hurkus
|
Sol içi “şiddeti” eleştirir görünürken, sol içi “nefret”... - Ömer Ağın
Halil Berktay’ın Taraf gazetesindeki köşesi, Türkiye solunun tam da Halkların Demokratik Kongresi’ne hazırlandığı bir sırada, tipik bir Aydınlık zihniyetiyle sol içi “şiddeti” eleştirir görünürken, sol içi “nefret” duygularını kamçılamaya yol açtı.
Halil Berktay’ın “iyi ki konuşmuşum” demekte ısrar ettiğini görüyoruz. Bu da onun bu tartışmayı, Başbakan gibi bir “dil sürçmesi” sonucu başlatmadığını gösteriyor. O Türkiye solunun HDK çatısında birleştiği bir sırada, “eski nefret”i “hortlatıyor”.
Nitekim daha şimdiden, örneğin eski Kurtuluşçu, şimdi Troçkist Doğan Tarkan, bir yandan Berktay’ın “1977 1 Mayısı ile ilgili solu suçlayan” tavrını eleştiriyor; ama sonra onun açtığı tuzağa kendisi düşüyor. Kurtuluşçuların o dönemde katliama “iki şabloncu çizgi çanak tuttu” dediğini söylüyor. “Hepimiz bu katliamı yapan devlete fırsat verdik” diyemiyor. Ben hem 1976 hem de 1977 1 Mayısı’nda TKP’nin gençlik bürosu ve İGD’nin 1 Mayıs çalışmasını yürüten birkaç kişiden biriydim ve bu çalışmayı DİSK adına 1 Mayıs çalışmasını yapan komiteyle koordineli çalışıyorduk. O zaman TKP’nin Gençlik Bürosu’nun örgütlenmeden sorumlu üyesiydim. Olaylı geçen ve sayısız kişinin ölümüne neden olan 1977 1 Mayısı’nda pamuk eczanesinin yanındaydım. Bütün olayı çıplak bir biçimde gördüm.
Bana kalırsa Berktay’ın “açtığı yolda” yürümek doğru olmayacak. Doğru tutum, Doğan Tarkan’ın mensubu olduğu grubun da etkisinden kurtulamadığı “sol içi şiddet” olgusuna soğukkanlı ve bilimsel bir yöntemle bakmaktır.
Sol içi şiddet, devletin ve faşist unsurların sosyalistlere karşı yürüttüğü “silahlı” saldırıya “silahla karşılık verme” pratiğinin ve bu pratik içindeki örgütsel bölünmelerin bir “yan ürünüdür”. Her an polis sızmalarına karşı büyük bir gerilim içinde olan illegal silahlı örgütlerde hepsi de “silahlı” olan insanlar arasında en küçük “anlaşmazlıkların”, çok basit bir polis kışkırtmasıyla, ya da kariyerist ve hırslı birisinin teşvik etmesiyle, anlaşmazlığın tarafları arasında güven duygusunun yıkılması sonucu içine düşülen “deşifre olma” korkusuyla ellerin silahlara yönelmesi için küçük bir kıvılcım yeterli olur. Örgütler o dönemde birbirinin içinden çıkmıştır. THKP-C’de birlikte çalışanlar, kısa zamanda birbirine rakip örgütlerde yer almıştır. Bu, THKO için de geçerlidir. TİKKO için de.
Uluslararası komünist hareketindeki bölünmeye göre konumlanan TKP ve Maoist gruplar arasındaki “şiddet”, yalnız “illegal ve silahlı” pratiğin ve “rekabetin” sonucu ortaya çıkmamıştır. Çin-Sovyet ihtilafı, 1970’lerde artık her iki taraf açısından da “sol içi” bir ihtilaf özelliğini kaybetmişti. Bu iki devlet ve onların müttefikleri birbirlerini “düşman” olarak ilan etmişlerdi. Çin Halk Cumhuriyeti, ABD’yi değil Sovyetler Birliği’ni “asıl baş düşman” olarak görüyordu. Bu bölünme dünya çapındaydı.
