Erdoğan kalbimi kırdı - Tuğba Tekerek
16 Temmuz 2013 14:16
Uzun süredir suskun kalan ünlü yazar Perihan Mağden, Gezi olayları ve siyasetle ilgili yazmadıklarını anlattı
Perihan Mağden “Görüştüğüm beş on arkadaşım varsa, şu an üçe bölünmüş durumdalar. Gezi olayları dostlukların son günü oldu. Ciddi bir demokrasi sınavı oldu” diyor. Biz de tam bu yüzden onunla söyleşi yapmak istemiştik. Gezi, daha önce yanyana duran entelektüellerin her birini bir yana savurdu, acaba o şimdi nerede duruyor acaba, diye merak etmiştik. Uzun süredir konuşmayan ünlü edebiyatçı Gezi ve Türkiye siyasetiyle ilgili çarpıcı tesbitlerini Taraf ’a anlattı.
Gezi eylemlerini kimisi hükümeti antidemokratik yollarla devirme çabası olarak görüyor, kimisi 80 darbesinin bitişi... Siz nasıl görüyorsunuz?
Gezi olaylarının içinde çok çok temiz ve güzel bir damar var. Bir kere şehirlilik adına çok haklı bir reaksiyon var. Taksim çok sembolik bir yer, insanların kendini özgür hissettiği ve genç kuşağın hakikaten kendini var ettiği bir yer. Dünyanın her tarafında öyle yerler vardır ve olmalıdır. Ama Recep Tayyip Erdoğan’ın şehirle ilgili tasavvurlarının artık bütün şehri bir ahtapot gibi kaplar hale gelmesi beni inanılmaz endişelendiriyordu. Ben kışlaya bile razıyım. Çok daha büyük korkularım var şehre dair...Mesela üçüncü köprü; gerçekten şehrin ciğerlerinin katledilmesi demek. Kanal İstanbul dediğim anda, bak, tüylerim diken diken oluyor. Benim için bunlar çok daha büyük tehlikeler. Bu kadar eski, değerli, dünyanın en güzel şehrine bir çizik atacağım gibi bir şey bu projeler; kadının yüzüne bir çizik atacağım. Ben İstanbul’u hep güzelliğini asla bozamayacağın bir kadın, mermer bir heykel olarak düşünürüm. O Kasımpaşalılık’ta bir jilet atma arzusunu görüyorum. Erdoğan’ın bu gemlenemez arzuları Gezi’de, başından tutulursa zapturapt altına alınırsa bu çok çok olumlu bir şey olacak diye düşünüyorum.
Erdoğan’ın arzuları ne vakit gemlenemez bir hâl aldı?
Recep Tayyip Erdoğan hasta olduğunu anladığı zaman, neredeyse aynı ay içinde annesini kaybetti. Erdoğan, mama’s boy, tam anlamıyla annesinin kuzusu... Annesine aşırı derecede düşkün bir çocuk ve haftada bir mezara gidip annesiyle konuşuyormuş. Ben Erdoğan’ın o zamandan itibaren ölümlülüğü sorguladığını ve bunun psikolojisinde bir shift yarattığını düşünüyorum.
Nasıl bir shift bu?
Ondan önce de dünyanın en başkalarına saygılı, uyumlu ve toleranslı insanı değildi ama annesinin ölümüyle birlikte şöyle bir Erdoğan çıktı: Dünyaya özellikle İstanbul’a bir damga vurmak, bir iz bırakmak istiyor. Çamlıca’ya dev bir cami dikildiği gün, tabii bunlar çok psikanalitik yorumlar, sanki gökyüzüne bakıp “Anneee, bak oğlunun camisine” diyecek. Kışla da öyle. Belki Taksim’de en büyük hayali bir camidir. Sanki gökyüzündeki anneye, onun inanışına göre cennetteki anneye, İstanbul’dan çok büyük, çok grandiyöz işaretler yollamaya çalışıyor. “Oğlunu görüyor musun anneciğim, bak bunu da yaptım” deme gibi bir psikoloji içine girdiğini düşünüyorum. Erdoğan’ın şehre müdahalesiyle ilgili böyle bir okuma yapılabilir. Sultanlara has çok büyük ve çok kalıcı değişiklikler yapma arzusu var. Ama bizim rızamızı sormuyor ve “Aldığım oy bana yeter kardeşim” diyor.
Arkasında yatan böyle psikolojik nedenler olabilir. Ama siyasi açıdan “Bana oy verenlerin iradesini ben böyle yansıtıyorum” demeye hakkı yok mu?
