vanilya
|
Şöhret kültüründe, taptıklarımızı kendimiz yok ederiz. Jackson'ın ölümünün ticari sömürüsünü organize eden de, onu çıldırtan şirket güçlerinden başkası değildi. Çocukluğu çalınmış, etrafı da onun korku ve zaaflarıyla beslenen akbabalar tarafından çepeçevre kuşatılmış olan Jackson kendi varlığına duyduğu nefretle öylesine tükenmişti ki, kendi Afro-Amerikalı yüzünü yontup, bir beyaz adamın mütemadiyen değişen ölüm maskına dönüştürdü ve aşikâr pedofilisini Peter Pan’ın ebedî çocukluk yanılsamasının ardına gizledi. Kamusal kimliğiyle özel kimliğini birbirinden ayıramadı. Bir meta oldu; alınıp satılacak, kullanılacak ve yönlendirilip manipüle edilecek bir ürüne dönüştü. Şirket kültürümüzün özünde yatan o ahlaki nihilizm ve kişilik parçalanması ile zehirlendi. Jackson’ın ebedi gençlik fantazisi, ihtişam yanılgısı ve deforme edici fiziksel dönüşüm peşindeki umutsuz koşusu, bizim kendi özlemlerimizin bir ifadesiydi. O, aynada aşırı uçlardaki aksimizdi.
Tabutlu bir varyete de diyebileceğimiz cenaze törenini tahminen 31.1 milyon kişi televizyondan izledi. Seremonide Stevie Wonder, Brooke Shields ve diğer ünlülerin performansları ve anma konuşmaları yer aldı. Tören, belli başlı televizyon şirketleri ile kablolu yayınların da içinde bulunduğu 19 kanalda canlı olarak yayınlandı. Uzun süredir oynayan Michael Jackson dizisinin final bölümüydü bu. Final, Jackson’ın kızı Paris’in, bir mikrofon önünde dikilip babası hakkında konuşma yapmak üzere dürtüklenmesiyle son buldu. Kızcağız daha birkaç kelime etmeye kalmadan, Janet Jackson “yüksek sesle konuşsana” diye uyardı onu. Çocuk gözyaşlarına boğulup giderken, etrafındaki yetişkinler hıçkırıkları daha iyi işitelim diye mikrofonun sesini ayarlamakla meşguldüler. Kalabalık şak şak alkışladı. Bütün bunlar, babasını mahveden olayı hatırlatan ürkütücü bir yankıdan başka birşey değildi.
En sevdiğimiz öyküler “gerçek hayat” öyküleridir -erken gelen şöhret, dehşetli başarılar ve sonra tuhaf, meş’um bir duygusal enkaz. O.J. Simpson aynı senaryonun ehlileştirilmiş bir versiyonunu sunmuştu bize. Britney Spears da öyle yapıyor... Jackson, son demlerinde ağır bir borç yükünün altındaydı ve mahkeme dışı uzlaşma yoluyla Jordy Chandler'a 22 milyon dolar ödeyerek bunu savuştururken, ayrıca yedi kez çocuk taciziyle, iki kez de “cürüm işleme amacıyla başkalarına keyif verici madde vermek”le suçlanmıştı. Ağır bir borç yükü, statü kaybı ve kişilik dağılması süreci ile cebelleşen Amerikalıların sayısı gitgide artarken, hepimiz Michael Jackson’ın fiziksel ve psikolojik çöküşü ile besleniyorduk.
Jackson'ın kişisel yaşamındaki çarpıcı dramla televizyonda, sinemada ve haberlerde süregelen dram, birbiriyle mükemmelen uyuşuyor. Haberler, özellikle şöhretlerin dahil olduğu"gerçek hayat" öyküleriyle zenginleşiyor. Televizyonlardaki haberler birer mini dizi gibi; bir esas oğlan, bir kötü karakter, yardımcı oyuncular, yakışıklı bir sunucu ve çoğunlukla sürpriz bir şekilde biten dramatik bir finalle noktalanan eksiksiz birer tv dizisi. Toplum, özellikle ‘sürgünde’ ve düşüşte olduğu dönemde Jackson hakkındaki “haber”leri doymak bilmez bir iştiha ile tüketti; bu “haberler” çoğu kez edebiyat yapıtlarını fersah fersah geride bırakıyordu. Ray Bradbury'un Fahrenheit 451 isimli geleceğe ait distopya romanında insanlar günlerinin büyük bir bölümünü devasa televizyon ekranlarının önünde polisin bitmek bilmez kovalamacalarını ve suçluları yakalama sahnelerini izleyerek geçirirler. Bradbury, hayatın paketlenip senaryolaştırılarak bir de anlatı ilavesiyle filme çekildiği zaman en cazip eğlence halini aldığını kavramıştı. Ve Jackson, müthiş bir şovdu gerçekten. Muhteşem bir finali çoktan hak etmişti!
