Erdoğan iç savaş mı istiyor - Taner Akçam
17 Haziran 2013 11:08
Geçen haftaki yazımı, “Erdoğan direnirse ne olacak? Bu az da olsa bir olasılık. Ciddi bir güç kirlenmesi yaşayan Erdoğan’ın, işleri bildik siyaset tarzı ile götürmeye devam edeceği ileri sürülebilir. Ama o zaman kendisi ile birlikte ülkeyi de batırır. Nereye gideceği belli olmayan bir yere yuvarlanırız”, diye bitirmiştim. Bugün itibarıyla bu yuvarlanma başlamıştır.
Herkes gibi ben de, direnişçilerle yapılan görüşmelerle işin çözüldüğünü zannettim. Hükümet geri adım atmıştı. Direnişçiler her ne kadar tuhaf bir “burada kalıyoruz” açıklaması yaptılarsa da Gezi’yi nasıl boşaltacaklarını konuşmaya başlamışlardı.
Biraz siyasetten anlayanlar, parkın artık boşaltılması gerektiğini dillendirmeye başlamışlardı. Ve muhtemelen hükümet bir gün daha beklese idi park boşaltılacaktı. Erdoğan da biliyordu bunu. O hâlde niye bir gün beklemedi? Ve niye saldırı emri verdi?
Tek bir açıklaması var. Erdoğan, Gezi eylemini, özellikle Dayanışma’nın “devam” kararı ile birlikte kendi varlığına yönelik bir tehdit olarak gördü ve öyle okudu. Kendine göre bir var olma savaşı başlattı. Tuhaflık şu ki, bu tutumu ile, hesapta olmayan bir şeyi seçenek hâline soktu. Erdoğan, 2000’li yıllardan bu yana, sivil asker bürokrasinin vesayetine karşı ülkenin ilk uzun soluklu ve başarılı sivil direnişini örgütleyen ve askerin siyaset üzerindeki vesayetini kıran liderdir. Gezi eylemini bu kodların içinden okudu ve “eski düşmanlarının” kendisini devirme hamlesi olarak gördü.
Ama yanıldığı ve muhtemel iktidarını kendisine kaybettirecek nokta da bu. Hatta bunun da ötesinde, bu yanlış okuma ülkeyi tamamıyla anlamsız bir iç savaşa bile götürebilir. Çünkü bu okuma, bu topraklarda son yüzyılda oluşmuş derin fay hatlarını harekete geçirmeyi hedefliyor. Erdoğan, İslami ve laik kesimler arasındaki derin yarığa oynuyor. Tehlikeli olan bu. Deprem, iç savaş kaçınılmaz olabilir.
Türkiye son 10 yıldır askerî otoriter bir rejim olmaktan demokratik bir topluma doğru eviriliyordu. Bu evrilme, iki büyük sivil direniş sayesinde idi. Sivil direnişin birincisi İslami, ikincisi laik kesimlerin içinden çıkmıştı. İlkinin başını AKP, ikincisinin başını ise dünün kreş çocukları çekiyordu. Ama biri birini takip eden bu sivil direnişler, Türkiye’nin yüz yıl boyunca oluşmuş derin kültürel bölünmüşlüğünü de yansıtıyordu.
Her iki sivil direnişin taşıyıcıları, toplumu dönüştürme işine önce kendilerini değiştirerek başlamışlardı. Ama her iki taraf da, diğer kesimin iç dönüşümünü Takiyye veya komplo olarak görmeyi tercih etti. Nasıl ki laik kesim, İslami kesimin iç değişimini anlamadı, şimdi de İslami kesim laik kesimde yaşanan iç değişimi anlamıyor. Taraflar, birbirlerini içinden çıktıkları eskiye benzetmeyi çok seviyorlar. Laik kesimin 10 yıldır suçlama olarak yönelttiği “şeriatçı” tekerlemesi ile AKP’nin şimdi başlattığı “28 Şubat” tekerlemesi arasında fazla bir fark yok. Ve en tehlikelisi de bu anlamama nedeniyle, kültürel fay hatlarının giderek öne çıkacak olması.
İslami kesimin sivil direnişi basitçe “ülkeyi seçilenler yönetir ve seçimle gelen seçimle gider” biçiminde özetlenebilir. Laik kesim bu cümlenin sivil ve devrimci özünü anlamadı ve anlaması da mümkün değildi.
Son bir iki yıldır birinci direniş dalgasının sonlarına gelmiştik. Bu sonu en iyi ifade eden ise, AKP’nin, gerilettiği askerî otoriter rejiminin zihniyet kalıplarını aynen devam ettirmesi idi. Erdoğan’ın çok sık kullandığı “benim vatandaşım”, “benim memurum” cümleleri ya da üstüne vazife olmadığı hâlde, Taksim’e ne yapılacağına karşıması bu otoriter zihniyetin sıradan göstergeleri idi.
Çünkü hepimiz biliyorduk ki, bu Cumhuriyet kuruluşundan bu yana, Boğaz’daki bir restoranın bile kimin tarafından işletileceğinin Ankara’daki iktidara bağlı olduğu bir sistem ve zihniyet tarafından yönetiliyordu. Ha Atatürk, ha Tayyip fark etmiyor. Değişmesi gereken bu. Yerel yönetimleri güçlendirmeden, insanları karar verme süreçlerine katmadan hiçbir sorunu çözemezsiniz. Esas olan bu yapısal dönüşümdür, gerisi fasa fisodur.
İkinci sivil direniş dalgası tam da bu noktada gündeme geldi. Hem geleneksel laik kesim hem de AKP’de somutlaşan bu otoriter, vatandaşı sıradan kul zanneden zihniyeti hedef aldı. AKP bu sivil dalgayı anlamak yerine, eski laiklerin kendi sivil direnişine verdiği tepkiye benzer tepkiler verdi, veriyor. AKP’nin sivil direnişini anlamamak geleneksel laik kesimin siyasi sonunu hazırlamıştı. Aynı tehlike şimdi AKP’yi bekliyor.
Ama tehlikeli olan şu: toplumdaki geleneksel fay hatları çok güçlüdür. AKP’nin germesi ile, insanlar saflaşmayı demokratik hak ve özgürlükler ekseninde değil, asırlardır şekillenmiş kültürel kodlar üzerinden yapmaya başlayacaklar. Eğer bir an önce özgürlükler ve demokratik katılımcılık ekseninde uzlaşma sağlanmaz ise, anlamsız bir iç savaşa sürükleniriz. Dış güçler mi? Elbette bunu kullanırlar, niye kullanmasınlar ki; kendi enayiliğimizin başkası tarafından kullanmasından şikâyet etmeye hakkımız yok. Enayiliğimize son verelim yeter.
Taraf
Son Güncelleme Tarihi: 17 Haziran 2013 14:21