Peace Time
|
Yunanistanda Türk dölü, burda Rum gavuru görülerek dıslanmısların müziği:
REMBETİKO
Mutlu ŞAHİN
Rebetiko dinlerken ille de Yunanca bilmek gerekmez, acı ve hasret öylesine belli eder ki kendini. Pek çok şarkıyı da Türkçe söylerler, ya da her iki dilde.
“Rebetis” isyan (rebel) ya da ehlileştirilemeyen demektir..
Rebet burjuva tarzından nefret eder. Rebet dövüşçüydü. Rebet bıçak kullanmasını bilirdi. Rebet argo konuşurdu. Rebet livatacıydı. Rebet, haksızlığa uğrayanları korurdu. Kısaca rebet, topluma meydan okurdu...
Paris ve Marsilya milieu’sü ya da Mafya veya Camorra ile aynı çerçeveden bakılarak değerlendirilemez. Rebetlerin kökleri istanbul’un meşhur kabadayılarına (καπανταήδες) dayanır…
2010 yılı, Rebetiko müziğinin “Diva”sı İstanbul doğumlu Roza Eskenazi’nin ölümünün 30. yıl dönümü. 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında ortaya çıkan bu müzik türüne damgasını vurmuş bu güçlü kadının yaşamı tek kelimeyle özetlenecek olursa bu kelime “tutku” olur.
32 yaşındaki İsrailli yönetmen Roy Sher, “Benim Tatlı Kanaryam” adlı yeni belgesel film projesinde, Rebetiko’ya adanmış bir yaşamdan, Roza Eskenazi’nin yaşamından yola çıkarak bu tutkunun öyküsünü anlatıyor…
Yönetmen Sher israil’li bir gazete ile yaptığı söyleşide diyor ki;
Film iki ana eksende ilerliyor. Birincisi müzik tutkusunun peşinden giderek hayatı boyunca bu yolda büyük bedeller ödemiş bir kadının, Roza’nın yaşam öyküsü - ki bu öykü aynı zamanda 20. yüzyılda bu bölgedeki yaşamı da birçok yönüyle sembolize ediyor-; ikinci eksen ise müzikal eksen. Filmde üç müzisyenin yolculuğuna tanık oluyoruz. İsrailli bir ud ve buzuki ustası, İngiliz-Kıbrıs kökenli bir şarkıcı ve Türk bir kemancı, Roza’nın şarkılarının yer alacağı bir konser vermek üzere yola çıkarlar. Bu üç müzisyenin ilk tanışmalarından başlayarak yaptıkları provalara, Türkiye ve Yunanistan’daki Rebetiko müziği çalınan mekânlarda verdikleri konserlere tanık oluyoruz. Ayrıca bu yolculuk süresince yerel Rebetiko müzisyenleriyle Roza’nın bu müzik türünün gelişmesindeki etkisi üzerine söyleşecekler ve birlikte Roza’nın şarkılarını söyleyecekler.
Roza’nın öyküsü ile ilgili beni heyecanlandıran ve esinlendiren iki temel nokta var. Birincisi, müziğe ve aşka olan tutkusu ile, hayatı boyunca tutkuları uğruna ödediği bedeller… Ailesini ve evini küçük yaşta terk edişi, ilk ve tek oğlundan vazgeçmek zorunda kalışı, evli bir adamla aşk uğruna beraber oluşu, kariyerinde yükselip üne kavuştuktan sonra düşüşü… Film için yaptığımız araştırmalarda mezarını Korint Körfezi’nde küçük bir köyde bulduk; başında bir mezar taşı bile yoktu… İsminin yazılı olduğu bir haç, küçük bir fotoğraf ve bir tutam toprak.
İkinci olarak, Roza’nın öyküsünün bu bölgenin kadınının 20. yüzyıldaki durumunu iyi ifade ettiğini düşünüyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü, savaşlar, göç ve Holokost…
Roza’nın yaşamından geriye çok az belge kalmış ama arkasında çoğu Yunanca ve Türkçe 500’e yakın şarkı bırakmış. İnanılmaz olan ise yazılmalarının üzerinden 80 yıl geçmesine rağmen hala birçok ülkenin gencinin bu şarkıları söyleyip onlarla dans etmeleri. İşte bu Roza’nın gerçek mirası.
Roza, 19. yüzyılın sonlarında İstanbul’da doğdu. Onun anadili Türkçe ve Ladino’ydu. Müzikal anlamda zamanının Türk müzisyenlerinden etkilenmiş olması yüksek bir ihtimal. Yaşamının büyük bir kısmını ise oradaki yerel kültürü ve dili öğrenmeye çalıştığı Yunanistan’da geçirdi.