Öyle gerekçelendirmek zorunda. Bir yandan da hakikaten totaliter bir liderle karşı karşıya değiliz. Bu nedenle eleştirilerin şirazesinden çıkması Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan’ın Esed’den farkı yok” demesi benim adalet anlayışımı rencide ediyor. Bu adam, bizim seçtiğimiz bir başbakan. Fakat görev tanımının sınırlarını giderek giderek giderek esnetmeye ve bütün Türkiye’yi kendi iktidar bahçesi olarak görmeye başladı. On yıl önceki Başbakan bambaşka bir adamdı. Sonuç olarak hep Sezar’ın hakkını Sezar’e vermek lazım, biz on yılda onu çok destekleyen yazılar yazdık. Bence o zaman çok daha temkinli bir adamken, şimdi karakterinin bütün gemlerini boşalttı.
Karakterinin gemlerini mi boşalttı, yoksa karakteri mi değişti?
İkisi birarada oldu.Hem on yıl önce bir nevi kendini tutuyordu. Hem de on yılda insanlar değişir. Ve iktidar çok zehirleyici birşeydir. Herkesin bir kullanım süresi vardır. On yıldan sonra iktidar zehirlenmesine herkes uğrar, feriştahı olsa, Freud’un denetiminde bir insan olsa yine uğrar. Bir de dediğim gibi anne ölümü, kendisinin ciddi bir hastalık geçirmesi, giderek iktidarını pekiştirmesi ve kanıksaması, bütün bunlar nedeniyle hem kişiliğini gem altında tutmaktan vazgeçti hem de kişiliği değişti.
Bu psikoloji AK Parti’ye nasıl yansıdı?
AK Parti işbaşına geldiğinde bir çeşit koalisyondu, içinde ANAP’lılar da vardı, milli görüşçüler de, milliyetçiler de, liberalimsiler de... Erdoğan hükümranlığının dozunu artırdıkça koalisyon partisi özelliğini yitirip lider sultasına doğru yelkenlerini şişirdi. Bu çok tehlikeli gelişme. Tek adam psikolojisi böyle bir şey. Giderek çevrendeki insanları kesip buduyorsun. Etrafındaki aklı selim sahibi bütün kurmayları elimine etti Erdoğan. Ve bugün Yiğit Bulut’un başdanışman olduğu günlere geldik.
Bu ne anlama geliyor?
Ben Vatan Gazetesi’nde yıllarca dehşet içinde Yiğit Bulut’un ultra milliyetçi, AK Parti’ye atmadığı b.k kalmayan yazılarını okudum. O zaman ulusalcıların en büyük komplo teorisyeni şimdi Tayyip Erdoğan’ın en büyük komplo teorisyeni olarak karşımızda. Komplo teorisyenleri çok çok tehlikeli insanlardır. Çünkü hayal gücüne gazı veriyor. Bu dünyayı hayal gücü üzerinden yorumlamak çocuklara has bir şey. Beş yaşında masal dünyasında bir çocuğun dünyayı hayalgücüyle yorumlaması bize zarar vermez ama bir Yiğit Bulut’un dünyayı çocuk gibi yorumlayıp, bir de Başbakan’ın başdanışmanı olması Türkiye’ye çok büyük zararlar verebilir.
Gezi olaylarıyla ilgili de komplo teorileri var. Erdoğan bunlara gerçekten inanıyor mu, yoksa sadece tabanını kendi tarafında tutmak için mi kullanıyor?
Sürekli bunları düşünüp, bunları baykuşlayan bir adamı sağ yanıma oturtursam ben bunları duymak istiyorum demektir. Bir de Yiğit Bulut’u ekonomiden sorumlu danışmanı bile yapmadı, başdanışmanı yaptı. Bunun vahametinin altını ne kadar çizsem çizemem.
Erdoğan’ın gücünü konsolide etmek için toplumu kutuplaştırdığı söyleniyor. Buna katılıyor musunuz?
Katılmıyorum. Bence Erdoğan artık kendine engel olamıyor. Bir de, “Erdoğan ne yapsa onun için ölürüm” diyen kemik kitlesi yüzde 20’lik kısmı oluşturuyor. Ama bir de daha uyumlu, ılımlı, efendi bir kitlesi var. Onları bence yabancılaştırdı bu süreçte. Çünkü bu kadar kutuplaşma herkesin moralini bozuyor.
“Daha önce kendini sistemin dışına itilmiş hisseden AK Parti’nin dindar seçmeni Erdoğan’la kendini özdeşleştiriyor. Bu kitle Gezi’deki küfürler, Emine Erdoğan’a yapılan hakaretler sonrasında Başbakan’ı daha çok sahipleniyor.” Bu görüşe katılmıyor musunuz?
