Ömürlük 'Misafir'
10 Haziran 2009 15:47 / 2323 kez okundu!
“Misafir” olma duygusu ait olmamakla özdeştir bir yerde. İçinde, yeni olana duyulan merak ve heyecan duygularını barındırır. Misafirlik; kabul edene de, kabul görmek isteyene de belirsizlik hissini yaşatır. Hem istenir, hem de ait olmamanın huzursuzluğuyla sıkıntı verir.
Hele o misafirlik başka ülkenin, başka kültürün kuralları çerçevesinde belirleniyorsa; huzursuzluğun boyutu artar. İşte bu noktada büyük bedeller ödemek kaçınılmazdır.
İzmir Devlet Tiyatrosu’nun “Misafir” adlı oyunu, günümüzde hala önemli bir sosyo-politik sorun olan göç, gurbetçilik, kültür çatışması gibi evrensel kavramları, Bilgesu Erenus’un güçlü dramatik kurgusu ve İzmir Devlet Tiyatrosu Sanatçısı Gürol Tonbul’un yaratıcı rejisiyle sahneye taşıyor.
Bir Devlet Politikası Olarak Göç…
Almanya ile Türkiye arasında 30 Ekim 1961’de imzalanan işgücü anlaşmasının üzerinden geçen kırk yedi yıl, yaşanan sorunların biçim değiştirerek devam etmesine engel değil. Kuşkusuz Almanya’nın Türkiye’den işçi talep etmesinin temelinde, kalifiye işgücü ihtiyacını karşılayarak şirketlerin daha fazla kar etmesi düşüncesi vardı. Türk işçilerin Almanya’ya göç etme nedeni için ise söylenecek fazla söz yok, çünkü her şey küçücük bir umutla başlar… Tıpkı gurbetçi Musa’nın traji-komik hikayesinde olduğu gibi… Musa, çaresizliğine çare bulmak umuduyla Almanya’ya göç eder. O tarihten itibaren ağır şartlar altında, yabancı muamelesinin ezikliğiyle çalışır. Bir süre sonra eşi Elfide’yi ve iki küçük çocuğunu da yanına alır, fakat büyük oğlan Kamer’i memlekette bırakmak zorunda kalırlar. Köydeki Yarenbaşı’nın himayesinde büyüyen çocuk, yıllar boyunca Musa ve ailesi için sızlayan bir yaradır.
27 Kasım 1973’te Almanya’nın işçi alımını durdurması Türk işçiler açısından önemli bir dönemeç sayılıyor. Bu tarihten sonra yabancı işgücünün Almanya’ya gelmesine karşı sert önlemler alındı. Diğer yandan da, işçilerin Türkiye’deki ailelerini yanlarına almalarına olanak sağlandı. Dolayısıyla çelişkiler yumağı giderek büyüdü. Oyunda olduğu gibi, Almanya’daki olanaklarını düzelterek çocuklarını yanlarına alma mücadelesi veren ailelerin pek çoğu özlem ve yerine getirilemeyen vaatler arasında sıkışıp kaldılar.
Ait Olma İsteğinden Öte Ait Olamama Duygusu…
Kırk yedi yıl önce ailelerini geçindirmek, çocuklarına güvenli bir gelecek sağlamak için Almanya’ya göç eden birinci kuşak işçilerin bir kısmı hayallerini gerçekleştirmeden bu dünyadan göçüp gitti, bir kısmı da zorluklara, sıkıntılara, hasrete rağmen kurdukları hayalleri doyasıya gerçekleştirmeyi başardılar. Hem ağır çalışma koşullarının, hem de gurbetçi olmanın bedeli ağırdı… Göç tarihinin ilk tanıkları, yaşamlarını Türkiye ile Almanya arasında mekik dokuyarak geçirirken, ailelerine iyi bir gelecek sağlama umuduyla çok acı çektiler, çok fedakarlık yaptılar. Tıpkı Erenus’un oyunundaki “Misafir” Musa gibi…
Serdar Kamalıoğlu’nun güçlü yorumu ve başarılı performansıyla izlediğimiz Musa’nın gurbetçilik macerası da temelinde bir umut ışığıyla başlıyor. Köyünün sınırları içinde sıkışıp kaldığı fakirlik ve cehaletin boyunduruğundan kurtulmak, çocuklarını daha iyi koşullarda yetiştirebilmek, ailesinin belirlediği yaşam şeklinin dışına çıkabilmek onun cesaretini körükleyen etkenler.
