Sevgili Giordano Bruno
03 Haziran 2018 15:13 / 1515 kez okundu!
Dünya düşünememenin, sığ düşünmenin karanlığındayken nasıl böyle düşünmenin doruklarında gezindiniz, kısacık ömre bunca okumayı, öğretiyi, kitabı, başkaldırıyı nasıl sığdırabildiniz, ne yüce kişiymişsiniz. Dünyamız aydınlanma binyılında sözümona, şu saydığınız iki şey’leri anlayanlar çoğalırsa, aydınlık da çoğalır belki…Anlaması şöyle dursun, üstüne düşünüp taşınabilsek,o da bir ilerleme…
*****
Sevgili Giordano Bruno,
1500’lü yılların ilk yarısına sizinle merhaba!
Düşünce özgürlüğünün ilk havarisi soylu kişi…
İtalya'nın ve dünyanın en namlı düşünürü ve başkaldıranı sayılacağınızı biliyor muydunuz acaba?
Soyluluğunuz Napoli’nin edebiyat, felsefe çevresinde yetişmenizi sağlamış. On yedinizde girdiğiniz Napoli dominiken manastırında tam on üç yıl teoloji inceleyip, tüm eski ve çağınız filozoflarını okumuşsunuz. Herakleitos ve Demokritos etkisinde kalmışsınız. 1576’da mezhep sapkınlığından hakkınızda ilk dava açılmış, fikirlerinizden vazgeçmeyip, Cenevre’ye kaçmışsınız. Orada da Calvin’in serbest düşünceye karşı geliştirdiği sert tutumu beğenmemiş, akademi profesörleriyle tartışıp durmuşsunuz. Orayı bırakıp, Toulouse ve Paris’e getmişsiniz. İlk kitabınız o aralar çıkmış, bu da size bir kürsü sunulmasını sağlamış. 1583’de Londra’dasınız, verdiğiniz dersler teoloji bilginlerini huylandırmış. Paris’e dönüp üniversitenin Aristo’cularıyla çekiş etmişsiniz. Almanya’da Luther’ciler sizi baştacı etmiş, Prag, Frankfurt’da dersler vermişsiniz, gene de Prag’da Calvincileri çileden çıkarmadan edememişsiniz. Sonra davetle Venedik’tesiniz, Mocenigo’nun davetlisi olarak Venedik’e gitmişsiniz.
Morosini’nin canlı aydın merkezi olan kitabevinde Galileo ve Sarpiyle sıkı görüşmüşsünüz. Dehanızı oluşturan bunca bilgiye nasıl vardığınızın sırrını vermediğiniz gerekçesiyle sizi çağıran Mocenigo tarafından, kiliseye teslim edilip, işkencelerden işkence beğendirilmiş olsanız da, düşüncelerinizden vazgeçmeyişiniz, diri diri yakılarak sonunuzu getirmiş.
Doğmalara düşman diyalektikçi düşünürlüğünüz ne Katoliklerin hoşuna gitmiş ne Protestanların. Hegel sizi eleştirel çağdaş düşüncenin kurucularından sayıyor. Kiliseye ve çağınızın düşünce ve adetlerini tartışan, eleştiren yergi kitaplarınızla hep muhalif kalmışsınız ve hep doğrucu Davud. Galip hayvanın kovuluşu, Sebep, İlke ve Tek’lik Üstüne, Sonsuzluk, Evren ve Dünyalar üstüne adlı üç yapıtınızla birlikte, 1584’de yayınlanan ve içinde bilgiçlere yönelttiğiniz ağır yergiler bulunan diyalogla Küllerin Yemeği, Cesur Öfkeler adlı kitaplarınız da var…
1600 yılında soğuk bir Şubat, Campo de filori meydanında Vatikan yakarak öldürdüğünde daha 52 yaşındasınız. Yakıldığınız yerde bronz heykeliniz var şimdi.
11 yaşınızda mantık, diyalektik öğrenmeye koyulmuş, Aristo’nun yapıtlarını arkadaşlarınıza okurken, gelişmeniz kimilerine batınca, onların zulmünden kaçmak için Roma’ya gitseniz de dinsizlik suçlaması peşinizden gelmiş 16’nızda teokratik bir tarikata girerek yaradanla ilgili sorgulamalara, araştırmalara girmişsiniz. Kopernik sistemiyle tanışınca bu tarikattan ayrılıp,Hristiyanlıkla bağınızı kopartıp, kendi yolunuzda yürümüşsünüz.
