Dershaneler krizi...

23 Aralık 2013 15:42 / 1570 kez okundu!

 

 

Dershanelerin kapatılması bir kesimin ısrarla dillendirildiği gibi hükümet ile cemaat arasında ölümüne bir savaş mı? Bütün bu olanların sebebi gerçekten iktidarı paylaşmamak adına hükümet tarafından başlatılan bir çatışma ya da bir hesaplaşma mı?

Şahsi düşüncem en azından hükümet tarafı adına, bu türden bir okumanın doğru olmayacağı ve bunun hepimizin hayatını olumlu etkileyen değişimlerin (vesayet rejiminin geriletilmesi ve ekonomik gelişmeler mesela) es geçilmesine çabalayan kesimlerin ekmeğine yağ süreceği yönünde.

O yüzden bu çatışmanın kodlarını Ergenekon-Balyoz gibi davaların rotayı kırdığı mecrada aramak daha mantıklı bir yaklaşım gibi geliyor bana. Epey zamandır ülke gündemini meşgul eden dershaneler olayı, kurgusu ve ardındaki olası mantık açısından sanki o tarihi davalarla benzerlikler taşıyor çünkü.

Bugün, davalar sonrasındaki gelişmeler göz önüne alındığında, o davaların, başlangıçta umduğumuz ‘memleketin yüz yıllık kirleriyle hesaplaşma’ amacından uzaklaştığını söylemek mümkün. Çünkü nicedir davalar teknik hatalarla, karşılıklı hesaplarla, uzun tutukluluk süreçleriyle sulandırılıyor ki, bunlar daha da sulanacağına işaret olarak da yorumlanabilir.

Evet, davaların başında, mesele ‘yüzyıllık kirlilikle mücadele ediliyor’ boyutunda algılanıyor olsa da şimdiki düşüncem, hükümet kanadının davaları o boyutlara taşımaya –niyetlerinden pek emin olmasam da- ne güçlerinin ne de cesaretlerinin yetmeyeceğini daha o aşamada dahi biliyor olduğu yönünde.

Evet, keşke başlangıçta umutlanıldığı gibi o davalar yüzyılın davaları olup, bütün günahlarla hesaplaşmanın seferberliğine öncülük etseydiler.  Lakin ne AK Parti böylesi devasa bir toplumsal çarpışmayı sonuna kadar götürebilecek kadar güçlü ve özgür bir hükümetti ne de muhalefet ve kamuoyu kirliliklerle mücadele konusunda yeterli demokratik olgunlukta ve hükümetin arkasında durabilecek durumdaydı.

Bu yüzden de hükümet, vesayet rejimiyle topyekûn bir mücadele yerine, hâlihazırdaki dinamik darbeci askerlerle, o darbelerin ‘sivil’ güçleri olma hayalini kuran parti, STK, üniversite, iş dünyası temsilcilerini en azından etkisiz hale getirmeyi ve onlarla hesaplaşmayı kendisine bazı demokratik adımlar atabileceği ortamlar yaratacak kadar ileri götürmeyi yeterli gördü.

Öyle de oldu. Sayılan dinamik güçler, etkisizleştirilerek hükümetin düşündüğü demokratikleşme adımlarını provoke edecekleri ortamlardan uzaklaştırıldılar. Ve bu sayede hükümet kısmi de olsa bazı adımlar atabilme imkânı bulabildi. Aksi halde her daim ‘milli hassasiyetle davranan duyarlı kesimler' olarak devletçe korunmuş, her farklı sesi linç etmeye meyilli, olmadı yargıya taşımayı adet edinen ve her mahkeme önünde faşizan tepkilerle toplumu geren güçlerin varlığında yapılan hiç bir olumlu adıma izin verilmeyeceği aşikârdı.

İşte şimdilerde Kürt sorununu çözmek ve çözüm sürecini başarıya ulaştırmak için benzer bir ortamın gerekliliğine inanıyor Hükümet. Tabii ki bunun cemaat ile çatışmayı göze almadan yapılamayacağını da iyi biliyor. Nasıl ki bazı demokratik adımları atacağı ortam Ergenekon ve Balyoz gibi davaların sonrasında ortaya çıktıysa, cemaat ile gireceği bir çatışmanın ardında da benzer bir ortamın doğacağına inanıyor.

Bu iddiam için Türkiye’de artık kimsenin yadsımadığı iki önemli taspiti anımsatmakta yarar var sanıyorum:

1- Emniyet ve yargı çevresinde Hizmet Hareketine sempati duyan, etkili görevlerde bulunan önemli insanlar var ve her biri bağlılıklarına göre hareket edebilme cesaretine sahipler.

2- Hizmet Hareketi hükümetin, kendi çapında cesaretle bitirmek istediği Kürt meselesinin çözümüne sıcak bakmıyor ve meselenin barışçıl çözümü konusunda hükümete destek vermiyor.

Sadece bu iki tespit dahi göz önüne alındığında, ardı ardına gelen KCK davaları, gözaltına alınanların kelepçeli resimlerinin basına servis edilmesi, uzun tutukluluk sürelerine ilgisizlik, mahkeme süreçlerinin uzatılması, ceza almış Balbay hapisten salınırken tutuklu BDP’li vekillerin tahliye taleplerinin reddedilmesi gibi son birkaç yılın Kürt meselesiyle ilgili vakalarına dair soruların yanıtı kafalarda berraklaşıyor gibi.

Acaba bütün bunlar gerçekten hükümeti kamuoyu önünde zor duruma düşürmek ve onlara karşı toplumdaki olumsuz havayı artırmak amacıyla bilinçli olarak mı yapıldı?

Eğer hükümet, Kürt sorununu çözmek istediği için bütün bunların, kendi kontrolü dışında olduğunu düşünüyorsa, cemaatin etkin varlığını (bürokratlar ve kamusal güç sağlaması açısından dershaneler aracılığıyla) sürdürürken sürecin barış ile nihayetlendirmesine cemaatin pek müsaade etmeyeceğini de düşünüyordur doğal olarak.

Bu yüzden cemaat (emniyet ve yargıdaki insanlar, hükümete karşı provoke edilebilir kamuoyu) de tıpkı darbeci generallerin ve kışkırtıcı zevatların Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla etkisiz hale getirilmesindeki misal, tesirsiz hale getirilmek isteniyor olabilir-ki hükümet, ancak bu sayede memleketin en yakıcı sorunun çözümü konusunda ciddi adımlar atılabileceğine inanıyor bana göre.

Diyeceğim dershanelerle ayyuka çıkan çatışma ne basit bir dershane meselesi, ne de cemaat ile topyekûn bir hesaplaşma, bir yok etme, ortadan kaldırma operasyonu. Bu girişim -bu ülkenin dinamikleri göz önüne alındığında çoğunlukça kabul edilebilir görünen-çözüm süreci ile ilgili gelişmelere engel çıkaracak güçlerin kontrol altına alınmasından başka bir şey gibi görünmüyor bana, en azından yakın gelecek için.

Lakin itiraf edeyim ki hükümet, şu anda hiç bir akıllı kişinin yerinde olmak istemeyeceği kadar zor bir durumda ve evdeki hesabının, çarşıdakine uyup uymayacağı konusunda epey sıkıntılı görünüyor.

Not: Bu yazı son operasyonların öncesinde kaleme alınmıştır.

 

Baki MURAT

22.12.2013

 

Son Güncelleme Tarihi: 27 Aralık 2013 19:40

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.