Kültür Şoku mu, Kültürel Yozlaşma mı?
Oyunda Musa’nın traji-komik hikayesi, Türk kültürünün önemli bir parçası olan “Yarenlik Geleneği” nin nitelikleri çerçevesinde, epik bir oyun düzeniyle anlatılıyor. Yaren geleneğinden gelen Musa’nın saf bir karakteri olması, özüne, kültürüne bağlılığı, çektiği acıları daha da yoğun yaşamasına neden oluyor. Cehaletine rağmen, yozlaşmamak için mücadele veriyor, ama bu çaba yaşamında her şeyin eksik kalmasına yol açıyor.
Kendilerini yetiştirmeden uyum sağlamaya çalıştıkları ileri kültürü özümseyemeyen ve bu sebeple bocalayan gurbetçiler için Musa başarılı bir model. Yaşamı boyunca ilk kez köyünden çıkıp kendini Almanya’da bulan Musa, yaşadığı kültür şoku sonucu, özünü koruma ve kendini kabul ettirme kaygısıyla dışlanıyor. Böylece ne Alman kültürünü özümseyebiliyor, ne de ülkesine döndüğünde onlardan biriymiş gibi kabul görüyor. Serdar Kamalıoğlu, Musa’nın iç çelişkisini ve iki kültür arasında ezilmişliğini başarılı bir biçimde yansıtıyor. Aynı şekilde, oyunda rol alan İbrahim Raci Öksüz, Ahmet Dizdaroğlu, Musa Zindan, Sadık Yağcı ve Devrim Akkaya, seyirlik oyunların taklit unsurundan yararlanarak uyumlu ve güçlü bir performans sergiliyorlar.
Yarenbaşı’nı canlandıran İbrahim Raci Öksüz’ün, aynı zamanda Anlatıcı konumunda olması ve seyirciyi Almanya’ya göç tarihi hakkında bilgilendirmesi yerinde bir buluş. Gürol Tonbul, sahneleme yönünden yaratıcı bir rejisör; özellikle de Musa’nın, ikinci kuşağın uyum sorununu kukla oyunu ile yansılaması çok başarılı ve etkileyici bir ayrıntıydı.
Ön oyunun biraz uzun tutulması serimi ve dolayısıyla konuya geçişi yavaşlatmış olsa da, epik yaklaşımdan kaynaklanan sahne üzerindeki hazırlıklar; seyirci ile oyuncular arasında sıcak bir bağ kurulmasını sağlıyor. Perde arasında oyuncuların sahneden ayrılmayarak oyunu sürdürmeleri, seyirciyle iç içe çay içip yarenlik etmeleri, ayrıca Yönetmen Gürol Tonbul’un fuayede seyircinin arasında oluşu sıcacık atmosferi pekiştiriyor.
Epik anlatımı güçlendiren sade ve işlevli dekor ile kültürel motifleri yansıtan aksesuarlar Tayfun Çebi’ye ait. Fuayeden başlayarak etkileyici bir atmosfer yaratılmış; yarenlik geleneğine özgü bir şekilde ayakkabılar üst üste yığılıp, etrafında mumlar yakılmış. Böylece oyun başlamadan önce seyirciyle duygu birliği sağlanmış oluyor. Aynı şekilde Yıldız İpeklioğlu’nun kostümleri de, seyirlik roller arasında pratik geçişler için elverişli. Elbette, sevgili Tarkan Erkan’ın duygu yüklü müziklerinin sahne kenarında klarnetle yorumlanması da, oyunun duygu bütünlüğünü tamamlayan unsurlar arasında.
Yarenlik Üzerine…
Misafir’de, Yaren toplantılarındaki seyirlik oyun geleneği; oyun içinde oyun mantığıyla anlatılıyor. Böylece, Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun göstermeci niteliğinden yararlanılarak yabancılaştırma sağlanmış oluyor.
