hurkus
|
Gençlik demokrasiyi sevmiyo... - Yıldıray Oğur
1930’da Menemen olayını protesto için Beyazıt’ta toplanan Darülfünun öğrencilerinin ellerindeki pankartta “Gençlik Kara Kuvvetleri Gerçek Demir Pençedir” yazılıydı. Protesto için sokağa çıkan Uşak Türk Ocağı üyesi gençlerin ise “Sarığı ve cüppeyi onların kanlarıyla boyayacağız” diye yemin ettiklerini yazıyor gazeteler.
4 Aralık 1945 günü ellerinde baltalar, balyozlarla Cağaloğlu’ndaki “rejim düşmanı” Tan Matbaası’na, solcu yayınevlerine, kitapçılara saldıran kalabalık biraz yukarıdaki İstanbul Üniversitesi’nin amfilerinde toplanıp yürüyüşe geçmiş üniversite öğrencileriydi.
Varlık Vergisi’ne destek gösterilerinde de, 6-7 Eylül Olayları’ndaki Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin mitinglerinde de önde hep üniversite gençliği vardı. Taksim’de Yunanca gazete yakanlar da, Patrikhane’nin kapısında toplananlar da, Atatürk’ün evi yakıldı haberi üzerine İstiklal Caddesi’ne doluşanların da başını üniversiteli rejimin bekçisi gençler çekti.
Demokrat Parti iktidarında da gençliğin rejim bekçiliği rolü değişmedi. 1957 yılında Nurcuların faaliyetlerini kınayan ülkenin en büyük üniversite gençliği örgütü olan Milli Türk Talebe Birliği’nin açıklamasında şöyle deniyordu: “Türk gençliği olarak milli beka ve saadetimizi tehdit edecek bir şekilde memleketimizin muhtelif yerlerinde irticai hareketlerin meydana çıkması münasebetiyle duyduğumuz nefret ve intikam hissi sonsuzdur.”
27 Mayıs’a zemin hazırlayan bir ay önceki İstanbul-Ankara Olayları’nda askerlerle el ele mitingler yapan üniversite gençliğiydi. Darbeciler o mitinglerde yüzlerce üniversiteli gencin öldürülüp, kıyma makinesine atıldığı kara propagandasıyla darbeye kamuoyu desteği sağlamaya çalıştı. Kaybolan gençleri aramak için kampanyalar düzenledi. Bulamayınca da tankın üzerinde konuşma yaparken paletlere ayağı takılıp ölen, sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği için vurulan altı protestocu genç resmî törenle Anıtkabir’e bile gömüldü.
60’ların devrimci üniversite gençliği Atatürk’ün gerçek emanetçilerinin kendileri olduğunu savunuyordu. Eski Demokratlara seçilme yasağı kaldırılınca, İstanbul’daki AP binasını taşlayanlar üniversiteli öğrencilerdi. O yılların devrimci üniversiteli gençleri Samsun’dan Anıtkabir’e yürüyor, bu görevi onlara Atatürk’ün verdiğini anlatmak için Gençliğe Hitabe, Bursa Nutku okuyordu.
Onları özgürlük değil, bağımsızlık, demokrasi değil, devrim heyecanlandırdı. Demokrasiyle “Cici Demokrasi” diye dalga geçtiler, ordu-gençlik el ele sloganıyla Milli Demokratik Devrim’e yürümeyi sevdiler.
Ordunun ilericiliğine o kadar inanmışlardı ki solu ezip geçecek 12 Mart muhtırasının ilk günlerinde devrimci üniversiteli öğrenciler adına TMGT Genel Başkanı Bozkurt Nuhoğlu ve Türk Devrim Ocakları Genel Başkanı Ahmet Güryüz Ketenci Genelkurmay’a tebrik telgrafı bile çekmişti. Muhtıradan birkaç gün sonra, Deniz Gezmiş’in yakalandığı gün, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü’nün şu sözleri yer alıyordu gazetelerde: “Muhtıra durumu tesbit bakımından doğru ve olumludur. Çözüm yolu parlamento değildir. Eğer toprak reformu, dış ticaretin devletleştirilmesi, Amerika ile olan ilişkilerimizin yeniden gözden geçirilmesi konularında kararlı iseler, biz bütün gücümüzle Silahlı Kuvvetlerin yanında olacağız.”
O Silahlı Kuvvetler bir süre sonra mahkemede savunmasını Bursa Nutku’yla yapan, Atatürk’ün yolunda gittiklerini söyleyen gençleri idam etti.
Ama üniversiteli öğrencilerin silah aşkı bitmedi. Ülkücüsü, devrimcisi, Maocusu, Akıncısı binlercesi hangi totalitarizm daha iyi kavgasında birbirini öldürdü. Dünyanın Jandarma’ya marş yazmış tek solu Türkiye’den çıktı:
“Jandarma biz sosyalistiz
Dostuz yalnız biz sana
Kurtuluşun bizimledir
Elini uzatsana.”
70’lerin üniversiteli öğrencilerini Turan fikri, Arnavutluk modeli bile heyecanlandırdı ama demokrasi heyecanlandırmadı. Hindistan Komünist Partisi’nin lideri Çaru Mazumdar’ın ağaları köy meydanında oraklarla öldürme stratejisi bile sempatizan buldu (hem de Robert Kolej’de) ama liberal fikirler bulamadı.
10 yıl önce mezun olduğum ODTÜ, neredeyse her panelin ortasında ayağa kalkan öğrencilerin “Bizler” diye başlayan robotik bir ses tonuyla kurulmuş ezbere cümlelerin sonunda “seni burada konuşturmayız” diye olay çıkardığı, Atatürkçülerin çağırdığı DİSK başkanını solcuların dövdüğü, Liberal Düşünce Topluluğu kurmak isteyen öğrencilere Rektörlüğün Atatürkçü Düşünce Topluluğu’nun alt birimi olarak çalışmalarını teklif ettiği bir okuldu. Pek bir şeyin değişmediği anlaşılıyor.
Bugün Türkiye’de sağdan soldan en demokrasi karşıtı, en totaliter, en komplocu fikirler en çok üniversitelerde örgütlüdür. Orta Anadolu’nun küçük bir şehrinde rahatlıkla yapacağınız siyasi bir paneli, en yüksek puanlı üniversitelerden birinde olaysız tamamlamanız neredeyse bir mucizedir. Anadolu şehirlerinin fikir özgürlüğünün en az olduğu alanları “ele geçirilmiş” üniversite kampuslarıdır. En tahammülsüz, en kötü soruların sorulduğu televizyon tartışmaları üniversitelerden canlı yayınlananlardır.
Çünkü üniversiteler Türkiye’de sınıf atlamanın en kestirme yolu hâlâ. Bu yüzden üniversite öğrencileri kendilerini cahil toplumun seçilmiş, aydınlanmış elitleri olarak görmekteler. Bu kibrin demokratlıkla pek işi olmayacağı açık.
Bugün Türkiye’nin siyaseten en gerici sınıfı maalesef üniversite öğrencileridir.
Bu büyük başarıda emeği geçen herkesi tebrik etmek gerekir.
yildirayogur@gmail.com
Taraf
30.12.2012
|