Türkiye artık barış için sesini yükseltmeli

03 Kasım 2010 01:58 / 1711 kez okundu!

 


Arka arkaya bir dizi önemli gelişme yaşandı. Önce Taksim’deki bomba. Bazıları hemen PKK’yi suçlamaya başladılar. Bazıları ise doğrudan PKK’yi olmasa dahi PKK içindeki “söz dinlemeyen” unsurları suçladılar. Oysa “eylemsizlik” süresi henüz bitmemişti ve PKK veya “söz dinlemeyen” unsurlar böyle bir eylem yapmazdı.

Şimdi kimin bu işin arkasında olduğunu öğrenmek önemli. Çünkü, hangi siyasi eğilim, ya da örgüt(!) Taksim’deki bombayı patlattıysa barışı engellemeye çalışan o örgüt, o siyasi eğilimdir. Onlar barışçı gelişmeleri sabote etmek isteyenlerdir.

Şimdi bu örgütün ne olduğunu, neyi açıkladığını dikkatle izlemeliyiz. Çünkü açık ki, savaştan yana olanların, milliyetçi ve ulusalcıların bir örgütlenmesi.

İkinci önemli gelişme Kandil Dağı’ndan geldi. Koma Ciwaken Kurdistan (KCK) / 'Kürdistan Topluluklar Birliği' Yürütme Kurulu Başkanlığı, yani PKK, “eylemsizlik sürecinin”, yani ateşkesin seçimlere kadar uzatıldığını açıkladı. Aynı açıklamada Taksim eylemi ile hiçbir ilişkilerinin olmadığı kesin bir dille ifade edildi.

KCK Yürütme Kurulu Başkanlığı’nın açıklaması “eylemsizlik” kararı ile birlikte bir dizi talebini de dile getirdi. Bunlardan birisi de Kürt hareketinin önderi Abdullah Öcalan’ın muhatap alınması ve müzakerelerin başlamasıydı.

Üçüncü önemli gelişmeyi Demokratik Toplum Kongresi ( DTK) Eşbaşkanı Aysel Tuğluk ilan etti. İmaralı’dan, Öcalan ile görüşmesinden dönen Tuğluk, Öcalan’ın 'müzakerelerin başladığını' söylediğini açıkladı. Böylece KCK’nın eylemsizlik kararının yanı sıra öne sürdüğü taleplerden birisi ve belki de en önemlisinin yerine geldiğini söyledi.

Bu gelişmelerle birlikte bir kere daha Anayasa referandum sonuçlarına dönmek zorundayız...

Referandumda, 'hayır' oyu çağrısı yapan ulusalcı sosyalistler 13 Eylül ile birlikte neredeyse trafik kazalarından bile 'Yetmez ama Evet'cileri suçlayacak hale gelmişlerdi. Oysa referandum, bir dizi başka olumlu gelişmenin yanı sıra barış sürecine ciddi bir katkı yapmıştı. Bu gözle görülür bir hal de almıştı artık.

Bazıları evet diyen yüzde 58’i 'bilinçsiz', 'sürü' gibi olmakla suçlarken, bazıları da yüzde 58’in aslında 'yüzde 42 olduğunu' kanıtlamaya çalıştı. Bunlar oldukça ilginç ve komik iddialardı.

Bazı 'ulusalcı sosyalistler' ise; bütün güçleri ile hayır diyen yüzde 42’nin 'solcu' olduğunu anlatmaya çalıştı. MHP oylarına sol diye bakan, Cumhuriyet mitinglerinde “ordu göreve” sloganları atan CHP tabanını, üç büyük kentin en zengin ilçelerinde ve mahallelerinde çıkan çok yüksek hayır oylarını benimseyen ulusalcı sosyalistler 'Yetmez ama evet' oyunun önemini elbette göremediler.

YA 'HAYIR' OYLARI KAZANSAYDI...

Eğer referandumdan 'hayır' kazanarak çıkmış olsaydı bugün barış konusunda nerede olurduk?.. Büyük olasılıkla bugünlerde bir CHP-MHP koalisyonuna gidecek, erken seçime hazırlanıyor olurduk. Öcalan’ın idam edilmesini isteyenler, savaşın devamını isteyenler ve hatta Güney Kürdistan’ın işgalini isteyenler iktidara hazırlanıyor olacaktı. Ulusalcı sosyalistler ise; onlara yaranmak için yeni politikalar geliştiriyor olurlardı.

Ateşkes sona ererdi ve savaş yeniden derinleşerek başlardı. Ölü sayısı hızla artardı. Bir kenardan birileri Öcalan’ın idam edilmesi için tamtam çalmaya başlardı.

Oysa; esas olarak Orta Anadolu’da, MHP’ye ve onun savaştan yana politikalarına oy veren büyükçe bir seçmen kitlesinin yön değiştirmesi ve savaşa karşı tutum alması ile evet oyları, bu denli yüksek çıktı.

'Yetmez ama Evet' tutumu ise bir yandan Kürt illerinde boykot derken, bu tutumunu Batı'da yüzbinlerce bildiri ile kitlelere anlattı. İnsanların evet oyu vermesini isterken, anayasa değişikliğinin yetersizliğini de vurguladı. Yetmez ama Evet büyük yığınları etkiledi, harekete geçirdi, politize etti, bu nedenle hükümet dahi referandumun yetersizliğini kabul etmek ve bunu belirtmek zorunda kaldı.

Hayır oyu çağrısı yapan ulusalcı sosyalistler şimdi barışa giden sürecin gelişmesinden sonra ne diyecekler? Doğrusu ciddi bir merak konusu. İçlerinden bazısı Kürt hareketini açıkça emperyalistlerin oyuncağı olarak görüyor, Ahmet Türk’e yumruk atan faşisti 'emekçi' olarak benimsiyor, diğerleri de bu tutumları ya görmemezlikten geliyorlar ya da benimsiyorlar. Hepsi birden 'ulusların kendi kaderini tayin hakkı'na karşı çıkıyorlar, bu hakkın artık geçersiz olduğunu söylüyorlar. Bakalım barışa doğru birkaç adım daha atılmışken daha neler söyleyecekler. Ulusalcılıkları onları nereye doğru sürükleyecek?..

Sosyalistler ise; barış konusunda Kürt hareketi gibi düşünüyor. Kürt hareketinin fedakarca ilan ettiği eylemsizlik kararı karşısında, AKP hükümetinin yetersizliğini vurguluyorlar. Şimdi Türkiye’den, yaygın söyleyişle Fırat’ın batısından, güçlü ama gerçekten çok güçlü, yüzbinlerin, milyonların barış sesini yükseltmelerinin zamanıdır...


Doğan Tarkan

03.11.2010


Son Güncelleme Tarihi: 10 Kasım 2010 09:43

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.