Kocamak mı, anlamak mı?

02 Haziran 2018 11:58 / 1368 kez okundu!

 

 

Sayın devletlular, siz gene de şu yaşlı mahallesi projesine mim koyun. Yaygın, kapsamlı şekilde çoğaltın. Yaşlılık (ve sonunda ölüm) hepimizin kapısına çökecek olan kara deve, önlemini uygun, yaygın, ucuz ve insana yaraşır alalım ki, yaşlılığın ve ölümün de güzeline hazırlanalım. Yaşlılığın ve ölümün güzeli mi olur, demeyin, öyle bir olur ki, hem en çok onların olur…

 

*****

 

Kocamak mı, anlamak mı?

 

Dünyamız da yaşlanıyor, toplumlar da. Adına yaş almak, kocamak, kocayarak gencelmek, ömrün kıymetini derinden anlamak desek de, kibarcası çaptan düşmek. Yolun sonu görünmek. Yalnız ülkemiz mi, 19. yüzyıldan bu yana uzamaya başlayan ömürlerle dünya yaşlanıyor.

 

Her dört Japondan biri 65 yaş üstüymüş, bu hızla giderse oran yüzyıl sonlarında % 40’ı bulacakmış. Tuzu kuru ülkelerden bütün dünyaya bir küresel sosyolojik olgu, yaşlılık, dünyamız için de yüzyıl sonunda dünyadaki yaşlı sayısının şimdinin iki katı olacağı öngörülüyor. Tıp ilerledi, iletişim gelişti, aile dediğimiz, çekirdeğe dönüşse ve mahalleler silinse de, yaşlı gözönünde, en sahipsiz sanılanın bile elinden bir tutan var; dağılmış olsa da aile üyeleri, mahalle komşusu, yerel yönetimler, devlet var. Başka ülkelerdeki gibi fin fin etmiyor yaşlı gönüller. Almanya’da yaşlılar Türk mahallelerin yakınına taşınıyormuş, hatır soran, el uzatan, sayıp seven var diye, bizimkilerden…

 

Yaşlılık denen yüce rolün sahne üstündeki, perde gerisindeki eşlikçileri de, hayat denen salondaki seyircileri de aynı seyi düşünüyor olmalı, toplumdaki uzun yaşamak ve hızla artan yaşlı sayısıyla birlikte olmaya, gerek ekonomi, gerek sağlık ve duygu açısından hazır mıyız, ya da hazırlanıyor muyuz?

 

İlk nüfus sayımında nüfusumuz 13 milyondu, Kızılay’ın nüfus artışını destek için altın madalya verdiğini söylerdi eskiler, bizim mahallede vardı on doğum yapan bir teyze, madalyalı. Sonra baş edemedi devlet, genç nüfus maliyetiyle, hem aile planlaması teşvik edildi hem sağlık sektörü AÇS hizmetinde bölgesindeki doğurgan kadın nüfusunu dizginleyen ebeleri ödüllendirdi. ‘Üç kuruş parayla her gün dokuz doğuracağıma’, dedi kadınlar,’ ikide üçte durayım.’

 

Başta % 2.6’yken doğurganlık oranımız, günümüzde % 2’lere geriledi, çocuk sağlık ve eğitimi alanında kolaylık ve destek olsa da… Beş yaş altı çocuk sayısı neredeyse yerinde sayıyor, yaşlı nüfus ise son beş yılda %18 artmış. Yaşlının nüfustaki oranı da % 8.3 olmuş.

 

Yeni tanımlama 65-75 arasına genç yaşlı, 75-85 arasına yaşlı, 85 üstündekilere en yaşlı dese de, durum toplumlar açısından gerek halledilmesi gerek, kaynak yaratılması gerek, yaşlı nüfus ve yakınlarını mutlu etmek açısından ciddi ve acil önlemleri, kısa ve uzun erimli planlamayı kaçınılmaz kılıyor, hayli gecikilmiş olsa da…

 

‘Gençlik kuş imiş, tutamadım, yaşlılık yük imiş, atamadım’ demiş olsa da yüce Mevlana, bunu bir de yaşlının kendine ve yakınlarına sormalı…

 

Bir yanda da uzun ve sağlıklı yaşayıp kendine yeten, umudu ve zihin berraklığıyla imrenilen en yaşlılar var, o nasıl oluyor? Ananem, ailemizin en büyük halası, büyük amcam doksan ve hayli üstünü gören yaşlılar.

 

Dağlarca’yı son yirmi yılında yakınında gözledim, o da yüze çeyrek kala ayrıldı dünyamızdan, üstelik zor dönemlerin, savaşların, yetersiz zamanların insanıydı bunlar, yüzün kapısını zorlamaları ve elden ayaktan düşmeyişleri nedendi? Hem düşünerek hem hayat için çırpınarak yaşamış olmalarından mı? Seçkin/güçlü gen sahibi olmalarından mı, öyle idiyse ailenin öteki üyelerinden niye esirgenmişti bu baht?

 

Baht mıydı, tebaasız taht mıydı, orası tartışılır elbet…

 

Yoksa yalnız onların bileceği bir büyük yalnızlık mıydı, uzun hayat? Dünyamıza kazık kakmak, bunu yaparken genç kalmak amaçlı anti-aging ıvır zıvır, bu alanda yitip giden paranın anlamı/anlamsızlığı konuyla ilgili meslek disiplinlerince ele alınmalı değil mi? Yaşlıya devletin bakışının daha da kapsayıcı, çok yönlü olacağı, yeni politikalar geliştirmek için konunun uzmanlarının uzun aralıklarla bile olsa Yaşlılık Zirvesi yapmaları gereği?

