Kör Oktay
22 Kasım 2011 11:48 / 3714 kez okundu!
“Hiç bir çile sünger avcılarınınkinden daha korkunç,
hiç bir çaba onlarınkinden daha zor değildir."
Opianus; MÖ 3.yy.
Mancornalara...
İnanamamıştı kimsecikler öldüğüne. Ağlaşmıştı bilcümle mahlûkat; karadakiler, denizdekiler. Ağlaşmıştı denizkızları, gören olmamıştı. Uçamamış, kayalıklarından ayrılamamışlardı martılar. En çok oynaşı yunuslar üzülmüşlerdi; dalıp çıkmıyor, oynaşmıyorlardı. Kayalıklardan kayalıklara çarpınmıştı dalgalar. Ava çıkmak istememişlerdi sandallar, sepetler, oltalar, paragatlar. Ölüm bile yaptığından utanmıştı. Oysa şimdilerde kaybolmaya yüz tutmuş mezarcığında yatmaktadır; şu çevreleyen taşçıkları bile dağılmış, eksilmiş olanda. Artık kimse farkında bile değildir bu mezarın. Yoktur bir sulayanı, yalnızdır, sahipsizdir. Oysa Poseidon’un yoksul yoldaşıydı. Gökova’nın oynaşıydı. Derin su balıklarının kardeşiydi. Baş fora, demir vira! Rastgele! Karamanya ondan sorulurdu. Görmemişti hiçbir süngercinin apoşu, onun kestiği Akdeniz bal peteği süngerleri gibisini. Bugün bunlar bilinmez bile. Artık “makyajlı çaylar firmadan, içelim durmadan, bardakları kırmadan” devri başlamıştır. Değişmiştir denizdeki sesler. Süngerciliğin yerini turizm almıştır, dalgıçların, mancornalarınkini zenneler. Başkaca marifetler gereklidir şimdilerde. Bu nedenledir tümden unutulması Kör Oktaygillerin.
O zamanlar yolu bilinmez, bilinse varılamaz bir yerdi Bodrum. En iyisi denizden ulaşmaktı. Açıkta bordo bordoya demirlerdi on beşte bir rastlaşan yolcu gemileri. İşte bu Kör Oktay, çıktı mıydı geminin güvertesine, atlardı denize balıklama. “Hani nerede, neden çıkmadı hâlâ?” diye endişeli telâşla sora dursun yolcular, o çıkardı diğerinin ötesinden. Nefes de desen, cesaret de desen ondaydı. Bir o kadar da alçak gönüllüydü Kör Oktay. Koşardı herkesin yardımına, hizmetine. Tekne mi hazır edilecek; ağlar, paragatlar, dalgıç elbiseleri, takım taklavat? Koşar bulunurdu Kör Oktay.
Karada ekmekle, denizde peksimetle çökeleğin katık edildiği yıllardı. Kordonla boğulmamıştı daha deniz. Teknelerin sintinesiyle kirletilmemişti henüz liman. Kavuşur, oynaşırlardı kara donlu çocuklar ve deniz kumsallarda. Süngercilikle geçinilen zamanlardı. Bir de mandalinasıyla az zeytini vardı; unutmamak gerek. Ortaca hâllilerin gençlerinin Milâs’a, Kör Oktay gibi yoksulcukların da Bardakçı sırtlarına, âzad edilmiş eşeklerin yanına gittiği yıllardı. Mutaassıptı Bodrum. Kaçgöç hâkimdi. Düğünleri yapılmamışsa daha, nikâhlılar bile selâmlaşamazlardı. Söylenti alır başını giderdi yoksa.
Böyle günlerden bir gün hareketlendi memleket. Çalkalandı Bodrum, Fransızlar geliyorlarmış diye. Derin sularda batıklar varmış. Çıkaracaklarmış da geçmişi bileceklermiş. Nasıl olacakmış bu iş, bilen yokmuş; ama aranan dalgıcın Kör Oktay olacağını herkesler biliyormuş. Kim dalabilirdi ki o derinliklere başkaca?
Beklenenler gelmişti sonunda, epey bir kalabalık; kadınlı erkekli. Dışarıda futasız gezen kadın görmeye alışık olmayan Bodrum’un erkekleri, çıpıldak Fransız karıları görünce pek bir hoş olmuşlar. Akranları her dalış günü sonrası sormuşlar Kör Oktay’a karıları. Savmış her seferinde Kör Oktay arkadaşlarını başından. “Çok iyi dalgıç herifler…” demiş, “bildiğiniz gibi değil.” “Senden de iyiler mi len? Sana da mösyö diyorlar mı?“ diye dalga geçerek, soruyorlarmış. “Gördüler mi len senin nasıl daldığını, anladılar mı kıymetini ha?” diye gizli bir övünme, sahiplenmeyle sorduklarında da, “Yakında anlarlar, seksen metrede var bir batık. Orada anlarlar…” diyormuş.
