APLAN KURBAN OLSUN SANA…
25 Aralık 2022 19:26 / 649 kez okundu!
“Size baba diyebilir miyim?” diye ne soruyorsun evladım? Nesep faslınız biraz karışık olsa da, babanım dedi ya, sen onu dinle…
Ya da dinleme…O abla sende oldukça bize seyir çok…
****
APLAN KURBAN OLSUN SANA…
A film by Törkişh siyasetçiler.
İlle de kadınlar, yani duruşu, yürüyüşü, konuşması, küfrüyle erkeğe öykünen birkaç kadın siyasetçi.
Bu günleri de mi görecektik, diyecek oluyor, diyemiyorum…Öncekiler olması gerektiğince asil, akıllı, esaslı kimlik taşıyan siyasetçiler olaydı, çıta bunca düşmezdi. Armut dibine düştü netekim…
Bizim bildiğimizi sanıp, koğ’unu ettiklerimiz kimlerdi? Başta Rahşan hanım. Tansu Çiller. Bir ara Sema Pişkinsüt, adaylığı Ecevit marifetiyle ve kurultayda sandalye saldırılarıyla engellenen…
Gene Ecevit’in başörtüsü yüzünden “bu hanıma haddini bildiriniz” diye esip gürleyip Meclis dışına ittiği Merve Kavakçı. Bir aralar Nimet Çubukçu, bir gazeteciyle o ağacın altında verdiği poz nedeniyle şimşekleri üstüne çeken…Şimdi hepsi arı sili kaldı…Sayın Akşener’in grup toplantısında “ahhmakk” deyişindeki zerafete, Kılıçdaroğlu’ndan için “bi çakarım” çıkışındaki duygusal, kadınca inceliğe, sayın İmamınoğlu ile çaaak yapıp sarmaş dolaş oluşundaki romantizme ve derin hissiyata bakınca, öncekiler sütten çıkma ak kaşıkmış meğersem…
Bizim yahut dünya siyasetinin kadından kaynaklı erkeksi esip gürleyiş ve küfür edişleri var mıdır, mutlak vardır da, nasıldır? Bugünece merak etmemişim, niyeyse? Niye olacak bir dürten olmamış…Ya bir bilen olacak, ya bi dürten yahut bi bölen…Şükürler olsun, hepsi ziyadesiyle var, kişisel merakımız eksik bi tek. Anhasıyla minhasıyla bir araştırması yapılsa ne güzel olur aslında…Ana fikir küfür kadar, kışkırtıcı, düşmanca, edepsizce konuşup kalbi ve siyaseti, halkı galeyana getirmek olmak kaydıyla…Yoksa kürem kürem bunlar, ekran parselleyip, eski yeni siyasi kimliklerine bürünüp şar’layan…Şer’im şer’im üstüne şey’ederim diyen nasipsiz, töresiz, kökten sürme edepsizler…
Belki tuhaflık bizdedir…Niye kadın kimliğine bürünmüşü kadın diye görmekteki ısrarımız?
Mayası öyle karılmış, yahut ekşimiş olanın cinsiyeti fark eder mi, yaydığı kötü enerji, kendi ayağına engel taşı elceğiziyle kendi yoluna döşemesi yeter de artar?
Dil olsa olsa araç, akılda olan/olmayan, kalpte olan/olamayan, niyette, hedefte hainanelik, öylesine bir hainlik ki, hedef aldığından çok kendini budayıp indiren…
1800’lerin bi kraliçe Victoria’sı varmış, 9 çocuklu, ama, onlardan bile kuşkulanıp ne yaptıklarını izlemek için ajan ağı oluşturmuş. İşte bu ham’fendi bebeklerini emzirmek isteyen ancak bu yasak olunca gizlice emziren iki kızına ortalık yerde “ineeek” diye şar’lamış.
