Nobel de bizi görecek mi?

09 Nisan 2015 16:04 / 1382 kez okundu!

 

 

Aylardır süren meşakkatli çözüm sürecinde tarihi değeri olan bir adım atıldı. İstanbul Dolmabahçe'deki Başbakanlık çalışma ofisinde hükümet yetkilileri ile İmralı-Kandil arasında görüşmeleri yürüten HDP heyetinin yaptığı ortak açıklama beklediğimiz müjdeyi verdi hepimize. HDP'li Sırrı Süreyya Önder, Abdullah Öcalan'ın, PKK'ye bahar aylarında olağanüstü kongre çağrısı yaptığını duyurdu, "Öcalan bu kongrede silahlı mücadele yerine demokratik siyasetin yer alması gerektiğini söylüyor" dedi.

Duyurunun anlamı, PKK lideri Öcalan’ın da kendilerince verilen uzun ve acılı mücadelenin sonunda, gelinen düzeyi, koşulları, atılması planlanan adımları ‘eşit yurttaşlık’ temelinde yeterli gördüğü için örgütünü silahı bırakmaya davet ediyor olmasıdır. Tabii ki bu hayatî çağrı, 30 yıllık çatışma sürecinin fiili olarak son bulması ve bu toprakların özlediği barışın kalıcılaşması hedefinde önemli bir adım anlamına da geliyor. O yüzden Öcalan’ın bu tarihi daveti, öncelikle tıpkı kendi ifadesindeki gibi  ‘silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanı’ olarak değerlendirilmeli.

Son birkaç yıl içinde geldiğimiz yer birçok kesim için ısrarla es geçilmeye çalışılsa da devrimsel nitelikte değişimlerdir aslında. Kolay mı, ceberut ve reddedici politikalardan vazgeçmeyen bir zihniyetin müzakere masasına oturacak bir olgunluğa ulaşması? Kendi halkı ile olan bir sorunu çözmek yerine onu bir nüfuz aracı olarak gören zorbalık, hiç aldırış etmeden inatla on binlerce insanımızın ölmesine, doğal kaynaklarımızın yok olmasına, ekonomik kapasitemizin heder edilmesine neden oldu senelerce. Yıllardır bu ülkede ne kahredici kararların alındığını, ne acıların yaşandığını, nasıl insanlıktan çıkıldığını görebilenler gördü, biliyor.

Çok şükür ki, AK Parti iktidarlarının kararlı tutumu, bu inkârcı ve ceberut zihniyetin geriletilmesi ve etkinin azaltılmasında önemli rol oynadı. Ardından çözüm süreci başladı ki tek başına, yok edici ve acılı bir meselenin ‘çözümü için böyle bir süreci başlatmak bile zerre küçümsenemeyecek kadar mühim bir adım oldu. O yüzden de savaşın sürmesini tercih eden tarafların sürece nasıl engel olabileceklerinin hesapları daha bir net görünür oldu zaten. Bu kritik ve kırılgan süreç boyunca içerden ve dışarıdan ağızlarından barış, kardeşlik, demokrasi sözcüklerini düşürmeyenlerle birlikte, süreci sekteye uğratmanın derdine düştüler.  

Yüreğimizi ağzımıza getiren 6-8 Ekim gibi olayları eleştirirken dahi kullandıkları sinsi dil ile bazen Kürt halkına, bazen Öcalan’a, bazen de Kandil’e ve HDP’ye kâh açıkça kâh aba altında sopa göstererek akıllar verip, ihtarlarda bulunmaktan geri durmadılar. Doğal olarak bu türden olayların yarattığı ruh haliyle süreçte aksamalar, duraksamalar, yavaşlamalar oldu. Fakat yine çok şükür ki sonunda aklın yolu galip geldi ve çözüm süreci ‘silahlara veda’ açıklamasının yapılabildiği çok ciddi bir noktaya ulaştı.

‘Yiğidi öldür hakkını yeme’ derler.

Ne türden badirelin atlatıldığını, ne cehennemî sularda yol alındığını, ne karanlık derinliklerde kaybolma tehlikesi yaşandığını bildiğimiz zamanlarda bu harikulâde kuralın gerektirdiği gibi davranmayı bir erdem olarak bellemek gerekiyor. O yüzden de bunca yıpratıcı bir süreci sürdürmenin üstüne, onu adeta sekteye uğratmaya çabalayanların yarattığı bütün aksamalara ve kırılmalara karşı yılmadan, olağanüstü bir direnç ve kararlılık gösteren iki yiğidin hakkını her daim teslim etmek de barışın nimetlerinden yararlanacak bizlerin boynunun borcu. Ya da biz, sıradan insanların çözüm süreci gibi tarihsel bir adıma karınca kararınca sunabileceğimiz katkı veya destek.

