Zavallı ‘Sistem’

30 Ocak 2012 12:48 / 1610 kez okundu!

 


Ne zaman günlük hayatın içinde beklenmedik bir problem yaşasak laf dönüp dolaşır mutlak ‘Sistem’ ya da ‘Düzen’e dayanır. Yaşadığımız problemin içimize düşürdüğü bütün kızgınlığını da ona kalayı basarak soğutmaya çalışırız.

Çoğunlukla olmasa da ‘Sistem’ ile yöneten, sömüren, arada sevindiren, asan kesen ve belli başlı yasalarla kurgulanmış yol ve yönetimi olan bütün bir mekanizma kastedilir. Biz sıradan insanlara onu yâd ettiren problemler ise mekanizmanın o yol ve yönetiminde ortaya çıkan ve bizim küçük dünyamıza olumsuz olarak yansıyan aksaklıklardır.

‘Düzen bu, ne yapacaksın...’ çaresizliğinden ‘Düzenini… ...’ ya da ‘Düzen, düzen değil ki…’ güzellemelerine kadar uzanan muhabbetlerde farkında olsak da olmasak da küfürlerimiz, toplumu yöneten o bütünlüğü hedefler.

Uzun zamandır batı tipi demokrasinin var olduğu bir ülkede yaşıyorum. Gözlemlerime göre burada ‘Sistem’ ile ifade edilen şey aynı zamanda ‘belli yöntemi olan, ilke ya da yasalara göre kurulmuş bir nizam’ı da ifade ediyor.

Batılı ülkelerle Türkiye gibilerinin siyaset ve demokrasi geleneği arasında var olan farklılıkların çıkış noktası da sanıyorum bu ‘nizam’ diye nitelendirdiğimiz durumla ilişkili. Bizim gibi vesayetin güçlü olduğu ülkelerde ‘Sistem’in toplumsal bir nizam (intizam, adalet, düzenlilik) gibi bir kaygısının olmaması onu gerçekten de argodaki gibi sadece bizi ‘düzen’ yapıyor.

Net olarak demek istediğim ülkemizde her fırsatta kalayı bastığımız, eleştirdiğimiz ‘Sistem’in buralardaki gibi bir konumda olmadığı… Bizdeki ‘Sistem’i düşündüğünüzde garip, ucube bir durumun söz konusu olduğunu görüyorsunuz. En basitinden buralarda ‘Sistem’ diye adlandırılan düzenek öyle kolayca kişilerin, partilerin, kurumların, örgütlerin küçük hesaplarına feda edilir bir konumda değil örneğin.

Hani nerdeyse sistemin ‘Belli yöntemi olan, ilke ya da yasalara göre kurulmuş bir durum ve nizam’ olduğunu buralarda yaşarken adeta hissedebiliyorsunuz. Hatta ‘Sistem’in kendisini kişiler, kurumlar, örgütler, gazeteler, kavramlar üstünde bir konumda konuşlandırmış olduğuna her fırsatta şahit olmanız mümkün.

Buralarda her koşulda aslolan ve tıkır tıkır işlemesiyle kutsallaşmayı kendiliğinden hak eden bir enstrüman gibi bizim fırsatı doğduğunda ana-avrat düz gittiğimiz Sistem veya Düzen. O yüzden ‘Sistem’den anlaşılan, herkes tarafından koruması, kollanması, önünde boyunların kıldan ince görülmesi gereken bir ‘şey’ olduğu.

Bu, sıradan insanlar kadar, hem sistemin yürütme kadrolarını oluşturan seçilmiş siyasetçiler için hem de onların devlet mekanizmasını yönetme adına ihtiyaç duydukları kadroları oluşturan atanmış memurlar için de söz konusu.

İşte ‘Sistem’, her şeyin üstünde olmak gibi bir mevki ile kutsandığı için hayatın her anında politikacıların, memurların hatta medyanın yaptığı hatalar bizdeki gibi öyle kolayca yok sayılamıyor veya hasıraltı edilemiyor.

