Diziler bizi bozdu mu?
10 Nisan 2012 15:47 / 1936 kez okundu!
Haftasonu otobüsle İzmir’e gittim. Gözlerimin yumuk yumuk olup açılmadığı sabah 7 sularıydı. Büyük Park’a gitmek için bindiğim servisin radyosunda, içinde “dizi” ve “milli manevi değerlerimiz” geçen cümleler duymaya başlayınca bir kulak kesileyim dedim. Sabah haberlerini sunan erkek sesi, dizi seyircilerinden gelen mesajları okuyordu. Mesajlar aynen şöyleydi:
“Diziler milli manevi değerlerimizi anlatmalı.” “Dizilerde hep entrika hep cinselllik... Bunları izlemek istemiyoruz.” “Gençlerimize örnek olacak diziler yapılmalı.” “Televizyonda izlediğimiz şeyler eğitici - öğretici olmalı.” “Bizim örf ve adetlerimiz böyle değil. Örflerimizi, adetlerimizi, bizi anlatan diziler istiyoruz.” “ Diziler gençlerimizi ahlaksızlığa sevk ediyor.” Buna benzer birkaç mesaj daha okumaya devam etti erkek sesi...
Uyku sersemi olan beynim, bu cümlelere karşılık sorular üretmeye başladı: “Bu kadar şikayetçi olan varsa, diziler bu reytingleri kimden alıyor?” “Twitter’da diziler nasıl birinci sıradan gündem maddesi oluyor?” “İnsanlar günlük muhabbetlerinde neden mutlaka bir önceki gün izledikleri dizilerin kritiklerini yapıyorlar?” “Hayır, nedir bu dizilere yapılan ders kitabı muamelesi? Ahlak, erdem öğrenmeye çok meraklıysanız ilk önce gidin kitap okuyun karrdişim!” Giderek kızmaya başladığımı farkettim.
Bir bütün gün içimden söylenmeye devam ediyordum. “Televizyon seyircisi ne kadar ikiyüzlü. Hem izliyor hem reyting kazandırıyor hem hayatında dizilere önemli bir yer ayırıyor ondan sonra da bıdı bıdı ediyor. Ağzını ayırarak izlediği aşk ve cinsellik sahnelerine sonradan ahlaksızlık diyor. Ahlakına çok düşkünsen izleme arkaaşım!”
Tamam, AKP’nin iktidarından sonra muhafazakar kesimin sesi iyice yükselmeye başlamıştı. Zaten devletin de derdi bu sesleri arkasına alıp birkaç neşter darbesiyle televizyon programlarına istedikleri formu vermekti. Halkın istediği bu, gençlerin gelişimini düşünüyoruz, aile yapısının temeline bu programlarla bomba konuyor gibi gerekçelerle özellikle kadınları hedef alan bir toplum mühendisliğinde, önemli bir adım atmak istiyorlardı. Zaten RTÜK de Fatma Şahin de bu konuda renklerini iyice belli etmişlerdi. Buraya kadarını biliyordum ama niyeyse bildiklerim beni tatmin etmemişti. İşin başka bir boyutu daha vardı.
Sonradan bir ayrıntıyı gözden kaçırdığımı farkettim. Radyoda duyduğum eleştirileri yapanların nerdeyse hepsi erkekti. O an kafamda çizgifilmlerdeki gibi bir ampul yanıverdi!