Biliyoruz bu iki kişi, meseleyi bu noktaya getirirken inanılmaz bir vefasızlıkla mücadele etmek zorunda kaldılar. Hem kendi taraflarındaki şahinlerin ölçüsüz saldırılarına hem de onlara dair önyargılı bir nefretle düşüncelerini şekillendirenlerin insafsız hücumlarına uğradılar. Akla ziyan iftira ve ithamlarla itibarsızlaştırma çabalarına maruz kaldılar. Bütün mesnetsiz suçlamalara, karalamalara, çamurlara aldırmadan, kararlılıklarını sürdüren ve hakları teslim edilmesi gereken o kişiler; Erdoğan ve Öcalan’dan başkası değil.  Kuşku yok ki bu uzun ve yorucu süreçte önemli görevler üstlenen, elini değil bedenini taşın altına koyan başka insanlar da oldu. Lakin ortadaki bütün olumlu gelişmeler bize gösteriyor ki asıl başarı, tarafların liderleri konumundaki Erdoğan ve Öcalan’ın kararlı duruşlarının, sabırlarının, çözüme inanmışlıklarındaki samimiyetin ve her türden sapma ve kırılma halinde ağırlıklarını koyabilmekteki dirayetlerinin eseri.

Tıpkı Güney Amerika’da barışın mimarı olan De Klerk ve Nelson Mandela gibi, tıpkı Endonezya’da Doğu Timor’da yıllarca süren kanlı savaşın barışla sonuçlanmasını sağlayan Abdurrahman Wahid ve Xanana Gusmao gibi.

Evet, eğer barış karşıtları artık pes eder ve ortalığı karıştırmazlarsa çok yakında Öcalan'ın, PKK'ye yönelik olağanüstü kongre çağrısı yerine getirilecek ve bütün savaş tamtamlarına rağmen örgüt ‘silahlara veda’ kararı alacak. Bu, ülkemizin ve bölgenin en uzun, en sancılı, en acılı, en yok edici sorunlarından birinin çözüme kavuşmuş olması anlamını taşıyor ki bu yüzden Anadolu ve Ortadoğu halkları bu hayırlı barış sürecine liderlik eden Erdoğan ve Öcalan'a ne kadar şükran duysa az olacaktır.

Peki, bizler önemli bir sorunun çözümüne bu denli yaklaşmış olmanın heyecanını duyarken her daim demokrasi konusundaki hassasiyetlerini göstermekten geri durmayan Batılı dostlarımız ne hissediyorlar acaba? Her yıl ‘ulusların ve halkların kardeşliği, silah ve orduların azaltılması ve barış kongreleri düzenlemek için en çok çaba sarf eden kişi, kişiler veya kuruluşlara verilen’ Nobel Barış Ödülü’nü bu iki lidere vermeyi düşünmeye başlamışlar mıdır mesela? Norveç parlamentosu tarafından seçilen Norveç Nobel Komitesi, acaba Avrupa’da ne despotluğu, ne diktatörlüğü, ne sultanlığı bırakılmayan, sabah akşam eleştirilerin hedefine oturtulan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu ödülü verebilme erdemini gösterebilecek mi? Ya da gerek Türkiye gerekse Orta Doğu halklarının bu iki lidere duyduğu minnettarlık duygusu Nobel'in dünyasında bir karşılık bulabilecek mi?

Görünüşe bakılırsa bizim sevinç kaynağımız olan ‘silahlara veda’ çağrısı ve ardından çözüm sürecinin kalıcı bir barışla noktalanması çabaları Batılı dostlarımızın barışçıl bir dünya isteklerindeki samimiyetin testi de olacak aynı zamanda. Bakalım Batı, Nobel ile bu mühim barış çabasını takdir etme dürüstlüğünü gösterecek ve sonuçta Nobel’i onurize de edecek meşakkatli bir barış sürecini tanıyacak mı? Yılmaz Erdoğan’ın Vizontele’sindeki o hoş replikle tekrarlarsa acaba ‘Nobel de bizi görecek mi?’ Göreceğiz.

 

Baki MURAT

Karikatürist/Yazar

08.04.2015

 

 

Son Güncelleme Tarihi: 09 Nisan 2015 16:33

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.