Roza’yı tanıyan bir adamdan öğrendiğim ilginç bir anekdotu da bu noktada paylaşmak isterim: Yaşlılığında fakir ve hasta olan Roza, gittiği çeşitli küçük tavernalarda 2–3 bardak Uzo’dan sonra Türkçe şarkılar söylemeye başlarmış.
Roza, İstanbul’da doğdu. Konuşmayı ve dinlemeyi burada öğrendi. Buraya ait yerel müziği ve sesleri dinleyerek büyüdü. 19. yüzyıl sonlarında İstanbul’un kozmopolit yapısının içinden gelmiş olmanın, yaptığı seçimleri ve ilerde vereceği kararları etkilediğini söyleyebiliriz.
Filmin büyük bir bölümü istanbul’da çekilecek. Bu sahnelerle izleyicinin deneyimlemesini amaçladığım en önemli şey, Roza’nın büyüdüğü şehrin kültürel ve sosyal atmosferinin etkisi. Bu şehrin sesi, tadı ve kokusu… O dönemde burada Yahudi Cemaati’nin bir parçası olmanın sosyal karşılığı…
Film, Haziran 2010’da tamamlanacak. 2010 yılı aynı zamanda Roza’nın ölümünün 30. yıldönümü. Daha önce bazı Türk televizyon kanallarıyla irtibat kurduk ancak bu teşebbüs sonuçsuz kaldı. Umarım ilerleyen zamanlarda Türk kültürünün de önemli bir parçasını yansıtan bu yolculuğa Türkiye’den destek buluruz.
Yönetmen Roza ve Skinazi Ailesine ait ellerinde herhangi bir bilgi varsa kendisiyle paylaşmaya davet ediyor istiyor. Roza, Avraham ve Vida’nın (veya Flora) kızı olarak Sara Skinazi adıyla doğdu. Nisim ve Sami adında iki ağabeyi vardı. Babasının 19. yüzyılın sonlarında İstanbul’da bir depolama tesisi olduğunu biliyoruz. Skinazi ailesi 20. yüzyılın başında Selanik’e taşındı.
Roza’ya ve onun İstanbul’daki yaşamına dair paylaşmak istediklerinizi roysher@walla.com adresine e-posta atarak bu projeye katkıda bulunabilirsiniz… (İsrail Şalom)
Evet bu müziğin anavatanı bir yerde Anadolu, İzmir ve İstanbul ön planda ve Yunanistan ile Türkiye arasında Türkiye Cumhuriyeti’ni ilanen müteakip 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan "Lozan Ahali Anlaşması" ile yaşanan ZORUNLU GÖÇ sonrasında bir yerde transfer edilen müziğimizdir diyorum çünkü bu müzik tarzını Yunanistan'a götürenler önceleri bizim Rum vatandaşımızdı. Marmara ve ege bölgesi ağırlıklı karadeniz ve kısmen iç anadolu bölgemizden zorla göç ettirilen yaklaşık birbuçuk milyon Rum'un (oralardan gelen dörtyüz bin kadar Türk) yaşamları gerçekten yürekler acısıdır. Gittikleri yerde zor şartlar altında yaşayan bu insanlar kültürlerini de tabii ki beraberinde götürmüşlerdir .Rebetiko müziği önceleri Yunanistan'da batakhanelerde esrarkeşler tarafından söylenilen -dinlenilen bir müzik olmuş, müzisyenlerin bir çoğu polis takibatına uğrayıp hapse atılmışlardır. Rebetiko müziğin Yunanistan da yayılmasında iki büyük sanatçı Markos VAMVARAKİS ve Vasilis TSİTSANİS isimli buzuki ustaları öncülük etmişlerdir. O zamanın İzmir'den göç eden iki gözde ismi Roza ESKENAZİ ve Marika adındaki (Costas FERRİS'in 1984 yılında Berlin'de ödül alan filminde hayatı canlandırılan rembetika sanatçısı) kadın sanatcılardır. Rebetiko müziği doğdukları topraklara hasret kalan ve topraklarını zorla terk etmek zorunda kalan insanların,vatan hasretlerini, feryatlarını, çektikleri acıları müziğe yansıtanların müzik tarzıdır. İkinci sınıf insan muamelesi gören, yaşamları için hertürlü kirli işe bulaşan bu insanlar isyanlarını bu yolla duyurabilmişlerdir. Türkiye'den giden insanların müzik yaptıkları bu yerlere Amane Kahveleri denilmekte idi. Yoğunlaştığı bölge PİRE, LARİSSA, ATİNA VE SELANİK'tir. Amane kahvelerinde şarkı söyleyen Roza Eskinazi gibi sanatçılar şarkılarını söyler, tef çalarken