Ne bilmediğini bilenin önünde saygı ile eğiliyorum!
02 Ekim 2018 15:44 / 2736 kez okundu!
İktidara karşı söylemlerin mantığı tartılmadan, söyleyenin kendini elit gördüğü farklı bir uzay mekandayız artık galiba. Doğru yapılan işi vurgulamak, savunmak bile muhalif beyinlerde itibar kaybı ile sonuçlanıyor. Peki bunu kendine dert edinmeyen, doğru bildiklerinin peşinden gidecek benim gibilere ne olacak? Hiç bir tarafa körü körüne bağlı olmamak zor bir duruş... Doğruyu hep söyleme gayreti stresli bir misyon. Şu veya bu şekilde, sözlerin birilerinin işine gelmediği için hep yorgun, hep dışlanansın...
****
Ne bilmediğini bilenin önünde saygı ile eğiliyorum!
Cehalet içinde olan insanlar kendilerini ukala bir biçimde savunmaya pek meraklılar...
Anlatmaya uğraşırsın, anlatamazsın, anlatamadıkça delirirsin. Geri de dönemezsin çünkü o susmaz bu kez. Sen de susmak için geç kalmışsındır bir kere...
Sorunu yaratanla oturursun, ona anlatırsın önce sakince, kırmadan, nedenleri ile; anlamaz, anlamak istemez ve sakinlik yavaş yavaş uzaklaşır senden...
Çözümleri anlatmaya devam edersin yılmadan...
Biliyorsundur sorunu...
Çözüm bellidir çünkü...
Ama gene olmaz, karşındaki kapamıştır kendini çünkü anlamak istemez söylediklerini.
Hani bazı zaman insan bu anlayışsızı şöyle sıkıca bir silkeleyip ağzına geleni saymak ister ya...
Şaşırırsın nasıl bu kadar kıt olabileceğine ama bilirsin ki işine gelmemezliktir bu sadece...
Olaylar ilerler ama nafile sen ne yaparsan yap, nasıl davranırsan davran; senin anlattıkların karşındakinin algılayabildiği ya da algılamak istediği kadardır işte...
Çok ve boş konuşmanın değil, manalı konuşmanın gereğinin vurgulandığı sözdür önemli olan. Karşınızdaki insanın seviyesi düşükse ona göre anlatmalı, değilse boşa zaman harcamamalısınız...
Unutmamak gerekir ki her ne sebeple olursa olsun bir düşünce veya duygu başka bir insana aktarıldığında o artık başka bir şey olmuştur, sizin düşündüğünüz veya hissettiğiniz değildir artık...
Aktarım sırasında kaybettiği değer -ki mutlaka kaybedecektir- anlatan için üzüntü yaratmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
İşte bu yüzden, insan birine herhangi birşey anlatırken dikkatli olmalı, kendisini olabildiğince anlayan birine anlatmalı, duygu ve düşüncelerinin aktarım sırasında kaybedeceği değere razı olmalıdır bir yerde... Razı değilse de kendine saklamalıdır...
"Anlama" eylemi, kişinin dışarıdan gelen anlamlı/anlamsız veri akışını kümülatif ve manalı bir sıraya oturtup muhakeme yeteneğinin yardımıyla sınıflandırması ve çıkarımlarda bulunmasıdır ve genel olarak bu bir döngüdür.
Olur ya, döngü bir yerlerde kırılırsa, gelen veriler yanlış değerlendirilirse ya da önemli bir bilgi kırıntısı değerlendirilmeye alınmazsa, anlatıcının belirtmeye çalıştığı olgu ile karşı tarafın anladığı olgu arasında dağlar, ovalar stepler kadar fark oluşur.
Bilhassa anlatıcı, dinleyiciden daha yüksek bir kültür/zeka/algı/ eğitim seviyesine sahipse dinleyicinin kapasitesini, niyetini tartmalı, anlatış seviyesini ona göre ayarlamalıdır.
Aslında bir etki - tepki meselesidir bu... Anlattıkların karşındaki insanın tepki sınırlarını aşıyor demektir.
Asıl anlatmak istediğin aslında onun anlayabildiği sınırların çok ötesinde kalmış olabilir..!
Mağlup ve bıkkın hissetmenin nedeni aklınızın ve mantığınızın gücü ile cahil ve bencil insanın kurtulmak için işi ağız kalabalığına getirmesi, ego yarıştırması ve gerektiğinde üstü kapalı tehdit ve imalarda bulunmasıdır.
Benim vardığım sonuç ise anlamaya dirençli, art niyetli, bencil insanlara laf anlatmakla zaman kaybedilmemelidir...
İktidara karşı söylemlerin mantığı tartılmadan, söyleyenin kendini elit gördüğü farklı bir uzay mekandayız artık galiba. Doğru yapılan işi vurgulamak, savunmak bile muhalif beyinlerde itibar kaybı ile sonuçlanıyor.
Peki bunu kendine dert edinmeyen, doğru bildiklerinin peşinden gidecek benim gibilere ne olacak?
Hiç bir tarafa körü körüne bağlı olmamak zor bir duruş...
Doğruyu hep söyleme gayreti stresli bir misyon.
Şu veya bu şekilde, sözlerin birilerinin işine gelmediği için hep yorgun hep dışlanansın...
Kafalardaki saplantılarını bilimi manipüle ederek alet etmek mi dersin, karşıt anlamlı kavramları bir arada kullanarak kavram kargaşası yaratma gayretleri mi, çelişkili konuşmalar ile örtbas etme çalışmaları mı yoksa popüler elit statüsüne hızlı bir atlayış isteği mi...
Krizler topyekün üstesinden gelinmesi gereken toplumsal boşluklardır kanımca. Toplumsal boşluktan kastettiğim toplumun değer yargılarından sapması olabileceği gibi saptırılması da olabilir..!
Peki krizleri nasıl yönetmeliyiz?
Krizden, korkarak kurtulamayacağımıza göre TOPLUMSAL NEFRET SÖYLEMLERİMİZ VE YARGISIZ İNFAZLARIMIZDAN kurtulmak zorundayız.
Bizler, iyi ile kötüyü ayırt edip, onu kendisileştiren varlıklarız.
İyileri kendisileştirdiğinde iyi insan, kötülükleri kendisileştirdiğinde de kötü insan oluyoruz.
Benim burada bahsettiğim ise, iyi ve kötü diye körü körüne inandığımız dogmalarımız.
Bizi birbirimize düşüren, en ufak fikir ayrılıklarında kavga ettiren dogmalarımız.
Bu dogmalar son yıllarda çoğalıyor.
İşte bu yüzden en basit haliyle, geçmişte olan biteni günün şartlarına göre algılayıp, çıkarılması geren dersleri alıp; artık geçmişi geçmişte bırakmaya ve bir daha en azından aynı hataların tekrarlanmamasına odaklanabiliriz.
Demokratik seçim sistemi işlediği sürece faşizmden söz etmek insafsızlık olacaktır..
Kriz dönemlerinde farklı siyasi görüşten olanları diğer gruplara karşı, zihinsel manipülasyonlarla olmayacak sonuçlar doğacağını öngörerek daha fazla bilemek, krizden hiç çıkmamayı arzu etmek olmuyor mu?
Böyle bir arzu ise ancak, krizden menfaat elde eden veya elde etmeye çalışanlara yakışan bir tutum olmaz mı?
Algı, mevcut durumun aksini yaratmaya çalışmak olduğuna göre bu çok zalimce değil mi?
Esen ÇOBAN
02.10.2018
Son Güncelleme Tarihi: 05 Ekim 2018 15:36