Oktay’ın beklediği, kendini tam olarak göstereceği gün gelmiş çatmış. Göstermiş tümden hünerlerini. O güne kadar yapılandan fazlasını yapmış. Şaşırtmış, hayran bırakmış kendine Fransızları. Fransız kadınlar da cılcıbıldak halleriyle sarmışlar Oktay’ın etrafını. Anlayabildiği sadece, “mösyö Oktay” kısmıymış. Oktay gururlu ve memnunmuş. İşte tam bu sırada, o Kör Oktay’ın kaç günlerdir içini gıcıklayan, gördüğü zaman yüreğini ve kasıklarını bir hoş eden sarışın kahpe, pazılarını tutmuş okşamış, iki eliyle avuçlamış. Demiş, bir şeyler demiş de; ama ne demiş? Anlamamış Oktay. Sadece bir hoş olmuş, pazılarını değil de hani o yerlerini okşuyor, okkalıyormuş gibi ola koymuş. Seksen metreden yeni çıkmış Kör Oktay, iyice mayışmış, gevşemiş. Üstüne bir de öpmez mi yanağından kancık! Bunun üzerine Kör Oktay, birden, miğferini takmış, sıktırmış. İşi bilenler, “ne yapıyorsun, aman ha!” demeye kalmadan atmış kendini denize. Her hâl, bir daha görsün istemiş, Fransız kancık, nasıl dalarmış Kör Oktay diye. Feryat telâş ortalık. Çok acele etmiş arkadaşları. Olacak da görülmüş de bir şey değilmiş bu. Hele Kör Oktay yapsın ha? Kompresörü çalıştırmışlar; ama nafileymiş. Fırlamış gelmiş gerisin geriye ta diplerden Oktaycık. Kendinde değilmiş elbet. Çekip almışlar yukarı. Çıkarmışlar miğferi. Perdeli kör gözü bile akmış. “Bırakın yavrucağımı…” demiş kaptan, “…rahat bırakın”; sesi titrek, gözü yaşlı. Ortalık sessiz mi sessizmiş. Doğru yönelmişler limana. Haberi duyup da inanmayanlar bile toplanmışlar. Toplanmışlar da görmüşler gözleriyle Kör Oktay’ın ölüsünü, kumsalda uzanır. Yine de inanamamışlar ya…
Fransızlar iş yaptıracak tekne bulamamışlar bu olaydan sonra. Hiçbir dalgıç onlarla dalışa gitmemiş. Yarım kalmış işleri.
İnanamamıştı kimsecikler öldüğüne. Ağlaşmıştı bilcümle mahlûkat; karadakiler, denizdekiler. Ağlaşmıştı denizkızları, gören olmamıştı. Uçamamış, kayalıklarından ayrılamamışlardı martılar. En çok oynaşı yunuslar üzülmüşlerdi; dalıp çıkmıyor, oynaşmıyorlardı. Kayalıklardan kayalıklara çarpınmıştı dalgalar. Ava çıkmak istememişlerdi sandallar, sepetler, oltalar, paragatlar. Ölüm bile yaptığından utanmıştı. Oysa şimdilerde kaybolmaya yüz tutmuş mezarcığında yatmaktadır; şu çevreleyen taşçıkları bile dağılmış, eksilmiş olanda. Artık kimse farkında bile değildir bu mezarın. Yoktur bir sulayanı, yalnızdır, sahipsizdir. Oysa Poseidon’un yoksul yoldaşıydı. Gökova’nın oynaşıydı. Derin su balıklarının kardeşiydi. Baş fora, demir vira! Rastgele! Karamanya ondan sorulurdu. Görmemişti hiçbir süngercinin apoşu, onun kestiği Akdeniz bal peteği süngerleri gibisini. Bugün bunlar bilinmez bile. Artık “makyajlı çaylar firmadan, içelim durmadan, bardakları kırmadan” devri başlamıştır. Değişmiştir denizdeki sesler. Süngerciliğin yerini turizm almıştır, dalgıçların, mancornalarınkini zenneler. Başkaca marifetler gereklidir şimdilerde. Bu nedenledir tümden unutulması Kör Oktaygillerin.
Ertuğrul BARKA
22.11.2011 (5 Aralık'ta revize edildi.)
----
Mancorna: Kırk beş metre ve daha derine dalan sünger avcısı.
Karamanya: Bodrum’dan, Hatay Samandağ’a kadar olan ve sünger kesilen deniz alanı.
Apoş: Dipte kesilen süngerlerin içine konduğu file, torba.