Jackson’dan bir kamu karakteri yaratan ve onu önce bir çocuk, en sonunda da 15,000 dolarlık altın kaplama bir tabutun içinde kutulanmış bir ceset olarak bir mala dönüştürenler sanatçı acentaları, halkla ilişkiler uzmanları, pazarlamacılar, menajerler, senaryo yazarları, televizyon ve film yapımcıları, prodüktörler, reklamcılar, video kameramanları, fotoğrafçılar, teknisyenler, korumalar, plak endüstrisinin yöneticileri, kostüm danışmanları, fitness antrenörleri, anketçiler, ilancılar ve televizyon haber sunucularından oluşan ve kâr için devasa bir şöhretler sahnesi inşa eden büyük bir gruptu. Bunlar kukla oynatıcısıdır. ‘Kültür yapıcı’larından ve aracılardan oluşan bu ordular olmaksızın hiç kimse şöhret statüsüne erişemez, hiçbir kültürel gözbağcılık gerçek diye yutturulamaz. Los Angeles Staples Center’daki prodüktörler, oradaki 18,000 katılımcının ve olayı seyreden tüm televizyon izleyicilerinin insanı ferahlatan popüler eğlence kültürünün vıcık vıcık duygusal bir formuna dönüştürülmüş bu cenaze törenini seyretmesini garanti altına almıştı. (Düşünün, BBC bile bu anma törenine tam 3 saatini ayırdı.)
Michael Jackson'ı anma töreni, şöhretin kutsandığı bir şölendi. Aralarında Jackson’ın kendi çocuklarının da bulunduğu bir grup çocuğun tabutun önünde şarkı söylerkenki görüntüsü insanın içini kaldırıyordu. Magic Johnson Kentucky Fried Chicken reklamı yaptı. Brooke Shields, gözyaşlarını bastırmaya çalışarak dile getirdiği anekdotta, 33 yaşındaki Jackson'la –ki, Jackson daima heteroseksüel olduğunu ileri sürmüştür- Elizabeth Taylor'ın son evliliğinden önce, onun gelinliğini dikizleyen ilk kişiler olmak için, ünlü film yıldızının yatak odasına nasıl gizlice sızdıklarını anlattı. Shields ve Jackson Taylor’ın düğününde, “gelinin annesiyle babası” olduklarına dair kendi aralarında şakalaşmışlar meğerse.
"Evet, dışarıdan bakınca çok tuhaf görünüyor olabilir," diyordu Shields, "ama biz onu çok eğlenceli ve gerçek hale getiriyorduk.”
Törende fotomontajlar kullanıldı. Jackson'un Nelson Mandela ile el sıkışırken çekilen fotoğrafının hemen ardından, Kurbağa Kermit ile çektirdiği fotoğraf geliyordu. Şöhret, tüm ünlüleri aynı seviyeye düşürür. Şöhret, kendi kendinin ortak paydasıdır. Ve tüm bu anekdotların ana fikri de şuydu sanki: Eğer hayatınızı bir şöhret olarak geçirdiyseniz, aslında kim olduğunuz hakkında en ufak bir fikriniz bile yoktur.
Biz de kendi hayatlarımızı bu ünlülerle ölçüyoruz işte. Onlar gibi olmak için can atıyoruz. Onların görünüm ve davranışlarını durmadan taklit ediyoruz. Kir pas içindeki gerçek hayattan onların yıldızlığının hayal dünyası aracılığıyla kaçıp kurtulmaya çalışıyoruz. Biz de süregiden kendi muhteşem hayat filmimizin hayran kalabalıkları tarafından izlenmesini arzuluyoruz aslında. Hayatlarımızın içinde hareket ederken, kendimizi, bir kamera bizi izliyormuş gibi, kameranın objektifinden görmeye çalışıyor, nasıl görüntü verdiğimize, ne giydiğimize, ne dediğimize çok dikkat ediyoruz. Kendi zihnimizde, yıldız başrol oyuncususunun kendimiz olduğu filmler çekiyoruz. İzleyiciler nasıl tepki verirdi acaba diye merak ediyoruz. Şöhret kültürü, neredeyse farkına varmadan, bir şekilde kendi içimizde kişisel senaryolarımızı yazmayı öğretti bize. Dünyayla ve etrafımızdaki kişilerle ilişki ve bağlarımızı ciddi şekilde çarpıtan konuşma ve düşünme şekilleri öğrendik. Bu konuda bilgece yazılar yazan Neal Gabler; şöhret kültürünün sadece tüketim kültürünün dinle bitişmesinden çok, dinin tüketim kültürü tarafından işgal edilip ele geçirilmesi olduğunu öne sürüyor.
