Vizyondan yeni bir film ve usta bir yönetmen
12 Mayýs 2009 23:37 / 2014 kez okundu!
Yeðinboy, bu hafta eþcinselliðini saklamadan bir devlet kadrosunda üst düzey yöneticiliðe seçilen ve tüm Amerikalýlarýn kahramaný olan Harvey MILK'i ve yönetmen Francis Ford Coppola'yý anlatýyor. Ýyi seyirler...
MILK
ÖZGÜR AMERÝKA’NIN ARKA YÜZÜ
YÖNETMEN: GUST VAN SANT
OYUNCULAR: SEAN PENN, EMILE HIRCH, JOSH BROLIN, JAMES FRANCO
Milk, Amerikan polisinin ellili, altmýþlý yýllarda barlara baskýn yaparak eþcinselleri tutuklamasýný gösteren arþiv görüntüler ile baþlýyor. Ardýndan Harvey Milk’in bir mutfak masasýnda öldürülmesinden sonra yayýnlanmak üzere yaptýðý ses kaydýyla devam ediyor. Milk, daha iþin baþýnda kendisini normal bir ölümün beklemediðini bilmektedir. Hemen izleyen sahnede yine arþiv görüntüye geçilerek Harvey Milk’in öldürüldüðü açýklanýr. Seyirci daha ilk beþ dakikada sonunu bildiði bir hikayeyi izleyeceðini anlar. Yönetmen Gus Van Sant ilk yarým saatlik bölümde zaman içinde sýçrama yapan belgesel yapýsýnda anlatýmýyla öyküyü belirli bir noktaya taþýyor. Bu bölüm sonrasý normal kronolojik sýrayý izleyen öykü, dramatik yapýsý ön plana taþýnan bir anlatýmla devam ediyor. Hedef tam on ikiden vuruluyor: Öykünün gerçekliði vurgulandýktan sonra seyirciyi bir belgesel izliyor hissinden kurtuluyor ve olayýn içine giriyor.
Harvey Milk, kýrklý yaþlarýnýn baþýnda sevgilisi Scott (James Franco) ile San Fransisco’da Ýrlanda Katolik aðýrlýklý bir iþci mahallesi olan Castro’ya taþýnýr. Burada açtýðý Castro’s Camera adýndaki fotoðrafçý dükkaný baþlangýçta çevredeki muhafazakar dükkan sahipleri tarafýndan tepki ile karþýlanýr. Bir eþcinselin açtýðý dükkandan rahatsýz olurlar. Bir süre sonra eþcinsellerin mabedine dönüþen Castro’s Camera mahalledeki diðer dükkanlarýn da satýþlarýnýn artmasýna neden olur. Ýþbirliði yapmayan, hoþgörü taþýmayan dükkanlar kepenklerini indirmek zorunda kalýr. Hatta batmakta olan bir bira markasý Milk ‘ten yardým ister ve kurtulur. Bu da kapitalizm her zaman herkesle iþ birliði yapabilir tezine güzel bir göndermedir. Buradan itibaren Milk’in hayalini kurduðu eþcinsel haklarýný korumak, onlarýn hayatlarýný meþru kýlmak için yaptýðý siyasi mücadeleyi; þehir konseyine seçilen ilk bilinen eþcinsel olmasýný ve öldürülmesine kadar yaþamýný anlatýyor .
Özgürlükler ülkesi olarak anýlan Amerika’nýn baþta politikacýlar olmak üzere eþcinsellere normal bir yaþam sürmeleri karþýsýnda yaptýðý kýsýtlamalar gözler önüne seriliyor. Onlarý þeytan olarak nitelendiren kadýn politikacý Anita Bryant, kamusal alanda iþ kýsýtlamasý, eþcinsel öðretmenlerin görevden uzaklaþtýrýlmaya çalýþýlmasý, sosyal aþaðýlamalar arþiv görüntüler ile destekleniyor. Ve þehir belediye amiri katil Dan White sorunlu, içine kapanýk silik bir karakter olarak çiziliyor. Eski polis, muhafazakar, ekonomik sorunlarýndan bahseden, depresif White Josh Brolin’in mükemmel performansý ile öykünün en önemli karakterlerinden birisi oluyor. Kýsa rol süresine raðmen iç dünyasýný kusursuz yansýtýyor Brolin. Önce Demokrat Vali George Moscone’u ve sonra Milk’i öldüren White’ýn yargý sürecine filmde yer verilmemiþ. Bir çok þiddet eylemlerine sahne olan bu süreç White’ýn komik sayýlabilecek bir yargýlama sonrasý beþ yýl gibi minimum bir ceza almasý ile sonuçlanýr.
