AH MARKAR…
19 Ekim 2020 17:44 / 2911 kez okundu!
Sensiz nasıl eksiğiz Markar, sözcülere hükmedemiyorum, ne yazsam gönlümdekini döküp döşeyemez…Mektuplaşmalarımıza bakıyorum, senin orada benim burada verdiğimiz can kavgasında umutlarımız, kurşun yememiz, umutlarımız, alternatif beslenme ve hayallerimizi okuyorum… Senden yana akıllı fikirli, soğukkanlı, umutlu mektuplar, benden yana güçlü durma bilinci, tedavi sonuçlarında zil takıp oynamalar, senin mürüvvetini görmek için kız isteme hevesim, ölümüne bir düelloyu Karagöz Hacivat eğlencesine dönüştürme gayretimiz ve şükürlerimiz, nasılsa Allahımız bir deyip senin bana benim sana kendi dinimizce dualar etmemiz…
****
AH MARKAR…
Başka söz gelmiyor dilime, duyduğum andan beri, ki haberini (vermez ağrısına yata idim…) int. üstünden verirken de böyle söyledim, ‘Ah Markar…’
“Benim hayat hikayem çoklarımız gibi bu ülkenin siyasi hayatı, hakları ve mücadelesiyle kesişti. Bu dert ve dâvâ benim de dâvâm, bunu AKP başarabildi. 13 yıldan beri onu partiden ziyade, halk iradesi ihtilali olarak görüyorum. Bunun içinde kendi bireysel onurumu, haklarımı ve kendi bireysel özgürlüğümü, eşitliğimi de görüyorum, aynı zamanda ait olduğu toplumların, bütün Türkiye toplumlarının iradesinin bu hareket sayesinde tayin edici bir siyasi mekanizmaya dönüştüğünü görüyorum. Benimseyişim ve saygıyla kendimi dahil hissetmem başından beri böyle. Harekete saygı duyup aidiyet duymam, başından beri…’
‘Bazı medya, parti ve iş dünyası hiç de Türkiyeli gibi değil, Türkiye karşıtları sözcüsü gibi davranıyor. Yabancı basın hayranı itibarsızlar ülkemizi batıya şikâyet edip kendi iktidar alanını genişletmek istiyor. Kontrol, ayrıcalık, imtiyazlarını yitiriyorlar, Ankara ve Suruç patlaması gibi kırılma noktaları, savaş uçağı düşürülmesi olayında Türkiyeli gibi değil, ülke karşıtları gibi davranıyor, çünkü imtiyaz elden gidiyor, hükümet indirip çıkartan, imtiyazlı kesimin elindeki söz haklarını halk lehine kaybetmiş durumundalar, sözde stk’ları. Ve yazık ki bazı partiler de bunu büyütmek istiyorlar. Burada itibarları ne ki ABD'de itibarları olsun, jiletçi aydın dediklerimiz kendilerini beş paralık ettiler, başlarında prof. da olsa, devirleri kapandı, ayrıcalıkları kalmadı, bunun için biz mücadele ettik, 1 Kasım'da geleceğine sahip çıktı bu ülke. hdp chp paralel ittifak, ülke batıyor biz de yandık bittik mahfolduk naralarıyla (acemi, dışarı suflörlere rağmen üfürükten teyyare tiyatro oyunu sahnelerken, ülke alıp başını gitti, güzel bir geleceğe, onlar kaldı yaya, höykürsünler şimdi çaresiz, iddiasız, fikirsiz, kendi bildiklerince, hiçbir şey bilmediklerini hiç düşünmeden…Parantez içi benim sözüm, rahmetliyle, bunu demesi de ne zor, karıştırmayın, o âsilâne söylerdi, esaslı söylerdi…)
“AB ile yapılan vize ve mülteciler anlaşması bazı kesimleri rahatsız etti asıl Erdoğanın ‘bu yasa çözüm olamaz’ diye kestirip atması rahatsız etti…
Parlamento kararlarıyla tarih yazılamaz, bir parlamento kararı Türkiye Cumhuriyeti devletini soykırımcı ilan edemez. Sıkıştıkça Erdoğan’a sopa sallamak Ermenilere de ülkemize de yarar sağlamaz, köprüleri kurmak önyargıları yıkmak mücadelemize zarar verecek unsurdur bu.”
Sensiz nasıl eksiğiz Markar, sözcülere hükmedemiyorum, ne yazsam gönlümdekini döküp döşeyemez…Mektuplaşmalarımıza bakıyorum, senin orada benim burada verdiğimiz can kavgasında umutlarımız, kurşun yememiz, umutlarımız, alternatif beslenme ve hayallerimizi okuyorum… Senden yana akıllı fikirli, soğukkanlı, umutlu mektuplar, benden yana güçlü durma bilinci, tedavi sonuçlarında zil takıp oynamalar, senin mürüvvetini görmek için kız isteme hevesim, ölümüne bir düelloyu Karagöz Hacivat eğlencesine dönüştürme gayretimiz ve şükürlerimiz, nasılsa Allahımız bir deyip senin bana benim sana kendi dinimizce dualar etmemiz…Torun oğluşumun Pir Sultan’ın sarı çiğdem ilahisi söylediğinin ses kaydını sana iletişim, hastaneye son yatış arefendi, ardından çok şey söylenip yakışığınca veda edilecek elbet, ama, bu bir küçük çocuğun sesinden bir büyük abdalın şiirinin müzikli söylenişi sana doğrudan iletilmiş bir sap papatya, benim gözümde…Hastanede dinleyip dinleyip, ‘öp onu benim yerime’ deyişin de her zamanki zarifliğindi ve ben şimdi on yaşında bir güzel sesten Pir Sultan’ı hastane odasında sana iletebildiğim için nasıl mutluyum…
Ve bundan böyle nasıl yalnızım…Ne koğ edecek kardeşim var sen gibi, ne çâre tükendiğinde kapısını çalacağım insanım, ne, ben bir şey söylemeden herşeyi anlayıverip, akla gelmedik çözümler üretenim.