oynadıkları, TSİFTETELLİ yani ÇİFTETELLİ idi. Rembetiko'nun baş dansı ise ZEİMBEKİKO yani ege yöresinin ZEYBEK dansına benziyen türüdür. Bugün Yunanistanda yürümeye başlayan çocuktan, ayakları tutan her yunanlıya kadar ZEİBEKİKO'yu herkes bilir ve oynar.tabak çanak bu dansta kırılır. Uzo'nun aksine yunanlılar daha çok şarap tüketirler.retzina diye değişik bir şarapları vardır. Müziklerinde ud ,keman, lavta, kanun, bağlama, cura gibi saz aletlerini kullanırlar, makamlardan uşak, hicaz, nihavent, rast ne varsa geçerler. Bu müzik türünün öncüleri İzmir çıkışlı Rumlar'dır. Mikro Asya ya da küçük asya diye bir araştırma kurumu hemen hemen herşeyi araştırmaktadır. Bizler maalesef vurdumduymazız. Karagöz/Hacivat oynatıyorlar. Horon tepiyorlar, Baklava bizim diye daha dün gazetelerde iddialarını okumadık mı? En iyisi şimdi ben önce Stelios KAZANCİDİS'in sesinden "Uzun yıllar bekledim Hakikat oldu rüyam" sonra Glykeri'nın , George Dalaras ile verdikleri "Küçük asya Konserini" ya da aynı konserde dalaras'ın 10 bin kişiye bir ağızdan söylettiği sevgililer günü için cura ile pek de güzel icra edip söylediği S'AGAPO-Sevgilim/seni seviyorum gibi anlamları içeriyor-dinleyip bir duble de iki yakanın insanları için rakı içeyim…
Rembertiko. Türkiye'deki evlerinden "gidin yunan gavurlari" diyerek surulen, yunanistan'a alışayim derken "pis gocmenler, turk dölusünüz siz" diyerek orada da kabul görmeyen insan toplulugunun acilarini, cilelerini anlattigi müziktir. En genel anlamda izmir kokenlidir diyebiliriz. underground (Yer altı) bir müzik olarak gelismesine ragmen ki sözlerinden de anlasildigi gibi esrar ve bela bu insanlarin basindan eksik olmaz, iki tarafin da muzigini etkilemistir…
Büyük toplumsal yıkımlar yalnızca acı, önyargı, düşmanlık ve tüyler üroertici anılar mı yaratırlar? hayır! birde sarkılar kalır geriye, sarkılar taşınır bir yerden ötekine; yükte hafif değerde ağır. iste 1922 olayları sonrasında yaşanan mübadele yıllarında kapadokya'dan izmir'e dek türlü kentlerde yaşayan yüzbinlerce rum,(anavatan) demelerine karşın bir türlü kaynaşamadıkları yunanistan'a taşındılar gemi gemi, gemiler de sarkılardan başka şey yer yoktu. göztepeliyi, alaçatlıyı öven sarkılardan başka...
Yunanistanda Türk dölü, burda Rum gavuru görülerek dıslanmısların müziğidir...
Bir Rembetiko Şarkısı;
kaigomai-kaigomai
otan genniete o anthropos, enas kaimos genniete
ki otan funtoni o polemos, to aima den metriete
kaigome, kaigome, rixe ki allo ladi sti fotia
pnigome, pnigome, peta me se thalassa vathia
orkistika sta matia su, pu ta ’cha san vaggelio
tin macheria pu mu ’dokes na su tin kamo gelio
kaigome, kaigome, rixe ki allo ladi sti fotia
pnigome, pnigome, peta me se thalassa vathia
ma si vathia stin kolasi tin alisida spase
ki an me travixis dipla su, evlogimenos na ’se
kaigome, kaigome, rixe ki allo ladi sti fotia
pnigome, pnigome, peta me se thalassa vathia
insan doğduğunda,
bir dertle doğar,
savaş şiddetlendiğinde,
kan ölçülemez
yanıyorum, yanıyorum, ateşe daha fazla yağ dök
boğuluyorum, boğuluyorum, beni derin denize at
gözlerinin üstüne yemin ettim,
ki onlar benim için bir incil gibiydi
bana vermiş olduğun bıçak yarasını
sana bir gülücük yapayım
yanıyorum, yanıyorum, ateşe daha fazla yağ dök
boğuluyorum, boğuluyorum, beni derin denize at
fakat sen cehennemde derinde,
zinciri kır,
ve eğer beni yanına çekersen
kutsanmış olursun
yanıyorum, yanıyorum, ateşe daha fazla yağ dök
boğuluyorum, boğuluyorum, beni derin denize at
|