Yarenlik; Orta Asya Türk boylarında, eğlence ve dayanışmayı içinde barındıran bir gelenektir. Belli kurallara bağlanarak Anadolu halkının yaşamında önemli bir yer edinmiştir. Toprakları sürekli istila edilen, yağma ve talana uğrayan, tarih boyunca yoksulluk içinde bu saldırılara karşı mücadele etmek zorunda kalan Anadolu köylüsünün tehlikelere karşı korunmak ve ayakta kalabilmek için tek çaresi omuz omuza vererek güçleri birleştirmektir. Yaren meclisleri de bu dayanışma örgütlenmelerinden biridir. Yaren toplantılarının ilk kısmında köyün ve köylünün sorunları konuşulur, çareler aranır, ikinci kısmında ise, sazlı-sözlü sohbetler başlar, seyirlik oyunlar oynanır.
İşte bu seyirlik oyunlar aracılığıyla, hem vatanından ayrılmanın zorluklarına katlanan Musa’nın ikilemi, hem de geride kalan yakınların gurbetçilere yolunacak kaz gözüyle bakmaları mizahi bir yaklaşımla anlatılıyor.
Musa’nın yıllarca Almanya’da yaşamış olması, onun köyünde dışlanmasına neden olmuş, iki kültür arasında kalan görgüsüzlüğü abartılı bir alay konusu haline dönüştürülmüştür. Köy halkı hem yıllarca Musa’dan bir şeyler beklemiş, hem de onun iki arada bir derede kalmış zavallı züppeliğiyle alay etmiştir.
Yaren meclislerinde kovulma en ağır cezadır ve çok nadir uygulanır. Kovulan kişinin yüzüne kovulduğu söylenmez, ama tavırlarla belli edilir. Bu uygulamadan Musa da payını almış, dışlanmıştır, ama kimse onun çektiği acıyı, yaşadığı çelişkileri anlamak istemez ya da işlerine gelmez. Çünkü Musa artık onlar gibi değildir, hatta onlardan biri bile değildir.
Yaren meclisinde bulunanların ayakkabıları karmakarışık bir şekilde kapı önünde bir yerde toplanır. Yalnızca kovulanın ayakkabısı düzgün bir şekilde yanı başına mum, çıra ya da fener yakılarak bir kenara bırakılır. Kişi bu şekilde kovulduğunu anlar. Kovulmanın yarattığı sonuçlar elbette çok ağırdır, kişi kendini dışlanmış hisseder. Oyunda, İbrahim Raci Öksüz’ün oynadığı Yarenbaşı’nın sürekli kurallara uyulması konusunda diğerlerini uyarması, birlik- bütünlüğü koruma çabası, bir anlamda kültürel değerlerin yozlaşmasına da gönderme niteliğinde. Gurbetçilik kavramıyla kaybolmaya yüz tutan değerler, her iki kültüre de tutunma mücadelesiyle yorulup, sonuçta hiçbir yere ait olamayan bireyler, etkileyici ve yürek burkan bir hikayenin başarılı anlatımı olarak belleklerdeki yerini aldı.
Dışlanmanın Kalp Ağrısı…
Alman işçilerden daha düşük ücretlerle, ülkelerinden, sevdiklerinden uzakta, güç koşullarda çalışmak zorunda kalan, küçücük bir geri dönme umudu ile iki kültür arasında bir yerlerde sıkışıp kalan niceleri, sonunda her iki topluma da ait olmamanın mutsuzluğuyla yaşamayı öğrendiler belki, ama toplum hafızamızda da derin yaralar açtılar… İlk göçlerin üzerinden uzun yıllar geçse de, yaşanan acılar dinmedi… Almanya’da yaşayan vatandaşlarımız, günümüzde hala göçmen olmanın ezikliğini, dışlanmanın kalp ağrısını çekmekteler. Yeni Göç Yasası da, onların yaralarını kanatmaktan öteye gitmedi ne yazık ki! Misafir, gurbetçilerin bitmeyen misafirliğini buruk bir güldürüyle yüreklere taşıyor.
İzmir Devlet Tiyatrosu’nu ve başta Gürol Tonbul olmak üzere oyun ekibini, Misafir’in güzel yorumundan ve bu yıl yaptıkları başarılı turnelerden ötürü tebrik ediyorum. Bugüne dek izleyememiş olanlara, oyunun 2009-2010 Tiyatro Sezonu’nda da repertuarda olacağını şimdiden müjdelemek isterim.
Başak SAKIZLIOĞLU
Metin Yazarı-Dramaturg
09.06.2009