Ancak, mücadelenin “illegal ve silahlı” yoldan yürümediği ülkelerde, örneğin Avrupa’nın kimi ülkelerinde, bölünme “silahlı şiddet”e büyük ölçüde yol açmazken, mücadelenin “illegal ve silahlı” bir özellik kazandığı ülkelerde “sovyetik” gruplarla, “maoist gruplar” arasındaki ihtilaf “şiddet”e yol açmıştır. Sovyetler’in desteklediği ve Küba’nın ordusuyla harekete geçtiği Portekiz sömürgesi Angola’da iş, MPLA ile Unita arasında kanlı savaşlara kadar varmıştır. Bizzat Sovyetler Birliği ile Çin arasında sınır ihtilafları mevzi de olsa sınır çatışmalarına yol açmıştır. Örnekler arttırılabilir.
İşte Türkiye’de TKP ile Maocu gruplar arasındaki şiddet olayları ancak bu uluslararası ortam hesaba katılarak analiz edilebilir. Böyle bir uluslararası bölünmenin Türkiye’deki taraflarının aynı zamanda “illegal” olduğunu ve devletin şiddeti karşısında adım adım “silahlandığı”nı da hesaba katarsanız yaşananları kolayca anlayabilirsiniz. “İki şabloncu çizgi” denilenler birbirini “düşman” sayıyor ve çatışıyorlardı. Onların dışında kalanlar ise hem birbirlerini “sol” sayıyor, hem birbirleriyle çatışıyorlardı.
Burada Maocuların ya da TKP’nin ya da diğer çatışanların “rezilliğinden” değil, “soğuk savaş” koşullarında yaşanan tarihsel bir trajediden söz etmek gerekir. Türkiye’de hem Maocular, hem de TKP’liler bir “rezilliğin” değil, çok ciddi nedenlerle ortaya çıkan bir “trajedinin” kurbanları olmuştur. Burada bir “rezillikten” değil, Ekim Devrimi’yle başlayan bir çağın emperyalizm karşısında içine adım adım sürüklendiği ve ancak çok ciddi bilimsel araştırmalarla anlaşılabilecek büyük “yenilgisinden” söz ediyoruz.
Ve şimdi insanlık, dün birbirlerini düşman sayan Maoist ve Sovyetik eski kuşaklar da için de, Sovyet ve Çin devriminin uğradığı yenilginin acısını yaşıyor.
Ve dünün eski Maoistleri (Perinçek’le yolunu ayırmış Aydınlıkçılar da içinde) ve Sovyet yanlıları, dün çatışan eski Kurtuluşçu ve Devrimci Yolcular, darbeye kadar “sol içi şiddetten uzak durmuştu”. Pek çok eski Dev-Solcu ve pek çok Troçkist ve anarşist bugün Halkların Demokratik Kongresi’nde omuz omuza küresel emperyalizme ve Türk emperyalizmine karşı mücadele ediyorlar. Onlar aralarındaki geçmiş düşmanlıkları Kürt Özgürlük Hareketi’yle birleşerek ve böylece “masa başında” ve “laf düzeyinde” yapılan “özeleştirilerden” kıyas kabul etmez biçimde etkili bir özeleştiriyle “sol içi şiddet” suçunun sonuçlarını ortadan kaldırıyorlar.
HDK bileşenleri Berktay’ın tuzağına düşmediler. Bunun en somut örneği geçtiğimiz günlerde HDK tarafından Mecidiyeköy kapalı otopark üstünde yapılan toplantı oldu. BDP’nın, solun tüm parçalarının, kadın hareketlerinin, çevrecilerinin birlikte yaptıkları “anayasa çalışmaları” toplantısı oldu. Zengin içeriklerle yapılan konuşmalar ve dostane yaklaşımlar demokrasi güçleri arasında yeni bir sürecin yol almaya başlandığını gördük. Bu, “sol içi şiddet ve düşmanlaşma tarihinin” aşıldığına dair en inandırıcı kanıt değil midir?
Ömer Ağın
|