 

Kurum bakımının ayıp sayıldığı kültürümüz, devlet desteğiyle yaygın ve çeşitli hale getirilecek kurumlarla yeniden yorumlanmalı değil mi?

 

Geriatri biliminin ilgilendiği ve epeycesinin hasta olarak tanımlanacağı, bu nedenle özel tedavi ve bakım, psikolojik yaklaşım gerektiren yaşlıların ne kadar yaşayacakları kendilerine ve gen’lerine bırakılarak, daha sağlıklı, mutlu, yaşıtlarıyla birarada, toplumdan kopmadan, cam önünde komşu yolu gözlemeden, yalnız kalmak zorunda oldukları evlere mahkum olmadan yaşamaları değil midir, doğru olan?

 

Hizmet veriliyor verilmesine, ama, o da ne kaa para, o kaa küfte misali. Bir yaşlınız, hatta altmış yaş üstündeyseniz kendiniz için bir başvurup görün, resmi kurumları. En az iki yüz yaşlının olduğu bekleyenler sırasına alınacaksınız, Ezrail aleyhisselamın yardımıyla bile öne geçmeniz sözkonusu değil. Hele özel bakım ünitesi gerektiren sağlık sorunu varsa, zorluk da maliyet de katlanıyor.

 

Devletin yaşlı mahallesi modeli vardı, sanıyorum Adana Kurttepe’de hala var, ilk örnek oydu, çok katlı huzurevinin bahçesinde, tek odalı, tek basamakla inilen minicik bahçeli, asıl kurumun yamacında ve desteğiyle yaşayan yaşlıların hayata karışırken, kendi evinde yaşadığı ama devletin ve uzman ellerin her an üstlerinde olmasından rahat ve mutlu oldukları çözüm modeli. Evcikler prefabrikten, düşük maliyetle satın alınıyor, ömür bitince mirasçısına aktarılmıyor, devlet onu yeniden bir başka yaşlıya satıyor.

 

‘Biliyor musunuz hanımefendi, yaşamaktan yoruldum…’ dediydi rahmetli Dağlarca, hâlâ içim sızlar …Bunu dedikten bir yıl sonra da hayattan vazgeçip gitti, üstelik şiir söyleyip düşünmekten hiç yorulmamışken…Ondan olmalı, toprağa verirken sandıklar dolusu yazılmasa da hayaledilmiş şiiri de toprağa verdik diye düşündüğüm…

 

‘Biliyor musun Ayşe’cim, ben artık yaşlandım…’ dediği ve bundan acı çektiği sesinden belliyken, en büyük halamız, 98’indeydi ve son on yılında çocuklar gibi şendik, dedikodu yaptık, söyleşi yaptık, hınzırlık ettik, ama, benden buraya kadar dedi beden, hayaller ve gönül bedeni aş amadı…

 

102 yaşında tanıdıydım Fengane nineyi, güzelliğini unutamam, zaten bu adın anlamı da dünya güzeli demekmiş, düşünüp söyleyişindeki net’liği de unutamam. ‘Şu gönül 15 yaşında olmaktan vazgeçse ya’ diye dertlenirdi ananem, 95’i devirirken…

 

Hepsinden sonra tanıdım 104 yaşındaki ressam ‘hocanım’hanımefendiyi, son dört yıldır eline fırça alamadığına tasalansa da, gönül ve gülüş güzelliğiyle kendisi bir tablo gibiydi. Kısa yahut uzun ömür belki ve asıl güçlü ülkede, sağlam ve ufku geniş lider, akıllı ve cesur yönetici kadro ile yaşayan insanların; varlığın da yokluğun da, mutluluk-mutsuzluğun da hayatın anlam yahut anlam karışıklığının da farkında olup, yaşamak üzre kafa yorabildiğinde anlamlı.

 

Sayın devletlular, siz gene de şu yaşlı mahallesi projesine mim koyun. Yaygın, kapsamlı şekilde çoğaltın. Yaşlılık (ve sonunda ölüm) hepimizin kapısına çökecek olan kara deve, önlemini uygun, yaygın, ucuz ve insana yaraşır alalım ki, yaşlılığın ve ölümün de güzeline hazırlanalım. Yaşlılığın ve ölümün güzeli mi olur, demeyin, öyle bir olur ki, hem en çok onların olur…

 

‘Bazen kırılan bir daldır görünürde/Asıl yıkılan ağaçtır/dal daha düşmeden yere’ der ya Sabri Kuşkonmaz, ‘Soğuk Takvim’ adlı kitabındaki güzelim şiiri ‘İnsan insana döndüğü yerden kırılır’ da: ‘Gövde dala döndüğü yerden kırılır/ göveren yaprak yürüyen su/Gün gelir ağır bir yük olur/ Gövde dala verdiği candan kırılır…’

 

Şair, ‘tam orada yara gibi yoklanır anılar’ derken, masalımızı ne güzel bağlar:

‘İnsan insana döndüü yerden kırılır amma/ Eski bir umuttur belli olmaz/İnsan tene değdiği yerden dirilir…’

 

Ayşe KİLİMCİ

31.05.2018

 

 

 

Son Güncelleme Tarihi: 03 Haziran 2018 00:33

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.