Sanat ve ölüler
21 Eylül 2015 21:09 / 2143 kez okundu!
Ölüm, dağlarda, denizlerde, çöllerde, yerin yedi kat altında ya da üstünde, nerede olursa olsun insanları bir kılan en önemli gerçeklik. İnsanlar ölümle birlikte eşitleniyorlar. Sonsuz adaleti sadece ve sadece ölüm elinde tutuyor.
Ölüm adil; ama hayat değil. İnsanların nasıl öldükleri ise hayata dahil. Kimi insanlar dingin uykulara daldıkları yataklarında, kimi insanlar azgın motorların üzerlerine saldırdığı karayollarında, kimi insanlar yerlerinden edildikleri dünyada bir yer bulabilmek umuduyla doluştukları teknelerin gömüldüğü denizlerde, kimi insanlar vahşetin doruğa ulaştığı savaş alanlarında can veriyorlar. Dünya sadece bir kan gölü değil; aynı zamanda devasa bir mezarlık. Ölüm artık hayata daha önce hiç olmadığı kadar yakın ve ölüler olanca suskunluklarıyla hiç olmadığı kadar gözlerimizin önündeler.
Ölülerin sesi yoktur; ölüler konuşamazlar. Ölenlerin yakınları ise çoğu kere kederin ve yasın sessizliğine gömülürler. Ne zaman ki acılı bir ağıt, toprağı, suyu, ateşi yalayıp gökyüzüne yükselir; işte o zaman ölülerin sesi yeniden duyulur. O ağıt ki bir sanattır. Ölülerin hikâyesini az da olsa sanat anlatabilir ancak.
Sanat ölülerin hikâyesini anlatmaya kalkıştıkça susturulmaya çalışılır. Ölüm yazıcıları ya da ölümü erklerini yaratıp meşrulaştıran sıradan bir eyleme dönüştürmüş olanlar, hiç durmaksızın ölülerin sesi olmanın kaygısını duyan sanata vururlar. Onlara sanatın bir eğlence olduğunu vehmeden ve ölüm var olduğunda sanatın yok olması gerektiğini düşünenler katılır. Hepsi birden sanatın üzerine çullanırlar. Egemen düzen gibi onun tarafından normalleştirilmiş dünyalarında sahte bir huzurla yaşayanlar için de sanat, ya isyankâr ya çıplak ya gereksiz ya da anlaşılmazdır. Bazıları için sanat daima karalanmak zorundadır; çünkü sanat ölülerin neden öldüklerini dile getirdiğinde, huzurun sahteliği onun içinde sonsuz bir güvenle yaşayanların yüzlerine vurulmuş olur. Sayısız yalanın üzerinde yükselen insan uygarlığı, gerçekliği kolay kolay taşıyamaz; çünkü sanat değilse de gerçeklik çıplaktır; ölüler çıplak...
Sanat gerçeklikten, yani olup bitenden, anlamını kökten yitirmiş sonsuz bir hengâme içinde yaşanan hayattan, kederli ölümden, zalimlikten, insanı sömüren, tüketen, insanlıktan çıkaran düzenden bağımsız bir olgu değil. İçselleştirilmiş, hayatın ve o hayatı yaşama biçiminin özü kılınmış, biçimsel indirgemeyi ve sahne ışıklarının öznesi olmayı reddetmiş sanat, tam da kötücül bir hengâmenin her şeyi görünmez kıldığı zamanlarda ortaya çıkar; çıkmalı... İyi sanat (kötü olup iyi görüneni, sahte olup gerçek görüneni de var; daima oldu, hep de olacak) şunu söyler:
"Ben buradayım ve olup bitenin yüzüne bakmaya, anın gerçekliğini dile getirmeye, insanın elinden umarsızca kayıp giden zaman ve çalınan hayat adına kalıcı bir kayıt tutmaya cesaret ediyorum."
Sanat, bu yüzden susturulmaya çalışılır; sanatın sahnesi bu yüzden karartılır; dünyanın çoğu kez gerçeklikle yüzleşmeye tahammülü olmadığı için... Sanatın sesi duyulmaz kılındığında, ölüler ile onların ölümleri yüzünden acı çekenlerin seslerinin bir keder denizine gömülme ihtimalinin nasıl da çoğalacağını bilenler ve umanların sayısı hiç de az olmadığı için...
Emel KAYIN
15.09.2015