Kiliseye tavır almış, sitemkar olmuşsunuz. Bu da sizin toplumsal hayat ve din kurumlarından dışlanmanıza yolaçmış. Kilise sizi dinsiz, sapkın ilan edince de suçlu sayılmışsınız. Daha 27’nizdeyken mahkûm olmanız için uğraşılmış. Astronomi ve fizikle uğraşmış, düşüncelerinizi kitap laştırmışsınız. Kiliseyle aynı kazanda kaynatılsanız suyunuz birbirine karışmamış.
Tanrı ve onun gözbebeği olan evreni şairce, tutkuyla sevmişsiniz. Asıl adınız Filippo. Hem feylesof, hem rahip, hem gökbilimci, okültist…Şairsiniz de. Doğacı coşkunluğun düşünürü diyorlar, sizden için. Sorulsa, neyin nesi olmak, esaslı konuların, sorgulamaların kavgacısı olmaktansa, doğal ömrünüzü okuyup yazarak, öğrenci yetiştirerek geçirmek isterdiniz belki, de, o zaman kader farklı yazılır, hüküm hafif kalabilirdi. Şimdi felsefenin yıldızı, dünyanın seçkin düşünürüsünüz.
Rönesans felsefesinin hamurunu yoğuran en önemli feylesof…Sizin evrensel ve zaman kavramının üstündeki ‘iki şey öğretiniz’ sahiden insanlığın baş tacı, kulaklara elmas küpesi…
“İki şey çözümsüzün bile çözümü,
- Bakış açısını değiştirmek
- Kendini karşındakinin yerine koyabilmek…
İki şey hataya düşmeye engel:
- Kişi ve olayları akıl, kalp kalburundan elemek
- Hak yememek.
İki şey insanı gözden düşürür:
- Laf kalabalığı, yani demagoji
- Kendini ağırdan satmak, çalım edip öğünmek, bulunmaz Hint kumaşıyım sanmak.
İki şey bizi nitelikli kılar:
- Konuşma, diksiyon öğrenmek, eğitimini almak.
- Anlayarak hızla okumak…Bunu öğrenmek.
İki şey geri bırakır:
- Kararsızlık
- Cesaretsizlik
İki şey kişiyi bilici bulucu, kaşif yapar:
- Nitelikli çevre
- Biraz delilik.
İki şey ömür boyu boşa kürek çekmeyi önler:
- Baskın yeteneği bulmak
- Sevdiğin işi yapmak.
Başarının sırrı şu iki şeydir:
- Ustalardan ustalığı öğrenmek
- Kendini güncellemek
İki şey başarıyı mutlulukla birlikte yakalamayı sağlar;
- İyi hatta saf niyetli olmak
- Ruhsal farkındalık
İki şey seni milyonla öteki insandan ayırır, farkedilmeni sağlar:
- Sorunun değil, çözümün parçası olmak
- Hayata ve herşeye özgün, yeni, farklı bakışla yaklaşmak.
İki şey gelişmeyi engeller:
- Aşırılık, abartı, ifrat…
- Felakete odaklanmak.
İki şey çözüm getirir:
- Gülümseyiş
- Susuş…
İki şeyin değeri kaybedince anlaşılır:
- Anne
- Baba
İki şey geri alınamaz;
- Geçen zaman
- Söylenen söz.
İki şey ulaşmaya değerdir:
- Sevgi
- Bilgi
İki şey hayatta önemli her şey içindir:
- Soluklanabilmek
- Soluğunu verebilmek
Dünya düşünememenin, sığ düşünmenin karanlığındayken nasıl böyle düşünmenin doruklarında gezindiniz, kısacık ömre bunca okumayı, öğretiyi, kitabı, başkaldırıyı nasıl sığdırabildiniz, ne yüce kişiymişsiniz.
Dünyamız aydınlanma binyılında sözümona, şu saydığınız iki şey’leri anlayanlar çoğalırsa, aydınlık da çoğalır belki…Anlaması şöyle dursun, üstüne düşünüp taşınabilsek,o da bir ilerleme…
Ateşlerde yanmışsınız, hem düşünmenin ateşinde hem ölümün, bari şimdi ferah bahçelerin aydınlığında yatın…
Dünyanın ve insanlığın halini öte âlemden gördükçe gene mi ateşlerde yanıyorsunuz?
Doğru söze ne denir?
Ayşe KİLİMCİ
03.06.2018