Fuat Uğur ne güzel ah etti, ‘ah, canım Markar’ım, can kardeşim, adamım, sırdaşım…Ahpariğim, Çerkes’im…Sensiz daha eksiğiz, sen yoksun, artık biz yoksuluz. Acım çok büyük. Ülkem seninle büyük bir değerini kaybetti. Mekanın cennet olsun, toprağın bol olsun güzel dostum” dedi.
Bu yazıyı sen toprağa verilmeden yazıyorum. Çok istesem de uğurlamaya katılamayacağım. Devlet töreni yapılacak, şu anda Patrikhane morgundasın. Sen gibi hayat dolu, akıl küpü, incelik ve zerâfet timsali bir güzel insanı o daraç ve soğuk mekanlara hiç yakıştıramasam da, öyle, yapacak bir şey yok, yazık ki yok.
Ortak Allahımıza arzuhal saldık, birbirimize güç diledik, bazen işin şakasını bile yapabildik, “Allah bizi esirgeyecek Markar, seni de beni de. Çünkü biz bu dünyaya almak için ve 'Rabbenâ hep bana' demek için gelenlerden değiliz, acısını çekerek de olsa, vermek için, olsa da olmasa da vermek için gelenlerdeniz” dediğime, ‘ya, inşallah kardeşim, çok doğru dedin. Allah ikimizi de sağlıklı şekilde bir sofrada buluştursun’ dediğine, ‘inşallah Yarabbim, ferah sofralarımız olsun, ferahlarda buluşalım” dileğime “Amin” dedin, bütün duaların, düşünce ve dileklerin, ‘amin’lerin gibi güzeldi, din bezirganlığı ile ölüm sonrası dileklerin doğruluğunu uygunluğunu tartışan fuzuli kişiler bunu ne bilsin?
‘Bir hafta sonra çıkarım herhalde’ yazmıştın en son.
Çıkamadın…O büyük aydınlığa çıktın, kâinata, sonsuzluğa…
Keşke kalabilseydin, keşke ömürlerimizden sana verebilseydik, keşke bu cangıla, gittiğin büyük aydınlıktan daha çok gerektiğini söyleyen arzuhal salabileydik o en yüksek makâma…Belki seni bizden, bu dünyanın zulmünden, siyasetin çirkefliğinden esirgemek istedi Allah, seni bizden çok sevdiği için…Ama çok gerektin be kardeşçiğim, ülkemize, siyasete, partine, hepsini kucakladığın o büyük insanlığa, öyle gerekliydin ki…
Dinince dinlen, sana hem kendi dinimce dua edeceğim, hem Sarı Çiğdem’i söyleyeceğim, küçük sığınmacı çocuklarıma mahallemdeki, kitap, şeker, harçlık verip, Markar abiniz yolladı diyeceğim… Sayın Soylu başsağlığı mesajında 'aydın, dost, insan, inanmış kardeş', dedi senin için, ‘dualarımız seninle bu toprakların asil çocuğu’ dedi, ona da içim sızladı.
Ağlıyorum be Markar, kendimi avutmam mümkün değil, ağlıyorum…
Derdimize ‘amansız hastalık’ diyorlar, önünü sonunu ve hastaların gönlünü düşünmeden…Değil oysa, amansız hastalık bencillik ve vatan hainliğidir. Sevgisizlik, vefasızlık, umutsuzluktur. Rabbenâ hep bana diyerek, çâresizi bakıp da görmemek, dertliye, yalnıza, vatansız kalmışa el uzatmamaktır. Önce sol memenin altındaki cevahirin kıymetini bilebilsek, sağlık çalışanlarımızın ve siyasi erkteki aklı ve cevheri, mayası güzel olanların değerinin farkında olsak, hepsini el üstü, göz nuru, baştâcı edebilsek, amansız derdin iç ve dış düşmanları fark etmek olduğunu bilerek, çalışsak, sırt sırta versek, ağıt yakmak yerine…
Gazete yazıların son haftaya değin sürdü, arkası kesilince içim sızladı, yazıp rahatsız etmeye eliktim, Meclisten arayıp sordum, asistanın suskunluğu ve ardından ettiği birkaç tümce ve teşekkürü şöyle dursun, gene de sağ olsun, ilk susuşu çok şeyi bağırdı bana, anladım…
Ona da öyle dedim zaten, ‘anladım…’
Anlamak/ duymak istemediğimi anlamıştım…
Yokluğun, suskunluğun yadsınamaz gerçek, ama, bugüne kadarki duruşun, söylediğin, imâ ettiğin, yiğitçe ardında durduğun görüşlerin susmayacak, seni hep duyacağız, hergün biraz daha anlayıp hep seveceğiz, canım kardeşçiğim…
Dinince, fikrince, güzel gönlüne yaraşır şekilde dinlen inşallah.
Hem toprağın bol olsun, hem nur içinde yat, hem Allah güzel rahmetiyle davransın sana…
Ayşe KİLİMCİ
19.10.2020