Adeta ‘Yanlış yapan kuzu kuzu gider’ şiarı görev yaptıkları zaman boyunca her mevki sahibinin tepesinde Demoklesin kılıcı gibi sallanıp duruyor. Çünkü her daim temiz (!) kalması gereken sadece ve sadece ‘Sistem’in kendisidir’ türü bir gerçeklik sorgulanamaz bir şekilde her yerde kendini hissettiriyor insanlara. Ya da ‘aksayan ‘bir durumdan ötürü eğer bir şey kirli ilan edilecekse o ancak kişilerin, partilerin, medyanın, örgütlerin kendisi olabilir, Sistem’i kötü gösterecek bir tavrı hoş görmek söz konusu bile olamaz’ kuralı işliyor.

Öyle olduğu için de Afganistan'da 142 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyla ilgili soruşturmada kusurlu olduğu iddia edilen Almanya Genelkurmay Başkanı Wolfgang Schneiderhahn ile Savunma Bakanlığı Müsteşarı Peter Wichert görevlerinden kolayca istifa edebiliyorlar.

Öylesine yerleşmiş bir ‘Sistem’ anlayışı olmadığı için de Uludere’de 34 köylünün bombalarla öldürülmesinde sorumluluğu olan Türkiye Genelkurmay Başkanı ve ilgili Bakanlar bırakın istifa etmeyi bir özür dilemeye dahi gerek duymuyorlar.

Bunun gibi ‘bedel ödeme’ geleneğinin sınırsız bir pişkinlikle her daim heder edildiği binlerce örnek saymak mümkün.

Bu 180 derece tavır farklılıklarının sebeb-i hikmeti ‘Sistem’ denilen mekanizmanın iki farklı kültürel dünyada nasıl bir anlayış ve yaklaşımla inşa edilmiş ve yürütülüyor olmasında yatıyor hiç kuşkusuz.

Almanya’da göreve gelen bütün siyasetçiler ve memurlar biliyorlar ki o görevlerdeki ömürleri, ‘Sistem’in devamlılığına dair neyi, nasıl yaptıklarıyla şekillenir. Sistem için aynı zamanda vatandaşın velinimetliliği de çok önemlidir. O yüzden ‘Sistem’i oluşturan aygıtların seçilmiş ya da atanmışlara teslim edilirken sıkı sıkı belletilen ‘Beni velinimetlerime kötü gösterme hakkın yoktur’ tembihidir. Her ne şekilde olursa olsun sistemi sorgulatacak yanlışı yapan Genel Kurmay Başkanı da olsa Başbakan da olsa istifa etmeleri ya da hesap vermeleri gerektiğini ta işin başında bilir.

Oysa bizde böyle bir kural olmadığı için ülke yönetimi adeta görülmemiş bir pervasızlık ve hoyratlık ile işliyor imajı verir hep. Öte yandan vatandaş henüz velinimet statüsüne erişmediği gibi çoğu zaman köle, tebaa, şükretmesi gereken, itiraz hakkı olmayan ‘dış kapının mandalı’ konumuna sıkışık yaşayıp gider. O nedenden ötürü de ne büyük hatalar karşısında özür dileyenini veya istifa edenini görebiliriz ne de en küçük devlet görevlisinin bile astığı astık kestiği kestik despotizminden kurtarabiliriz kendimizi.

Batı demokrasilerinde Sistem’in kendisini ve velinimeti konumundaki vatandaşı çok daha saygın bir düzeyde konumlandırabilmesi burjuva sınıfının ortaya çıkış şekliyle de ilişkilidir hiç kuşkusuz. Çünkü batı tipi demokrasilerde ‘Sistem’in varlığı yüzlerce yıllık bir sınıfsal uğraş ile şekillenmiş ve Sistem’e dair düşünceler insanların kafasında ödünsüz bir istikrarı oluşturma çabalarının sonucunda normalleşebilmiştir. ‘İstifa’ mekanizmasının kurumsallaşmışlığı da Sistem’e dair soru işaretlerini en aza indirgemenin doğal bir stratejisi gibi hayat bulmuştur.

