hurkus
|
İzmir - Nuray Mert
İzmir’de DTP konvoyuna saldırı olayından bu yana, İzmir üzerine söylenmeyen kalmadı. Söylenenler arasında olayı serinkanlılıkla anliz etmeye, anlamaya çalışanlar var ama, tartışmanın merkezine yerleşen gayret bu değil. Aslında, yine herkes söylemek istediğini İzmir üzerinden söylemeye, İzmir üzerinden kavga etmeye devam ediyor. Dahası, İzmir’de olanlar, Türk-Kürt meselesi ötesinde, laik-muhafazakar çatışmasının alanı haline geldi.
İzmirliler kızmasın ama, ben öteden beri, ‘bir medeniyet kalesi olarak İzmir’ muhabbetinden hoşlanmam. İzmir’in şehirli, kozmopolit kültürünü hiçe saymak adına değil ama, ‘öteki’nin taşralılığının, köylülüğünün altını çizmek için bunu öne çıkarma gayretini sevmem. Dahası, bu tavrın sınıfsal boyutu beni rahatsız eder. Nitekim, bu boyut Kürtlere karşı tavrı anlamak açısından da önemlidir. Hatırlayanınız varmı bilmiyorum ama yıllar önce, bir TV programında (Siyaset Meydanı), İzmir’e göçen Kürtler dolayısı ile konu gelip, ‘roka’nın ne olduğunu bilmeyen Kürt manavın orada ne işi olduğuna’ kadar varmıştı.
Şimdilerde, bunlar unutuldu, konu salt bir Türk-Kürt çatışması eksenine oturdu, o ayrı bir sorun. Diğer taraftan, konu İzmir olunca, sağ-muhafazakarlar, ‘bir medeniyet kalesi olarak İzmir’ iddiasına karşı ötedenberi ‘Gâvur İzmir’ diye özetledikleri öfkelerini allayıp, pullayıp tedavüle sokma imkânı buldular. ‘Hani İzmir medeni, çağdaştı, bu mu medeniyet?’ diyenlerin asıl meselesi budur.
Asıl mesele bu olmasaydı, DTP’lilere PKK ile bağlantı üzerinden öfke kusanları yadırgayanların, Kürt açılımına girişen partilerinin, yerel seçimlerde, rakibini köşeye sıkıştırmak için, PKK ile bağlantılı olduğu temasıyla propaganda yapan Ankara Belediye Başkanı adayına da tepki göstermeleri gerekmezmiydi? O aday, bu propaganda ile seçimi aldı, başkenti yönetiyor. Aynı partinin mensupları ve destekçileri, İzmir’de olanların ardından ‘neler oluyor bize?’ edebiyatı yapıyor. Kusura bakmasınlar, hiç ikna edici değiller.
Aynı şey, açılıma karşı tepkiler muhalefet partilerine yarıyor diye, bunları kısa yoldan Ergenekon kışkırtması olarak ‘kriminalize’ etmeye çalışmak gayreti için de geçerli. İktidarın, Kürt açılımı veya demokratik açılıma alan açmak için ve onun ötesinde toplumsal barışı riske etmemek adına, tepki diye arbede ortamı oluşmasına karşı sıkı durması son derece tabi ve gerekli.
Ancak, ‘tepki’ adıyla ‘arbede’ peşinde koşmak toplumsal barış adına ne kadar riskli ise, ‘arbede’ diye yaftalayıp ‘tepki’leri savuşturmaya çalışmak da o derece riskli. Kürt açılımı veya demokratik açılım dediğimiz süreç, ince ve özenli bir toplumsal ikna ve barışma süreci olarak yönetilmediği sürece sarpa saracak. Tam da bu nedenle, bu sürecin, ilkesel ve samimi bir dil tutturması lazım.
Halihazırda izlenen yol, ‘bizimkiler yapıyorsa iyidir, bir bildikleri vardır’ diyenleri çoğaltmak gerisini susturmak mantığı ile şekillenmiş gözüküyor. Aklı pekala demokratik açılıma yatabilecek insanların bir kısmının ‘iktidar yapıyorsa kötüdür’ diye karşı çıktığı, diğer bazı insanların ise, aklı bu işlere hiç yatmadığı halde ‘bizim iktidar yapıyorsa iyidir’ desteklediği bir açılımın geleceği yok, olamaz. Mesele, bu ortamı dönüştürebilmek. Aksi takdirde, gün gelir, biri diğerini, gün gelir, diğeri onu PKK yandaşı olmakla suçlar, berabere kalınan maçta söz biter, sopalı kavga başlar. Bu gidiş, bu nedenle iyi bir gidiş değil.
Radikal
01.12.2009
|