Aleviler, düşkünlük ve 'Yetmez ama Evet' kültürü
07 Aralık 2012 07:51 / 1591 kez okundu!
Şahsi görüşüm bu toprakların görüp göreceği en anlamlı slogan, 12 Eylül referandumu sırasında ortaya çıkan 'Yetmez Ama Evet' sloganıydı. Yüzlerce yıldır yönetimlerle hak mücadelesine girmiş sıradan insanların kendi lehlerine olan her iyiyi alması, yararlı olanı 'başıyla gözüyle’ kabul etmesi hem iyiyi kötüden ayırma kültürünün filizlenmesi hem de tüm insanlığın demokratik bir dünya adına sürdürdüğü çabaları canlı tutması adına önemlidir çünkü.
Özendiğimiz demokratik ülkelerle aramızdaki fark da çokça budur aslında. İyi olanı kötüden ayırt edebilen bilinç, yönetilenlerde ortak aklın gelişmesini sağlarken, yönetenlerin üzerinde seçmenlere dönük iyi uygulamalar yapmayı teşvik edici bir rol oynuyor. Seçmenlerin iyiyi kötüden ayırmayı öğrenmeleri seçilenlerde oluşan halkın yararına yasalar ve düzenlemeler yapma isteğiyle birleşince insanların geleceğe dönük umutları da hep taze kalıyor.
İşte, bu denli derinliği olan bir slogandı bu ‘Yetmez Ama Evet.’ Lakin yaşadığımız coğrafyada demokratik bir kültürü yeşertebilmenin genomlarına sahip bu slogan da hayatın temel bir ilkesine dönüşme fırsatını kaçırdı gibi. İlginç olansa fırsatın, her daim statükonun zalimliğinden dem vuranların anlam verilemez çabalarıyla kaçmış ya da kaçacak olması. Hepsi gaddar bir sistemden şikâyet ederken o sistemi değiştirme girişimleri önünde inanılmaz setler oluşturdular fikirleriyle.
***
Muharrem Ayı nedeniyle TRT’de verilen Alevilik üzerine bir programı izlerken düşündüm bunları. ‘Yetmez Ama Evet’ sloganına en masumane deyimle temkinli yaklaşan Alevilerin bu programları seyrederken ne hissettiklerini de.
Oysa çoğunun bulsalar bir kaşık suda boğacağı AKP yönetimine gelinceye kadar bu ülkede böyle programlar olmuş muydu hiç? Ya da Kemalist Laik dönem Sünni-Hanefi Diyaneti alabildiğine şımartıp, her dini günde yayınları yağdırırken bu ülkede Alevilerin de olduğunu anımsayıp bir tane dahi böyle bir program yapmış mıydı?
Aleviler AKP'ye duydukları güdümlü nefretlerinden sıyrılamadıkları için bu soruları kendilerine soramıyorlar nicedir. Bu yüzden, AKP’ye karşı savundukları dönemlerin kendilerini pek de insan yerine koymayan, Yavuz dönemini aratmazcasına kıyıcı uygulamaların sahibi bir dönem olduğunu algılayamıyorlar bir türlü.
Makedonya’daki Dikmen Baba Derviş Dergâhı’nın Balkan aksanıyla konuşan dedelerini dinlerken bu sorular geliyor aklıma. O vakit, Alevilerin yaşadıkları tarihsel acıları biraz da, olanları doğru algılamaktan uzak tavırlar göstermeleri nedeniyle yaşamış olabileceklerini düşünüyorum. Kemalist Alevilerin 'Yetmez ama Evet' diyebilecek demokratik olgunluktan gittikçe uzaklaştıklarını da düşünüyorum o arada. Çünkü iyiyi kötüden ayıramama konusundaki ısrarlı retçi halleri düşüncelerinin daha çok kemikleşmesine neden oluyor ki bu da demokratik tavırlar sergilemekten alıkoyuyor onları.
Oysa istenen biraz vicdanlı olunması, biraz objektif davranılması ve belki biraz da pozitif bakılması olanlara, fazlası yok. Öyle olunsa daha düne kadar Alevi olduklarını okulda, kışlada, işte, pazarda, mahallede saklamaktan nasıl bitap düştüklerini anımsayabilecekler mesela. O zaman da Makedonya Dikmen Derviş Baba Dergâhının dedelerinden, Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir Baba dergâhının analarına kadar birçok Alevi’yi evimize konuk eden programların değeri de anlaşılacak belki.
Ama yok!
Onun yerine yaşanan onca kıyımı, ayrımcılığı, hakareti unutup kendilerine gün yüzü göstermemiş dönemlerin savunucusu durumuna düşmeyi tercih ediyorlar, o dönemin resmi partisinin oy deposu olmayı seçiyorlar hala. Aralarında işi inanılmaz berbat boyutlara taşıyanlar var ki, yaşanan ruhsal kırılmanın boyutlarını görüp içiniz parçalanıyor yine de. Size ‘pes’ dedirtircesine Kemalist olmayan Alevi’yi 'düşkün' olmakla itham edebiliyorlar.
Oysa asıl düşkünlük iyiye iyi, kötüye kötü diyememek erdeminden yoksunluk değil mi? Kendilerine ve sistemin farklı gördüğü her kesime yaşatılan zalimlikleri, bütün insanlığın demokratik ve eşitlikçi dünya hayallerine ihanet edercesine görmemek, sineye çekmek değil mi asıl düşkünlük?
Ya da Seyit Rıza gibi nicesine perdesiz ayardan hakaret etmek, onun zalimin yüzüne haykırdığı 'Ayıptır, günahtır, yazıktır' onurundan nasiplenmemek değil mi?
***
Bugün Muharrem Ayı’nda televizyonlarda Alevi programlarının yapılması, iftar ve aşure törenlerinin verilmesi, yarışma programlarında Alevilikle ilgili soruların sorulması, Alevi vekilinin mecliste Muharrem Ayı nedeniyle iftar yemeği verebilmesi Aleviliklerini yaşamak isteyen insanlar için önemlidir ve bir ülkede olması gereken eşitlik ilkesine de uygundur. Benzer şekilde bugün Kürtçe televizyonun olması ya da Kürtçe seçmeli ders uygulaması da aynı eşitlik ilkesinin yansımasıdır ki, barış ve huzur adına doğru adımlardır.
Bunları küçümsemek, yararsız görmek, arkalarında sürekli art niyetler aramak yerine çoğalmalarına çalışmak, ‘Evet ama yetmez. Devam!’ demek daha doğru olmaz mı?
Seçim basit. Ya hizmet etmeleri için seçtiklerimizin iyi yaptıklarını kötü olanlardan ayırt etmeyi öğrenip, ilerleyeceğiz ya da seçilenlere öfkemizi her şeyin merkezine koyup, iyi kötü ayırt etmeden her yapılana inatla 'Hayır' deyip, olduğumuz yerde sayacağız.
O vakit, hangi davranışın bizi daha ‘düşkün’ edeceğinin yanıtını ‘Bir kişiyi lâyığından fazla övmek riyadır, dalkavukluktur; lâyığından az övmekse ya dilsizlikten ileri gelir, ya hasetten’ diyen ecdadımız İmam Aliyyel Murtaza verecektir artık.
Baki MURAT
07.12.2012