Elbette bu türden bir politik istikrarcılık, demokrasilerde yürütmeyi seçen milyonların yüreğinde ‘Sistem’ denilen olgunun her gün doğal bir güven tazelemesini de sağlar. İnsanlar her seferinde ‘İşte Demokrasi’ demenin huzurunu yaşarken, her şeyiyle demokratik bir ülkede var olmanın mutluluğunu da duyumsarlar yüreklerinde.

Peki, Türkiye'nin konumu nedir bu ‘Sistem ile Siyasetçi, Bürokrat’ ilişkisinde.

Yukarda örneklediğimiz gibi bizde ‘Sistem’in saygın bir velinimeti olması gereken vatandaş iplenmezken, Sistem de kendini ideal bir düzeyde şekillendirememiş ve ipleri eline alamamıştır henüz. Bu durum nedeniyle vatandaş da sistemin kendisi de her fırsatta seçilmiş siyasetçi ile atanmış memurların elinde oyuncak durumundadır. O yüzden de oturduğu makamda kendini sultan sayma eğiliminde olan politikacılar ile devletin sahibi olduklarına inanan memurlar, her buldukları fırsatta sistemin ve sistemin velinimeti olan bizlerin tozunu atmaktan zerre kadar ne utanırlar ne de sıkılırlar.

Kendilerine ülkeyi yönetme konusunda sunulan bütün imkânları babalarının malı gibi kullanmak, suiistimal etmek, şahsi ve grup çıkarları için kullanmak nerdeyse işin olmazsa olmazı kadar normal görülür onlara. Öyle ki çalıp çırpmalar, yolsuzluklar, şikeler hatta darbeler, çeteler, dağa adam kaldırmalar, faili meçhul cinayetler, suçları zaman aşımına uğratmalar, hukuksal garabetliklerle olanları örtbas etmeler rutin işlere dönüşebilir yeri geldiğinde.

Ne yapılan rezaletlere dair hesap verilmesi geçer çoğunun aklından ne girilen kirli ilişkilerin utancı duyulur yüreklerde. Yetmez, olur da yapılan hukuksuzluklar ortaya çıkar ise söylenmedik yalan, atılmadık takla, birilerine gönderilmedik şifreli mesaj, savrulmadık gizli-açık tehdit kalmaz.

Yapılan rezillikler ortaya dökülüp konuşulsa da durum her zaman görülmemiş bir pişkinliğe vurulabilir. ‘Ne yaptıysam vatan için yaptım’, ‘Devlet sırrıdır konuşamam’, ‘Açıklarsam herkes yanar’ veya ‘Bir tuğla çekilirse bütün duvar yıkılır’ türü gizemli repliklerin her biri havalarda uçuşur öylesi durumlarda. Gerçekten de bütün bir ülke sus pus olup, olanı unutma moduna girer ‘söz konusu vatansa gerisi teferruattır’ benzeri özdeyişlerden sonra.

Bütün bu rahat davranışların anlamı, bizde ki siyasetçi ve memurların kendilerini var eden, kendilerine sınırsız imkânlar sunan ‘Sistem’e dahi her daim kazık atmaktan, onun velinimetleri karşısında dilinin kısa olmasından hiç rahatsızlık duymamalarıdır.

Peki, neden ve nasıl bu denli hoyrat davranabilen bir siyaset ve bürokrasi kurumu olabilmekte bizim ülkemizde?

Bana göre bunun sebebi basit. Çünkü bizde ‘Sistem’ denilen mekanizma siyasi ve kültürel bir sürecin sonucunda siyaseti ve bürokrasiyi değil, bürokrasi ve siyaset kör topal kendi için gerekli olan ‘Sistem’i yaratmıştır da ondan. Doğal olarak ‘yarattığıma esir olmam’ egosu ve ‘her şeyin sahibi benim’ kompleksiyle şekillenmiş bir siyaset ve memur kültür(süzlüğ)ü başına buyrukluğu bir marifet sanıp, öyle davranabilmektedir.

