise teşkilatı kuran ve ilk şefi Kuşçubaşı Eşref’tir. Halbuki bu konuda doktora çalışması yapmış olan Philippe Stoddard’a göre Eşref Bey, sadece Arabistan, Sina ve Kuzey Afrika şefi idi. Muhtemelen Enver Paşa’ya değil ama Süleyman Askeri, Cemal Paşa, Kress von Kressenstein ve Sapancalı Mümtaz Bey gibi kumandanlara bağlı olarak gönüllülerin başında idi. Kısacası iyi bir ajandan başka bir şey değildi. (Eşref Bey’in hatıratında Süleyman Askeri ve Mümtaz Bey’e yer vermeyişi bununla ilgili olabilir.)

Teşkilat’ın başkanlarından Miralay Cevad (Kızanlıklı), 1919 yılında İstanbul’da Divan-ı Harb-i Örfi’de verdiği ifadede Teşkilat’ı İTC Merkez Komitesi’nden Dr. Nazım, Dr. Bahaeddin Şakir ve (Milli Emniyet Reisi) Erzurumlu Aziz’in kurduğunu açıklamıştı. Reisler olarak da sadece Süleyman Askeri, Halil Kut ve kendisini zikretmişti.

ATASE belgelerine göre Teşkilatın en uzun süreli başkanı olan Tunuslu Ali (Başhampa) adından Philip H. Stoddard ile bu konuda çok önemli bilgileri sunan Tarık Zafer Tunaya da hiç söz etmiyor. Bu da gayet ilginç bir durum. (Bu arada Ali Başhampa’nın mezarı Beşiktaş’taki Yahya Efendi Tekkesi haziresinde imiş, 1962’de Tunus’a gönderilmiş.)


Teşkilat şeması

Üzerinde uzlaşma olan husus ise, Teşkilatın merkezinin, Nur-i Osmaniye’de, Tasvir-i Efkar Matbaası’nın karşısında 23 numaralı binada olduğu.

ATASE belgelerine göre Teşkilatın yürütme komitesi dört kişiden oluşuyor: Atıf Bey (Kamçıl), Aziz Bey (?), Dr. Nazım Bey, Dr. Bahaeddin Şakir. Komitenin altında Rumeli’den sorumlu Arif Bey, Kafkasya’dan sorumlu Yüzbaşı Rıza Bey, Afrika’dan (Trablusgarp) sorumlu Hüseyin Tosun Bey, Doğu Vilayetlerinden sorumlu Dr. Bahaeddin Şakir ve Ruşeni Bey var.

Başka kaynaklardan, Teşkilat’ta görev yapmış olduğunu bildiğimiz bazı isimler ise şöyle: Yakup Cemil, Ömer Naci, Mehmed Akif Ersoy, Mithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, İsmail Canbulat, Galip Vardar, Filibeli Hilmi, Nuri Killigil, Ali Fethi Okyar, ‘Kel’ Ali Çetinkaya, ‘Çerkes’ Reşit ve Ethem beyler, Fuat Bulca, Nuri Conker, Rauf Orbay, Emir Şekip Arslan, Abdülaziz Caviş, Abdürreşid İbrahim, Libyalı Şeyh Sunusi, Said-i Nursi, Aziz el-Mısri, Zübeyde Saplı, Ahmet Salih Harb, Hilmi Musallimi…

Bölge başlıkları yukardaki gibi ama iddialara göre teşkilat Arnavutluk, Trakya, Makedonya, Fas, Trablusgarp, Cezayir, Tunus, Mısır, Habeşistan, Sudan, Zanzibar, Somali, Yemen, Malay Adaları, Açe, Kırım, Kafkasya, Belucistan, Afganistan, Moğolistan, Çin, Türkistan, gibi geniş bir coğrafyada faaliyet gösteriyor.

Faaliyet gösteriyor da, Teşkilat somut olarak neleri yaptı, neleri başardı, neleri başaramadı dersek, tahmin edileceği gibi elimize belgeye dayalı bilgi yok. Sadece sözlü tarih anlatıları ve dolaylı bilgiler var. Bunları bir araya getirerek şöyle bir resim çıkardım:

Teşkilat’ın ilk ‘başarılı operasyonu’ (!) Osmanlı İmparatorluğu’nu Birinci Dünya Savaşı’na sokmak için, Rusya’nın tahrik edilmesi olmalı. Enver ve Talat paşaların 2 Ağustos 1914’te kotardığı Osmanlı-Alman ittifakı gereğince, 27 Ekim 1914’te Amiral Suchon komutasındaki Yavuz (aslı Goeben), Midilli (aslı Breslau), Hamidiye, Berk, Gayret ve Numune gemilerinden oluşan Osmanlı filosu Karadeniz’e açılıp 29/30 Ekim’de Rusya’nın Sivastopol ve Odessa limanlarını top ateşine tutup iki de Rus gemisi batırırken Alman görevlilerin başkanlığındaki Teşkilat-ı Mahsusa elemanları Erzurum’a ve Trabzon’a gönderilmişler, cezaevlerinden salınan mahkûmlar ve Gürcü sabotajcılar, Arhavi’den Rusya’ya sızmışlar ve sabotajlara başlamışlardı. O sırada Harekât Dairesi Şefi olan Ali İhsan (Sabis) Paşa’ya göre bu iş için ayrılan ödenek 300 bin lira gibi büyük bir miktardır. En sonunda tahrikler meyvesini verir, 4 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da da Britanya ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ederler.