Bi de Marie Theresa var, Habsburg hanedanının tek imparatoriçesi, kırk yıl tahtta kalmış, hanedanın pantolon giyen tek üyesi. 16 çocuk yapmış, sonra da kocasının kaçamaklarını izlemek için Namus Komisyonu kurmuş. Artık o bağzıları gibi küfretmiş mi, etmişse de tarihçiler yazmamıştır. Düşün, 16 çocuğunun babası ekselansları seni gizli açık aldatıyor, engel olunamıyor, giy pantolonunu, çık ortaya, ‘lan sonradan olma kral, ben senden erkeğim' de, zaten küfre, hakarete bunca teşne olanın genlerinde vardır bi karışıklık, ibre son anda kadına dönmüştür misal, ruhu heriftir, aptal’ı ahhhmakk’ı canım ciğerim niyetine, safiyetle ve romantik makamdan söyler, ne aptal üstüne alınır ne ahmak…"İşte ekselansları beni aldatıyorsun ama asıl apptalll ve de ahhmakk sensin, ne malum on altı çocuğun senden olduğu?” de, artık hanedan ve saraydan, kocalıktan kovulacak olan düşünsün gerisini…
Gene de insan düşünmeden edemiyor, 28 Şubatta içişleri bakanı olan sayın hanımefendiye madalya olarak paşaların uygun gördüğü yağsız kazığa isyan eden Erdoğan’ın konuyu yargıya taşımasından sonra mağdure (olması gereken) gidip ifade verip kendisine vekaleten bu şikayeti yapanın arkasında olacağına, hiç de bile şikayetçi olmadığını söyleyip dosyayı kapattırması ilk hayal kırıklığımız değildi ki…Defalarca bölen, teşkilatçılığı, örgütçülüğüne kendi alkış tutan, partiden partiye göç toplayan canım kendimci siyasetçi modeli olarak dünyada eşi menendi yok. “Partimde dönek istemiyorum!” buyurdunuz ve fekat sonra nasıl böyle oldunuz?
DÜNYA KURBAN OLSUN SANA…
Eey dünya…Teey teeey teeey…Sana rakip olmaya geliyorum…
Niye abi?
Sen Mars mısın, Venüs müsün, dünyaya yakın herhangi bir gezegen misin ki, dünyayla boy ölçüşmeye, ona rakip olup kapışmaya, yörünge dışına itip, onun yerine dönmeye başlıyorsun?
Dünyaya rakip olmak benzetmesini bulan hangi reklamcıysa alnından öptük onun, cümleten.
Eğer bu reklamcı ve Mr. Rıfkı ile yola çıkıyorsan ki çıktın, önümüzde hem siyasi üç aylar hem İslami üç aylarda şenlik, orta oyunu ve Hacivat karagöz sunumu ilginç olacak…
Eeey dünya, bendeki boylar, bendeki poslar, daha nice pozlar ve akıllar fikirler, sırıtışlar, el savuruşlar, yan bakışlar, göz süzüşler, pattezli börek yapışlar var midur sende?
Eeey dünya, çapımla, enim ve boyumla, hoş sadâm ve gülüşümle, engin siyasi tecrübem ve bugünlere alın terimle ulaştığımla, değil bir üç dünya ederim ben…
Teey teey dünya nesine/ kurban ol benim fesime/ Rıfkı bile susup kaldı/ bendeki şu ferasete, ben rakip olmayayım da kim olsun sana?
Susarsın di mi…
Ekmek için Ekmelettin’den sonra siyasi tarihimizin yazılmayan anayasasında unutulmayacak bir giriş cümlesi bu ey ahali, unutma, unutturma: Ey dünya, sana rakip olmaya geliyorum…
Sonrası malum, yazmak gerekmez, cümle âlem bilir, ey rakipler sizin hepinizi ham yapmaya geliyorum…Ey Müdafaada kalan İmamınoğlu, seni çıtır çıtır yemeye…İyi partinin şeysi seni tarihe gömmeye. Bana dikleneni kazığa oturtmaya geliyorum…Ey dünya, kork benden, korksana be, niye korkmuyorsun…
Öbür ikisi de mi korkmuyor Mr. Rıfkı? Hani tutma oğlumla baba bir ana ayrı kızım? Sizde yok mu böyle nesep ilişkileri, sizin siyasette? Senin bize daha çook çalışman lazım, 40 fırın ekmek yemen lazım anlayabilmen için.
“Başlıyoruz…Bap 1…İlkin dünyayı halledelim, sonra Erdoğan’ı haydi haydi hallederiz, o kimmiş? Ettik bilene…Bir üfürmelik iki süpürmelik işleri kaldı şunun şurasında. Zati benim oğlan da dedi, ‘artık onun kabusu benim” dedi mi, demedi mi? Eeee?
Benim masada işler tıkırında, Allah bozmasın. Tutturmuşunuz bi aday…Ahanda aday…Punto, harf karakteri, paragraflar, bölüm başlıkları tamam, yani işin büyük kısmını hallettik, iki kalas bi hevese kaldı iş.