Siyasetçi ve memur kesiminin kendilerini bu sistem üstü statü ile şımartmaları ülkenin demokratik bir ülke olmasının önündeki en büyük engeldir de aynı zamanda. AB gibi daha demokratik bir işleyişin hâkim olduğu örgütlenmelerde yer almamak için ayak diremelerinin sebebi hikmeti de, yönetimin demokrasiyle bir türlü içselleştirilememesi de siyasetçi ve memurların Sistem’in denetimine girmeyi reddetmelerindendir aslında...

O yüzden bizimki gibi ülkelerde politik literatürde önemli eleştirilerin ve analizlerin konusu olan ‘Sistem’in de biz sıradan insanlar gibi zavallı bir durumda ve deyim yerindeyse felaketleri oynadığını düşünmüşümdür hep.

Oysa Sistem, sınıfsal anlamda ezilip, sömürülen insanlar için kötüyü temsil ediyor olsa da demokratik yönetimlerde onların lehine uygulamaları üreten bir otokontrol mekanizması rolü de oynayabilmektedir. Çünkü ‘Belli yöntemi olan, ilke ya da yasalara göre kurulmuş olan nizam, sıradan insanlar için nefes alacakları ortamların teminatıdır da. O nizam ve teminat sayesinde demokrasilerde-ideal boyutlarda olmasa da- diledikleri gibi at oynatmaya alışkın siyasetçi ve memurların kontrolü sağlanabilmektedir.

Bunun tersinde ise Sistem ile Siyasetçi ve Bürokrasi ilişkisi, bizdeki gibi Sistem’in aleyhinde gelişmekte ve Sistem’in parçaları konumunda olması gerekenlerin ona teslim olmaktansa onu soytarı etmeyi tercih etmelerine imkân verebilmektedir. Bu yüzden de Türkiye gibi ülkelerde yaşayanlar batı ülkelerindekilere göre siyasetin ve bürokrasinin hatalarından kaynaklanan rezaletleri daha yoğun yaşamak zorunda kalmaktayız.

Bu durumda her aksaklıkta kalayı bastığımız ‘Sistem’ siyasetçi ve bürokratların pervasızlıkları karşısında bir tecavüzcüden kaçıp bir başka tecavüzcünün eline düşen ‘Asiye’* gibi varlığını sürdürmeye çalışmaktadır adeta.

‘Sistem’i dahi bu derece zavallılaştıran seçilmişlerin ve atanmışların bulunduğu bir ülkede sıradan insanların hali deyim yerindeyse fevkalenin fevkinde içler acısı bir durumdadır.

Bunları düşündüğümde gerçek bir ‘Sistem’in inşası bizdeki gibi siyasetçi ve memur kesiminin hoyratlıklarının kontrol altına alınması için bir zorunluluk gibi görünür bana. Bu zorunluluk ise, hiç kuşkusuz birçoğunun hala ‘burjuva demokrasisi’ diye küçümsediği demokrasinin ve onu yaratacak olan etkin bir burjuva sınıfının varlığı ile hayata geçebilir ancak.

Bugün ısrarla demokrasinin yerleşmesine vurgu yapmanın sebeb-i hikmeti de zaten budur. Çünkü zavallı bir ‘Sistem’in sürekliliği, biz sıradan insanlar için hoyrat siyasetçi ve memur takımının altında zavallı bir yaşamı sürdürmemiz anlamına da gelmektedir.


* ‘Asiye nasıl kurtulur’ Vasıf Öngören’in 70'lerin başında kaleme aldığı oyun.

Not: Bu yazı 17.09.2005 tarihinde yazılmış ve gündemdeki bazı olaylarla güncellenmiştir.


Baki MURAT

30.01.2012


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.