Jackson yaşlanmaktan çılgıncasına korkuyordu. Irkını ve cinsiyetini denetleyebileceğine inanıyordu. Cerrahi müdahale ile ve belki de kadın hormonları kullanarak, kendisini siyah derili bir Afro-Amerikan erkekten açık bir cinsel kimliği olmayan tebeşir beyazı, erdişi (androjen) bir ucubeye dönüştürdü. Sınırları aşırıya doğru epey zorlamış olsa da, aslında pek çok Amerikalının yaptığı şeyi yapıyordu yalnızca. Geçen sene sadece ABD'de 12 milyon estetik cerrahi operasyon gerçekleştirildi. Bunlar gerçekleştirildi, çünkü Amerika'da zengin veya fakir, ünlü veya ünsüz, çoğu insan, kendisini pazarlanacak bir ürün olarak görmeye şartlanmış durumda. Bu insanlar, tıpkı tüketim ürünleri gibi, birer nesneden ibaret. Kendilerine özgü, içkin bir değerleri yok. Muhteşem görünmek, muhteşem dekorlarda yaşamak zorundalar hep. Hep genç kalmalılar. Başarıya ulaşmak için kötü şöhret ve paraya, ya da bunun görüntüsüne kavuşmalılar. Oraya nasıl ulaşacakları konusu ise zerrece önem taşımıyor.
Kültürümüzün ahlaki açıdan hiçbir değer tanımayan nihilizmi, diğer insanların aşağılanmalarını, acılarını, zaaflarını ve yenilgilerini röntgenlemeye ruhsat veriyor. Eğitim, yerel örgütlenme, dürüstlük, şeffaflık ve paylaşım gibi vasıflar, demokrasi ve etiğin muazzam bir çarpıtmaya uğratılması sonucunda, herhangi bir reality show’da alay konusu olmanıza ve yarışmadan atılmanıza sebep olacaktır. Para ödülü ya da gelip geçici bir şöhret şansı için yarışan rakipler, istenmeyenleri "gözden kaybetmeyi” seçerler. “Amerika’nın Yeni Top Modeli Kim Olacak” yarışmasının her bölümünün sonunda jenerik geçerken, o bölümde elenen kadının da “aile albümünden” yani grup fotoğrafından silindiği ekranda görülüyor. Yarışmadan atılanlar, en azından televizyon izleyicilerinin gözünde bir “yokkişi” oluyor. İyi ya da kötü reklamla kamuoyunun ilgisini çekmeyi artık başaramadıkları görülen ünlüler, birden buhar olurlar. Bu programların bize öğrettiği şu: Hayat, katışıksız bir rekabetten ve kâzip bir şöhret ve ilgi peşinde koşuşturmaktan ibaret, acımasız bir dünyadır. Ayrıca hayat, bize karşı çıkanları kişisel olarak aşağılamaktan ibarettir. Kazananlar, en iyilerdir. Kaybedenlerse silinmeyi hak eder. Başarısızlığa uğrayanlar, çirkinler ve yoksullar küçümsenir ve alaya alınır. Emtia kültüründe insanoğulları kullanılır, aldatılır ve bir kenara atılır; Jackson'ın yaşam öyküsü de hemen hemen bundan ibaret, şöhretinde dirilişe denk düşen birşey yaşamış olsa da, bu gene de böyle. Bu, onun müziğinin satışları ve babası Joe Jackson’ın yeni plak şirketi için de gayet iyi oldu muhtemelen; babası onun ölümünden sonra halka açık etkinliklerde bu yeni şirketin tanıtımını yapmayı hiç ihmal etmedi zaten. İnsan meta olduğunda, merhamet, kabiliyet, zekâ ve dayanışma gibi niteliklerin hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmaz. Şöhret sahibi olamayanlar, para ödülü kazanamayanlar ya da Wall Street şirketlerinde milyonlar yapamayanlar, başlarına gelecekleri haketmişlerdir zaten.