Ermeni Kırımı’ndaki rolü

Teşkilat’ın, en başarılı işi (!) ise 1915 Ermeni Kırımı olmalı. Arşivlerde ve hatıratlarda, Teşkilatın adamlarının özellikle hapishanelerden salıverilen suçlulardan müteşekkil çeteleri ve yerel aşiretlerin oluşturduğu çeteleri tehcirde ve kırımda istihdam ettiklerine dair pek çok ipucu var. Örneğin Mondros Mütarekesi’nden hemen sonra 2 Aralık 1918’de Meclis-i Mebusan’da bir konuşma yapan Meclis-i Ayan Reisi Çürüksulu Mahmud Paşa, sadeleştirilmiş dille şöyle demişti: “Gerek Ermeni, Rum gibi gayri Müslim ve gerek Müslim unsurlar hakkında yürütülen zulüm ve cinayet .... bir takım araçlar ile çeteler denilen Teşkilat-ı Mahsusa vasıtasıyla icra edilmiştir.”

Mütareke döneminde yapılan Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında, ana davanın 2. Ve 5. oturumu özel olarak Teşkilat-ı Mahsusa’nın tehcirdeki rolünü incelemeye ayrılmıştı. İddianamede “Teşkilat-ı Mahsusa’nın imha göreviyle meşgul olarak cemiyetle (İTC) ilişkisi kesinleştirilmiş...” deniyordu. Sanıklar bu ilişkiyi önce şiddetle reddetmişler, ancak savcının belge ve tanıklar getirmesiyle pes ederek, kabul etmek zorunda kalmışlardı. Örneğin İTC’nin ve Teşkilat’ın önemli adamlarından olan Atıf Bey, davanın 7. Oturumunda “İTC’nin Merkezi-i Umumisi gözetiminde, Teşkilat-ı Mahsusa bir seri suç makinesine dönmüştür,” der.

Konunun uzmanlarından Tarık Zafer Tunaya, ‘dış’ Teşkilat-ı Mahsusa’yı bu suçlardan muaf tutarken, ‘iç’ örgütte ‘eşkıya zihniyeti taşıyan gönüllüler, çeteler mahkumların’ bulunduğunu kabul ederken, dönemin ünlü gazetecisi Ahmet Emin Yalman doğrudan “çetelerden oluşan Teşkilat-ı Mahsusa denen ekip, doğrudan doğruya bir imha hedefinin arkasından koşmuştur” diyecektir. 1915’te Eskişehir’de sevk komisyonu reisliği yapan Ahmet Refik Altınay ise “Savaşın başında, birçok çete İstanbul’dan Anadolu’ya sevk edildi. Bunlar hapishanelerden salınan hırsızlar ve katillerden oluşuyordu. Harbiye Nezareti’nin açık eğitim sahalarında bir haftalık eğitimden sonra, Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Kafkasya hudut bölgelerine sevkedildiler. Ermeni mezaliminde en büyük cinayetleri bu çeteler ika ettiler,” diyerek Teşkilat’ın rolünü özetler.


Şuayyibe hezimeti

Konunun uzmanları tarafından Teşkilat’ın başarısız sayıldığı yerler ise Irak ve Filistin-Suriye Cephesi. Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizler Basra'yı ele geçirince, Teşkilatın ilk reisi Süleyman Askeri, Kürt ve Arap aşiretlerinden derlenmiş bir çeteyle İngilizlere karşı vur-kaç saldırıları düzenlemiş, Abadan’daki petrol tesislerini yakmıştı. İngilizlerin bu tepkisi sert oldu, 12-14 Nisan 1915'te Şuayyibe'de atlı birliklerle gelişigüzel saldıran Osmanlı birliklerini ağır bir yenilgiye uğrattılar. Süleyman Askeri, bunu kendine yediremedi ve 14 Nisan günü bir sahra çadırının içinde kafasına kurşun sıkarak intihar etti.