Bu yýl Sean Penn’e ikinci Oscar ödülünü kazandýran Harvey Milk performansý tek kelime ile muhteþem. Dýþ görünümü, karaktere kazandýrdýðý derinlik ile sinema tarihinin en iyi performanslarýndan birisi ortaya çýkmýþ. Dustin Lance Black’in özgün senaryosu ise zor ve daðýlabilecek bir biyografiyi mükemmel toplamasý alkýþý hak ediyor.Son yýllardaki alternatif sayýlabilecek, küçük bütçeli filmlerden sonra Gus Van Sant’den unutulmaz olacak bir film daha.
***
DESTANSI FÝLMLERÝN YÖNETMENÝ: FRANCIS FORD COPPOLA
Bazý filmler yönetmenlerinin adýyla da özdeþleþir. Sinemayý eðlenceden öte görmeyen ortalama seyirci bile bu filmler vasýtasýyla yönetmenlerini tanýr. Jaws ve Steven Spielberg, Yýldýz Savaþlarý ve George Lucas örneklerinde olduðu gibi… Baba ve Coppola da birbirlerini çaðrýþtýran film/yönetmen eþleþmelerinin baþýnda gelir. Bir yönetmenin geniþ kitleler tarafýndan tanýnmasý þüphesiz filmin giþe baþarýsýna baðlýdýr. Francis Ford Coppola, genç yaþta Baba üçlemesi ile sinemada kazanýlacak her þeyi kazanýrken, Amerikan Sinema Akademisi de dizinin ilk filmini tüm zamanlarýn en iyi 100 filmi arasýnda ikinci sýrada gösteriyordu. Coppola’nýn yönetmen olarak baþarýsý bir gangster filmini türünün bilinen kliþeleri içine hapsetmeden, karakterleriyle, müziðiyle, entrikasýyla destansý, soylu bir anlatýma dönüþtürmesinden kaynaklanýyordu. Bu anlatým tarzý Coppola‘nýn kanýnda var olan bir hücre, bir gen adeta. Babasýnýn klasik müzik bestecisi ve orkestra þefi annesinin ise bir aktris olmasýnýn getirdiði genetik bir özelliktir belki. Baba Carmine daha sonralarý oðlunun birçok filminin müziðini yapar veya yapýlmasýna yardýmcý olur. UCLA Üniversitesinin Sinema bölümünde eðitim gördükten sonra ilk filmlerini amatör olarak yapar, daha sonralarý yönetmen Roger Corman’ýn yanýnda çalýþmaya baþlar. Kýsa zamanda film bitirmesiyle tanýnan Corman’ýn yanýnda pratiðini arttýran Coppola, onun yardýmýyla da ilk uzun metrajý Dementia 13’ü çeker. Bu arada senaryo çalýþmalarýnda Is Paris Burning? , Patton gibi birinci sýnýf filmlere katkýda bulunur. 1966 yýlýndan baþlayarak çektiði ve giþede fazla ilgi görmeyen You’re a Big Boy, The Rain People, Finian’s Rainbow onun genç yetenekler arasýnda yer almasýna yol açar. Büyük bir proje için beklentisi Paramount Þirketinden Albert Ruddy’nin kendisini aramasýyla gerçekleþir. Ruddy, Mario Puzo’nun The Godfather romanýnýn sinemaya uyarlanmasýnda kendisine yönetmenliði teklif eder. Mario Puzo senaryoyu da kaleme alýrken Marlon Brando’yu Don Corleone rolü için düþünmüþtür. Sayýsýz telefon konuþmasýndan sonra Brando’yu ikna etmeyi baþarýr. Puzo daha sonra Coppola ile senaryoyu bir kez daha baþtan elden geçirir. Coppola otuzlu yaþlarýnda senaryosunu yazdýðý, yönettiði The Godfather-Baba ile sadece kendini kanýtlamakla kalmayarak, Brando dýþýndaki genç Al Pacino, Robert Duvall, James Caan, Diana Keaton oyuncularýn da yýldýz mertebesine yükselmesine yardýmcý olur. Coppola o yýllarda düþüþ yaþamakta olan klasik gangster türüne destansý bir anlatým, epik bir atmosfer vermeyi baþarýr. Coppola bir söyleþisinde çekimlerden önce Baba’yý kral ve oðullarý gibi düþündüðünü söyler. Öyle de gerçekleþtirir. Bir mafya filminde aileyi ön plana taþýrken bireyleri arasýndaki iç dinamiði müthiþ yansýtýr. Aralarýnda baðlýlýk, dürüstlük, hiyerarþi, iþlerinde sarsýlmaz bir sistem vardýr. Mafya eylemleri onlarýn iþidir; bu konuda olabildiðince etik ve disiplinli davranýrlar; örneðin ahlaken sakýncalý gördükleri için uyuþturucu iþine girmezler. Bir þekilde Amerikan Rüyasý’nýn bir parçasýdýrlar. Ýyi yaptýklarý bir iþte baþarýlý olup iktidarý ele geçirmiþlerdir. Filmin ‘Amerika’ya inanýyorum’ repliðiyle baþlamasý, Michael Corleone’nin (Al Pacino) 2.Dünya Savaþýndan yeni geri dönmesi toplumsal aidiyeti göstermesi açýsýndan tesadüf deðildir. Coppola, klasik bir mafya-polis mücadelesi yerine seyirciyi Corleone ailesinin dünyasýna sokup özdeþleþeceði kahramaný da bu çevreden seçmesini mecbur kýlar. Bu Puzo’nun ‘karakterleri iyi adamlar olarak yazdým’ demesini haklý çýkartan bir yaklaþýmdýr. Aslýnda Baba, karakterden çok Don adýyla tanýmlanan koltuktaki liderin öyküsüdür. Bu makam bir dokunulmazlýðýn bir iktidarýn sembolü olarak üçlemenin her birinde baþroldedir. Film 1972 yýlýnda en iyi film, Brando en iyi aktör, Coppola ise en iyi uyarlama senaryo Oscar ödülünü kazanýyordu.
Tarihin en baþarýlý devam filmi olarak gösterilen ‘Baba 2-The Godfather 2’ Coppola’nýn ününü perçinliyordu. Bu kez Coppola baba Vito Corleone‘nin gençlik ve yükseliþini, oðul Michael Corleone’nin yükseliþ ve düþüþünü birbirine paralel iki öykü olarak anlatýr. Film yirmili yýllarýn New York’u ve ellili yýllarýn Vegas’ý arasýnda sýçrayarak geçer. Michael (Pacino) aile içinde ortaya çýkan çatlaklar, politik baskýlar, Küba’daki karanlýk iþler arasýnda düþüþe geçmiþ bir liderdir. Mafya ailesi olmanýn çok da imrenilecek bir yaný yoktur artýk. 1974 Oscar ödüllerinde yine en iyi film ve bu kez en iyi yönetmen dalýnda kazanýr. Üçüncü ve son bölüm 1990 yýlýnda gerçekleþir. Artýk yaþlanmýþ Michael Corleone gençleri suçtan ve mafya gibi organizasyonlardan uzak tutmaya çalýþmaktadýr. Bu arada Vatikan ile olan maddi baðlarý ve yeðeni Vinnie (Andy Garcia) ile kýzý Mary’nin (Sophie Coppola) gönül iliþkisi gibi sorunlarý vardýr. Üçüncüyü en unutulmaz kýlan final bölümündeki cinayet ve opera müziðini üst üste bindiren dramatik sekanstýr. Coppola üçlemeyi bir hayraný olduðu opera dramasýnda bitirir.
1975 yýlýnda çektiði Konuþma - The Conversation küçük bir baþ yapýt olarak tarihe geçer. Gene Hackman’ýn mükemmel performansýyla o yýllar için bilinmeyen bir gerçek olan iletiþim ve baþkalarýný dinleme alanýndaki ürkütücü geliþmeleri perdeye taþýr. Ayný yýl Watergate Skandalýnýn patlamasýyla film gerçek yaþamdaki irdelemesini yaþar. Hackman’ýn içine düþtüðü paranoyayý Antonioni filmlerini anýmsatan tekinsiz ve yalnýz bir atmosferde yansýtýr Coppola.