Jackson'da ete kemiğe bürünen kendine tapınma olgusu, aslında tüm kültürümüze hükmediyor. Bu kült, psikopatlara özgü klasik karakter özelliklerinin neredeyse tümünü bağrında barındırır: sathi bir cazibe, büyüklenme ve kendini önemseme, daimi bir tahrik etme ihtiyacı, yalan dolana ve manipülasyona meyletme, pişmanlık ve suçluluk duyma becerisinden yoksunluk. Jackson, düzmece evliliklerinden başlayıp erkek çocuklarla şüpheli ilişkilerine varıncaya kadar, bu niteliklerin tümüne sahipti. Bu, aynı zamanda şirketlerin teşvik ettiği bir ahlak anlayışıdır da. Azgın kapitalizmin etik anlayışı. Bu, kişisel yaşam tarzının ve kişisel ilerlemenin bireysellikle karıştırılması ve bunların demokratik eşitlikle aynı şey olduklarına dair edinilmiş yapayanlış bir kanaattir. Bu, öz karşısında görüntünün kutsanmasıdır.
“Ben” tapınağında, neyi arzuluyorsak onu elde etme hakkımız vardır. Para kazanmak, mutlu olmak ve şöhrete kavuşmak için her şeyi yapabiliriz; dostlarımız da dahil olmak üzere, etrafımızdakileri küçümseyebilir, onları mahvedebiliriz. Şöhret ve para bir kere elde edildiler mi, kendilerinin mazereti ve ahlakı olurlar artık. Oraya nasıl varıldığının zerrece önemi yoktur. Ülke ekonomisini bile-isteye tarumar eden; emekliliklerini veya çocuklarının üniversite eğitimlerini finanse edebilmek için hisse senedi satın almış on milyonlarca küçük hisse sahibinin parasını çalan Wall Street bankalarıyla yatırım şirketlerini bize hediye eden de işte bu sapık etik anlayıştır. Bu şirketlerin yöneticileri, televizyonda başarılı olmak uğruna yalanlar kıvıran, rakiplerini kandırıp aldatan ‘reality show’ galipleri gibi, yüz milyonlarca dolarlık tazminat ve bonusları götürüp, tereyağından kıl çeker gibi işin içinden sıyrıldılar. Wall Street ahlakı, şöhretler dünyasının ahlakıdır.
Jackson'ın ölümünün medyada bizler doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yayınlanması, aldatmacalar âlemine topluca kaçışımızın bir örneği. Onun hayatının önemsiz detaylarına kafayı takmamız, kendi hayatlarımızın umutsuzluğunu, anlamsızlığını ve boşluğunu gizliyor. Bu saplantı, gittikçe artan sosyal adaletsizliğin, büyüyen eşitsizliklerin, pahalı emperyalist savaşların, ekonomik çöküşün ve siyasi çürümenin önümüze getirdiği ahlaki soruları sormamızı engeller, başımızı başka tarafa çevirmemizi sağlar. Statü, servet ve şöhret peşindeki çılgın koşu, Jackson'un ruhunu parçaladığı gibi, bizim de ruhlarımızı paramparça etti ve ekonomimizi mahvetti.
Ünlülerin şöhreti, gerçek gücü ellerinde tutanların –yani şirketlerin ve oligarşik elitin- kimliklerini maskelemeye yarar. Ve biz, ekonomik ve siyasi bir bataklığa gitgide gömülür, Büyük Buhran’dan daha da büyük bir sefalet ve yıkım getirecek bir krize doğru paldır küldür yuvarlanırken, Platon’un mağarasının duvarlarında oynaşan gölgeler tarafından kontrol ediliyor, yönlendiriliyor, meşgul ediliyoruz. Şöhret kültürünün gölge oyunu sadece bizi eğlendirmek için yaratılmadı. Bu kültür, duygularımızın özsuyunu kurutmak, kendi kimliğimiz hakkında kafamızı allak bullak etmek, içine düştüğümüz açmazdan kendimizi suçlamamızı sağlamak, şöhret ve mutluluk yanılsamaları peşinde koşmaya bizi şartlamak ve nihayet, onlara direnip karşı koymamızı engellemek için tasarlandı. En nihayetinde, bütün bu Jackson yayını, ölmekte olan bir kültürün dikkatini, gişede hasılatı beklemekte olan uluyan kurttan uzaklaştıracak bir başka bayağı ve zevksiz gösteriden ibaretti.
Açık Radyo
30.07.2009
--------------------------------------------------------------------------------
İngilizce aslından Türkçeye çeviren: Açık Radyo ekibi
|