29 Nisan 1916'da Halil Paşa komutasındaki Osmanlı 6. Ordusu'nun İngiliz birliklerini Kut'ül Ammare'de yenilgiye uğratıp esir almalarından sonra, Nuri (Killigil) Paşa ve Rauf (Orbay) Bey yönetiminde bir Teşkilât-ı Mahsusa birliğinin savaşta tarafsız olan İran ve Afganistan'a girerek burada yerli kuvvetlerden oluşturacağı birliklerle İngilizleri arkadan vurma denemesini ise Osmanlı Genelkurmayında görevli Mareşal Liman von Sanders, Irak'taki yenilginin nedenlerinden biri saymıştı.


Kanal Harekatları

Teşkilat’ın 2-3 Şubat 1915 tarihli Birinci Kanal Harekatı ile Nisan-Ağustos 1916 tarihli İkinci Kanal Harekatı sırasındaki rolü ise bir anlamda ‘başarılı’, bir anlamda ‘başarısız’ sayılır. Libya’da İngilizlerin Senusileri yanlarına çekmelerini önlemelei, Darfur Sultanı Ali Dinar’ı Osmanlıların yanına çekmeleri, harekat öncesi, Suriye’deki Şam’dan Sina’daki Bir’üş-Şeba’ya, Libya’daki Sellum’dan Mısır sınırındaki Siva vahasına kadarki bölgede, ikmal merkezleri oluşturmaları ve yerel güçlerden 3 bin kadar kişiyi silahlandırmaları ‘başarı’ öyküsü sayılabilir. Ancak, Teşkilat’ın İngilizlere karşı yerel halkın ayaklanmasını örgütleyememesi (İngilizlerin Şerif Hüseyin’i örgütledikleri düşünülünce) ‘başarısızlık’ sayıldı. Elbette bu zor bir görevdi ancak Kuşçubaşı Eşref’in itiraf ettiği gibi Teşkilat, İngilizlerin Müslümanları yönetme kapasitesini küçümsemiş, Bedevilerin dini bağlarını ve sadakat duygularını ise aşırı abartmıştı.

Teşkilat’ın örgütlediği Mevlevi Alayı’nın Hindistan yerine Türkistan’a gitmesi gibi ufak tefek başarısızlıklar da olmakla birlikte, Teşkilat’ın Müslüman halklar arasında yaptığı çalışmaların İngilizleri az da olsa endişelendirdiği, en azından Müslüman ülkelerde büyük miktarda güç bırakmak durumunda kaldıkları kabul edilir.

Sonuç olarak Teşkilat-ı Mahsusa, bugün MİT’in yaptığı gibi, bir yandan iktidar bloğu arasındaki güç mücadelesinde yer almaya çalışan, bir yandan dış politikada boyundan büyük işlere kalkışan, içteki kirli işleri gözlerden kaçırılırken dıştaki işleri efsaneleştirilen, resmi tarihçiler tarafından üzerindeki gizem perdesi kasıtlı olarak kaldırılmayarak cazibesi daim kılınmaya çalışılan, ‘şuyuu, vukuundan büyük’ bir örgüttü....


Özet Kaynakça: Philip H. Stoddard, Osmanlı Devleti ve Araplar 1911-1918: Tes¸kilat-ı Mahsusa Üzerine Bir Ön Çalıs¸ma, Arma Yayınları, 2003; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Gelis¸meler (1876-1938), Birinci Kitap: Kanun-i Esasi ve Mes¸rutiyet Dönemi (1876-1918). I·stanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2001; Osman Selim Kocahanogˆlu, I·ttihat ve Terakki’nin Sorgulanması ve Yargılanması (1918-1919), Temel Yayıları, 1998; “Tehcir ve Taktil”, Divan-ı Harb-I Örfi Zabıtları, İttihat ve Terakki’nin Yargılanması, Derleyenler: Vahakn N. Dadrian-Taner Akçam, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2008; Vahdet Keles¸yılmaz, Tes¸kilat-ı Mahsusa’nın Hindistan Misyonu (1914-1918), Atatürk Aras¸tırma Merkezi, 1999; Sadık Sarısaman, “Trabzon Mıntıkası Tes¸kilat-ı Mahsusa Heyet-i I·daresinin Faaliyetleri ve Gürcü Lejyonu”, XIII. Türk Tarih Kongresi. Ankara. 4-8 Ekim 1999’da sunulan bildiri; Cemil Koçak, “Tes¸kilat-ı Mahsusayı Nasıl Bilirdiniz”, Tarih ve Toplum, S.3, 2006, s. 171-214; Polat, Safi, “The Ottoman Special Organization- Teşkilat-ı Mahsusa: A Historical Assesment with Particular Reference to its Operations Against British Occupied Egypt (1914-1916), Bilkent Üniversitesi, Master Tezi (2006); Sezai Balcı-Mustafa Balcıoğlu, “Teşkilat-ı Mahsusa başkanı Tunuslu Ali Başhampa”, I ve II, Toplumsal Tarih, S 209, s.68-73 ve S. 210, s.28-35.


Ayşe HÜR

Radikal, 20.10.2013

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.