Türk dizilerindeki erkek başrollerin görüntüleri bir bir aklımdan geçmeye başladı: Kıvanç Tatlıtuğ, Kenan İmirzalıoğlu, Buğra Gülsoy, Halit Ergenç, Mehmet Günsür... Hepsi yakışıklı, karizmatik, kadınların hayranlığını kazanmış erkek oyuncular. Bir de bu “karşı konulmaz” erkeklerin üzerine, oynadıkları karakterlerin özelliklerini koydum: Genel olarak Türk dizilerinde erkek başrol “kahraman” olarak çizilir. “Kahraman”ımız herkesin yardımına koşar, sevdiği kadın için binbir türlü tehlikeye ve maceraya atılır, olmadık işlerin altından kalkar, çok zekidir, oyuncunun bir sürü kadın hayranı yokmuş gibi dizideki kurgulara göre de onu elde etmek isteyen birçok kadın vardır. Hikayeye göre kimi zaman zengindir. Son model arabalarda gezer. Başarılı bir iş adamı olmasının yanı sıra çevresindekiler, gücü karşısında ona büyük bir saygı duymaktadır. O kadar özelliği bünyesinde taşıdığı yetmezmiş gibi o güzelim kadınları kendine aşık edecek kadar da romantiktir.
Dizilerin daha çok kadınlara hitap edecek şekilde geliştirilen bir medya ürünü olduğunu düşünürsek –ki Türkiye’de öyle – bahsi geçen erkek karakterleri izleyen kadınlar, erkeklerden aynen yukarıda saydığım özellikleri beklemeye başlıyor. Bu beklenti erkeklere “Eğer kadınların sana ilgi göstermesini ve saygı duymasını istiyorsan, dizilerdeki başrollere benzemen gerek.” mesajı vermekle kalsa, yine iyi. Kadınlarımızın birçoğu karşı cinse bu tür mesajlar verirken bir de form değiştirmiş beyaz atlı prenslerinin, izledikleri “kahraman” kısmına benzemesi gerektiğina dair kendilerini şartlandırıyorlar. Karşılaştıkları ya da ilgi duydukları erkeğe, bu beklentilerden kalıp yaparak giysiler biçip dikiyorlar. Eğer erkek, bu elbisenin içini dolduramazsa işte o zaman yandı! “Yok anacım, piyasada erkek namına bir şey kalmadı.” “Ah ah, Allah çirkin şansı versin vallahi. Elalemin erkek arkadaşı sevgilisine kul köle olsun, tektaşlar alsın, tatillere götürsün. Bizimkinde tık yok.” “Erkek dediğin biraz hırslı olur canım. Ne o öyle ezik ezik. Iyyy!” ve daha çeşitlemesini yapabileceğimiz birçok hayıf cümlesini birbiri ardına duymamız mümkün hale geliyor.
Erkek cinsinin rekabet duygularını harekete geçiren bu tavırlar, kafalarında mücadele edemeyeceklerini düşündükleri (haklı olarak) düşmanlar yaratmalarına neden oluyor. Çünkü önlerine konan engel o kadar idealize edilmiş ve gerçeküstü bir tanım ki oradan atlasa atlasa ancak Herkül gibi bir mitoloji kahramanı ya da bir senaristin ellerinde hayat bulmuş yarı kahraman bir başrol atlayabilir.
E o zaman rakibin aşılmaz ve sarsılmaz görüntüsü, erkek cinsinin savunma mekanizmalarını harekete geçiriyor haliyle. “Sen çok yakışıklısın, karizmatiksin. Ben senin gibi olabilemem kanka. Olmak zorunda da değilim zaten.” gibi samimi bir itirafı içeren bir savunma hattı beklemiyoruz tabii ki. Olamadığın ya da benzeyemediğin şeye çamur atmak en makbul kendini koruma yöntemlerinden biridir. Nasıl mı?
Bkz:
“Diziler milli manevi değerlerimizi anlatmalı.” “Dizilerde hep entrika hep cinselllik... Bunları izlemek istemiyoruz.” “Gençlerimize örnek olacak diziler yapılmalı.” “Televizyonda izlediğimiz şeyler eğitici öğretici olmalı.” “Bizim örf ve adetlerimiz böyle değil. Örflerimizi, adetlerimizi, bizi anlatan diziler istiyoruz.” “Diziler gençlerimizi ahlaksızlığa sevk ediyor.”
Bunlar size de bir yerden tanıdık geldi mi?
Ezgi ÖZCAN
Son Güncelleme Tarihi: 14 Nisan 2012 11:25