SAÇLARIN TÂR-Ü MAR, GÖZLERİNDE NEM
Nasıldı o şarkı? Ateşe benzerdin, küle dönmüşsün/ Hayal mi gerçek mi, gördüğüm bilmem/Elden ele gezen pula dönmüşsün…Şekip Ayhan’ın bu şarkısı siyasetin her dönemine cuk oturuyor…Bir zamanlar bi buçuk parti vardı, ki hala var, seçim sloganları, “biliyor, geliyor, çözecek” idi…Tebessüm serbest…Şimdi bu sloganı örgütçü, hizipçi, particilikte ustayım diyen siyasetçi hamfendiye uyarlasak, değişen nedir? El şeyiyle şey, ödünç vekiller gazıyla galibiyet, sonra bu kıyağı çekene ihanet…Bölüyor, kapı değiştiriyor, nah çözecek şeklinde söylesek, git uğraş gayrı hakaret davasıyla. Avukatların da büyük bölümü hukuku, bu birbilenin siyaseti bildiği kadar biliyor, hep mağdur ediyorlar. Biri damat olmak üzere cem’an yedi avukat, hepsini topla edemiyor bir avukat, Eshabül Kehf sakini gibiler, geçiyor kalması gereken diyorlar, yahut yapacak bişey yok mağlesef yahut geliyor gelmekte olan…İşte bu da ey dünya sana rakibolmaya geliyorum gibi bi laf, geliyor gelmekte olan…
Çoktan geldiler, çoktan geldiler de gitmek bilmiyorlar…
BİR ŞARKISIN SEN…
Ömür boyu sürecek, öyle mi? Bitti bile…Her ne kadar bu şarkı bitmez, denilse, öyle sanılsa da. “İzne mizne ihtiyacınız yok”, yok elbette, kim tutar sizi, koyverin bayır aşağı, vur vur inlesin, saraydaki dinlesin…O sözü de yanlış hatırlıyor bağzıları, yüzünde Rabbiyesir görülmez, “yüzünün Rabbiyesir’i silinmiş” tir onun doğrusu…
İstanbul’u alınca ikinci sultan Fatih ilan edilse de,
“Milyonlarca fark yiyecekler” diyor yavrum evladım, gönlünden bu geçiyor, gönlünü sevdiğim. Bu nasıl hırs, bu nasıl şişirilmiş ego, Fatih’i, Atatürk’ün dansını taklitle, I’m OK ile nereye kadar?
Aaah ah, hayat bazen tatlıdır/ sevenler kanatlıdır.
Fakat had safhada sevgi ve mahkeme kararında zil takıp oynama garabeti, gönülde olanı açık etti, erken ve had safhada sevindiler, kumaş kalitesi kendini ele verdi.
“Aman bize nasip olur inşallah/ boyuna da posuna da bin maşallah/ senden gelecek cefalara/ nazlara, sazlara, sözlere eyvallah…”
Tam alıştığımız hatta özlediğimiz yerli film…
Zaten makinist uyuyordu, altılı negatife buçuk negatifi masanın altında bi türlü monte edemiyor, sinemadakiler bağırıyor, ortaklar süzüm süzüm süzülüp susuyordu, bir de akrabalık işi çıkardılar başımıza, baba oğul muhabbeti misal…
“Size baba diyebilir miyim?” diye ne soruyorsun evladım? Nesep faslınız biraz karışık olsa da, babanım dedi ya, sen onu dinle…
Ya da dinleme…O abla sende oldukça bize seyir çok…
İzmir Eşrefpaşa’da fii tarihinde AP’nin kadın teşkilat emekçisi bir Zekiye’miz vardı, nabzı bile Süleyman diye vururdu, zati kendi de kır ata vurgundu. Bayramda seyranda varyanttan kadın kolu olarak geçerlerken biz mahalle çocukları komşumuza tezahürat yapar, konfeti atardık, o da iki elini sallayıp selamlardı bizi.’ Beni ben yapan canlarııım’ der, öpücük yollardı. Yalnız parti işlerinde ‘döpiyes’ giyer, saçlarını yaptırır, topukluyla yürürdü. Diğer günler hele de kavga edecekse, ayakta şıpıdık terlik, başta yemeni çatılı, kulak üstünde sigarası, karanfili, iki elini yumruk yapıp beline bir koyuşu, hasmının üstüne bir yürüyüşü, ağzını bir bozuşu vardı…Bazı ham’fendilerin duruş ve çemkirme hallerini görünce Zekiye’ye rahmet okudum…
Ayşe KİLİMCİ
24.12.2022