Evet ama Erdoğan’la özdeşleşen kitle zaten kemik kitle, yüzde 20, hadi diyelim yüzde 30. Onlar sahipleniyor. Ama Erdoğan seçmeninin geri kalan kısmını, daha ılımlı kesimini Gezi sürecinde dehşet içinde bıraktı. Seçmenleri Emine Erdoğan’la özdeşleşiyorlarsa çok çok haklılar, o küfürler insanda infial yaratır, böyle bir saygısızlığın kimseye faydası yok. Fakat bunun dışında o insanlar ölen Ali’yle, Ethem Sarısülük’le hiç özdeşleşmiyorlar mı? Ölen polis memuruyla, bir gözü kör kalan 15 çocukla özdeşleşmeyecekler mi? Özdeşleme tarifesi, adaletli bir tarifeyse AK Parti’ye oyunu ödünç olarak veren, yüzde 18-20’lik kısımda bunların rahatsızlık yarattığına eminim.
Son olarak, Erdoğan’ın geldiği bu noktayla ilgili hissiyatınız nedir?
Benim kalbim çok kırık. Yıllar evvel yazmıştım “Erdoğan’ın demokrat olma ihtimalini sevmiştim” diye. Şimdi bu ihtimalin ne kadar boş olduğunu bana kanıtlamış oldu. Büyük bir düş kırıklığı içindeyim. Ama ben Türkiye siyasetinde kalp kırıklığına da alıştım, nasır bağladım...
BDP çizgisini gözüm yaşararak izliyorum
Gezi eylemleri başladığında bazıları kendisini Gezi’yle barış arasında kalmış gibi hissetti. Siz nasıl hissettiniz?
“Anneciğim!” oldum, “Eyvah barış süreci tehlikede!” Kedi tehlike anında ilk iş yavrularını düşünür ve yavrularının üstüne oturur ya, benim de hissiyatım o oldu. Çünkü benim için bu ülkeye Türklerle Kürtlerin barışının gelmesinden daha önemli bir şey yok. Başta, Gezi’yle özdeşleşmememin önemli bir nedeni de buydu. Hakikaten yiğidi öldür hakkını ver, ki biz Erdoğan’ı öldürmedik de sürekli hakkını verdik. Askeri vesayetin geriletilmesi konusunda, ifade özgürlüğümüzün azıcık da olsa artması konusunda bu adama müteşekkirim ama barış meselesini masaya koyduğu ve önemli adımlar attığı -bugün dağlardan çekiliyor Kürtler- için ona inanılmaz minnettar olduğum bir noktada beni gafil avladı. Ve Gezi olaylarıyla beni inanılmaz bir düş kırıklığına uğrattı. Adama müteşekkirliğimin tavana yaptığı bir noktada beni eşekten düşmüş karpuza döndürdü. Erdoğan beni zaten 2-3 ayda bir eşekten düşmüş karpuza döndürüyor. Bu bir pattern haline geldi.
Sizi kaygılandıran, tam olarak neydi?
Bu tarz tüm hareketler maalesef ulusalcıların, Kemalistlerin, elitistlerin eline geçiyor ve onlar hemen kirletiyorlar hareketi. Gezi’nin de bir nevi Cumhuriyet mitingine dönüşmesinden çok çok korktum ve Kürtlerin provoke edilerek “Aaaa kardeşim, yeter, siz de elinizi amma ağır tutuyorsunuz . Yapmayacağız biz bu işi” demesinden aşırı korktum.
Burada ben Abdullah Öcalan’ın müthiş zekasına şapka çıkarıyorum. Bu oyuna gelmedi ve dedi ki “Hükümet elini yavaş tutmuş çabuk tutmuş umurumda değil. Ben bu barışı ne pahasına olursa olsun bu iki halka getireceğim.” Bir insan İmralı’da olup bu kadar mı iyi okuma yapar. Ve gerçekten BDP’nin çizgisini de gözlerim yaşararak izliyorum, aşırı beğeniyorum. Gezi’ye de sembolik olara Kürtleri yolladılar. “Yavrum, gidin küçük bir grup halay çekin ama bizim katkımız bu kadardır Gezi’ye. Bizim önceliğimiz barıştır” dediler.
“Gezi eylemine katılanlar da Kürtlerin ne yaşadığını anlamaya başladılar” deniyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu ümit edelim. Bu gençlerin Kürtlerin acılarını içlerinde duyduklarına dair ben daha önce hiçbir delil görmemiştim. Gizli gizli odalarında War Craft oynayarak uyuyorlarsa...İnşallah duyuyorlardır. Ama Gezi’da yaşananlar çok olumlu şeyler. Politize olmak böyle bir şeydir. İki ağaç için çıkarsın, uyku tulumun yakılır o seni galeyana getirir. Ondan sonra Lice’yi hissetmeye başlarsın.
İnsanlar “Kürt meselesini biz yıllardır bu medyadan mı izledik” da dediler...