Baba üçlemesinin ilk ikisinin baþarýsýndan baþý dönmüþ olarak mega projelere yönelir. Hayal ettiði her þeyin ayný baþarýyý tekrarlamasýný bekler. Vietnam filmleri arasýnda özel bir yere sahip ‘Apocalypse Now-Kýyamet’ yaþamýnda gerçekleþtirdiði en stresli, en çýlgýn proje olur. 12 milyon dolar bütçe çerçevesinde hazýrlanan proje 3o milyona, yönetmenin üç yýlýna, giþede büyük bir baþarýsýzlýða mal olur. Filipinler’de 34 ay süren çekimler sonrasýnda yaklaþýk 500 kilometre film materyali ile ülkesine döner. Bu arada çekimler esnasýnda tayfun, sýtma ve uyuþturucu gibi birçok sorunla mücadele etmiþtir. Joseph Conrad’ýn Karanlýðýn Yüreði romanýndan esinlenerek Vietnam’a uyarladýðý bir kendini arayýþ, yeniden doðuþ öyküsüdür. Savaþýn ruhen yýktýðý Yüzbaþý Willard birliðiyle Kamboçya’ya geçip vahþi bir kabilenin baþýna geçmiþ Albay Kuntz’u bulup yok etmekle görevlendirilir. Gerilim dolu nehir yolculuðu albayýn gizemli yaþantýsýný sürdürdüðü yere ulaþtýrýr. Seyircinin özdeþleþebileceði kahraman barýndýrmayan, katýksýz bir savaþ karþýtý olan film müzik ve görüntülerinin uyumuyla yer yer bir operayý andýrýr.
Coppola’nýn sonraki projeleri büyük baþarýlardan uzak kaldý. Sonraki iki müzikal filmi ‘One From Heart’ ve ‘Cotton Club’ eleþtirmenlerin olumlu yaklaþýmlarýna raðmen seyircinin içini ýsýtmaktan uzak kaldýlar. 1983 ve 1984 yýllarýnda yaptýðý iki gençlik filmi ‘Dýþardakiler-Outsiders’ ve ‘Siyam Balýðý- Rumble Fish’ yine bir öncekiler ile ayný kaderi paylaþtýlar. Siyah beyaz çektiði Siyam Balýðý varoluþçu felsefesi ve gelecekte her biri yýldýz olacak oyuncularýnýn varlýðýyla çok geçmeden bir kült filme dönüþtü.
Peggy Sue Evleniyor(1986), High School romantizmini fantastik unsurlar ile harmanlayan daha çok Kathleen Turner’ýn karizmasýndan destek alan bir film olarak fazla dikkat çekmez. Tucker (1987) ise hayallerinin peþinden giden ve en iyi otomobili yapmaya hayatýný adayan, sonunda sistemin kurbaný olan Preston Tucker’ýn gerçek yaþam öyküsünü anlatýrken Coppola kendisiyle paralellik çizen bir karakteri resmediyordu. Her iki filmde Coppola’dan beklenenlerin uzaðýna düþen küçük ölçekli filmler olarak kalýr.
1990’da Baba’nýn üçüncü ve son bölümüyle silkelenen usta yönetmen 1992’de þanýna uyan bir Dracula filmiyle yine klasýný gösterir. Bram Stoker’s Dracula yazarýn orijinal eserinden uyarlanan; set tasarýmý, efektleri, makyaj çalýþmasýyla çarpýcý bir gösteriye dönüþmüþ ürkütücü, erotik, modern bir vampir filmi olarak yönetmenin sinematografisine kazýnýr.
Sonraki yýllarda sinemanýn hep içinde kalan yönetmen yönettiði ‘Yaðmurcu-The Rainmaker’ ve’ Jack’ dýþýnda ‘Jeepers Creepers’, ‘Kinsey’, ‘Lost in Translation’ gibi filmlerin prodüksiyonunda yer alýr. Aralýk ayýnda Amerika’da gösterime giren son yazdýðý ve yönettiði ‘Youth Without Youth’ oldukça iyi eleþtiriler ile karþýlandý. Tüm yapýmcýlýk çalýþmalarýný 1968’de kurduðu prodüksiyon þirketi American Zoetrope çatýsý altýnda sürdüren Coppola geçmiþin baþyapýtlarýný da hiçbir ticari menfaat beklemeden tekrar eþeleyerek gün ýþýðýna çýkartýyor. Örneðin sessiz sinemanýn baþyapýtlarýndan olan Napoleon (1927) veya Kurasawa’nýn Kagemusha’sýnýn tekrar gösterime girmesini saðlar ve Amerika daðýtýmýný üstlenir.
Belki her zaman baþarýlý olamadý fakat her zaman hayallerinin peþinde koþmaktan vazgeçmedi. Amerikan sinemasýnýn yetiþtirdiði en sýra dýþý simalardan birisi Coppola. Sinema onun yaþam þekli oldu ve olmaya devam edecek.
Emin Yeðinboy
13.05.2009