Hani o karların yağdığı cam küre var ya... Medya o can küreydi ve kırıldı. O kadar yalan, korkunç ve yetersiz bir medyayla onun içinde debeleniyor ki Türkiye. O kürenin kırılması çok güzel oldu. İlk defa “Polis onyıllardır Kürtlere böyle davranıyormuş” diye içlerinde hissettiler. Bu çocukların hiçbir arkadaşı ölmedi Güneydoğu’da. Ama şimdiokuldan kör olmuş bir arkadaşları var. İlk defa kapısına geldi acı. Acı insanın kendi kapısına gelince sen öbürünün ne çektiğini anlayabiliyorsun.
Gezi’ye hiç gitmedim
Gezi’ye gittiniz mi hiç?
Hiç gitmedim, gitmeyi de düşünmüyorum.Bu Gezi’yle ilgili değil, insanların karşısına çıkmama politikasının bir uzantısı. Ben imza günü de yapmıyorum. Ve açıkçası Gezi’ye gitmek için kendimi çok çok yaşlı buldum. Bu bambaşka bir kuşağın işi ve o kuşağın işi olarak kalmalı. Benim yaşımdaki bir çok insan buna çok heyecanla atıldılar ama bu insanlar son 20 yılda Türkiye siyaset adına taş üstüne taş koymadılar. Sadece kariyerlerini sağlamlaştırmakla, zenginleşmekle meşguldüler. Şimdi birdenbire hooop diye Gezi’nin üstüne atlamalarını, türedi ve yapmacık olarak telakki ediyorum. Ama böyle unsurların olması ve benim bu unsurlara kıl olmam Gezi olaylarına kıl olmam neticesini yaratmıyor.
Gezi’ye bunun dışında eleştiriniz var mı?
Orada çok temiz bir atardamar var ama bunun dışında çok ciddi Ergenekon damarı da var. Mesela üç beş çocuğun gece 12’de, kalkıp Murat Belge’yi tartaklaması çok çirkin bir şey. Bir de ben Kemalizm’den, militarizmden darbecilerden, ulusalcılardan o kadar nefret eden biriyim ki, onlarla aynı meydanda durmaya tahammülüm yok. Gezi’de bütün bunlar bir araya geldi. Bu çok kutsandı da benim için o kadar mutlandırıcı bir şey değil bu.
CHP’ye bir ton lavabo aç lazım
Sizce Gezi’den sonra muhalefette neler olacak? CHP’nin işine yarayacak mı bu olanlar?
CHP’den normal bir siyasi hareket çıkarmak bir ton lavabo-aç dökmek lazım. CHP artık kimsenin işine yaramıyor, sadece çok zavallı patetik bir tabanı temsil ediyor. Onun dışında, içi kan ağlayarak AK Parti düşmanı oldukları için ona oy veren kitle çok çok früstüre durumda. Gezi Parkı bunun da dışavurumuydu. Muhalefet yoksunluğunun, bir yoksunluk krizinin dışavurumuydu. Çünkü sonuç olarak oyunu atacak bir yer bulamıyorsan, demokrasi adına en büyük tehdit budur. Ben Gezi Parkı’ndaki insanların barajın indirilmesi için bağırmasını arzu ederdim. Baraj indirilmediği sürece senin benim gibi bir sürü insan temsil edilemiyoruz. Temsil edilememekten daha büyük bir früstürasyon olamaz. İnsan temsil edilemeyince “imdat” diye kendini sokağa atar.
Küçük cümlelerin kadını değilim
Gençlerin Gezi’deki sloganları çok beğenildi. Siz nasıl buldunuz?
Küçük kısa menzilli bir zeka var orada. Twitter’da görüyoruz bunu, sözlük yazarlarında görüyoruz. Çık çık atıp kaçıyorsun ve bence bu sloganlar “ah ne yaratıcı” “vay yerlere yattım” değil. Hiçbirini şahane bulmadım. Onlara olmayan bir derinliği ithaf etmeyelim. Bir de beni bir slogan öyle derinden etkilemiyor. Ben bir metin görünce etkilenirim. Zekanın menzilidir, derinliğidir, benim için önemli olan. Türkler’in çocuğun b.kunda boncuk bulma hastalığı zaten benim müşteki olduğum birşey, o yüzden ben de çocukların sloganında boncuk bulamayacağım. Ne yazarsa yazsınlar önemli olan siyasi olarak evrilmeleri, siyaset adına kaygı duymaları... Bu alfabeyi daha yeni sökmeye başlıyorlar. Dökülsünler sokaklara düşe kalka büyüyecekler.
Siz şu son dönemde Twitter’a girmeye başladınız mı?
Hayır, Twitter’ım hiç olmadı neden şimdi olsun. (Gülerek) Ben küçük cümlelerin kadını değilim.
Taraf
15.07.2013