Baykal’ı Sav Yedi, Sav’ı Kılıçdaroğlu Yedi, İnek de Kurultay'a Kaçtı
16 Aralık 2010 01:25 / 2347 kez okundu!
Günlerdir sabırsızlıkla ve merakla beklediğim CHP Kurultayı'ndayım sonunda. Ezilme sözcüğünün abartılı anlamından uzak durmaya çalışsam bile kalabalık tarafından epeyce örselendiğimi kabul etmek durumundayım. Özellikle kapıdan geçip de kendime bir yer buluncaya kadar geçen süre bu örselenmenin can alıcı süreciydi.
“Ne işin vardı orada?” sorusunu duyar gibi oluyorum. Ama gerçekten bilmiyorum. Sanırım kendimi “misafir” olarak görüyorum. Ya da, henüz Marksist Sol’a geçmeden önce, 1973 ile '75 arası bu partiye biraz emek vermiş biri olarak kendimi “doğal çağrılı” hissediyorum. Olamaz mı?
Yine de mutluyum burada olmaktan: Bütün salon tek bir ağızdan Emeğin sloganlarını haykırıyor, ezilmişliğin, sömürünün, ayrımcılığın değirmeninde un ufak olmuş kaybedenlerin, kitlelerin sloganları bunlar. İçimin serinlediğini hissediyorum. Sonunda diyorum, en sonunda, CHP “Birtakım yerlerden emir alan bir parti” olmaktan kurtarılmış, kurucu ideolojinin, o tek parti döneminin ve şimdinin, “Milli Hassasiyetlerin” partisi olmaktan çıkarılmış. O dönemden bugüne bu ülkenin Kürtlerine, Ermenilerine, Alevilerine, bütün azınlıklarına uygulanmış asimilasyoncu politikaların hataları, yanlışlıkları için özür dilemeye hazır bir parti oluyor sonunda bu parti. İnsan, uzun bir zaman önce kaybettiği çok yakın bir dostuna, komşusuna yeniden kavuşmuş gibi hissediyor kendisini.
Gözlerim, tribünlerdeki kalabalıkları geziyor. Ezilenlerin ve sömürülenlerin kalabalıklarını hissediyorum. Partinin tüm politikalarını belirleyen anti-demokratik elit yok artık, ayıklanmış, uzaklaştırılmış onlar. Partiyi türdeş-ulusalcı politikalara esir eden, 70’lerde en azından politik anlamda yaklaştığı Sosyal-Demokrat çizgiden tekrar eski “Devlet Partisi” konumuna gerileten liderler-kadrolar salonun bir kenarına büzüşmüş, olan biteni anlamaya çalışıyorlar.
Ne çok zarar verdiklerini düşünüyorum bu halka, nasıl da o kitleleri milliyetçiliğin, hatta ırkçılığın kucağına itmişlerdi. Kendilerini ve halkı, paranoyaları ile birlikte halkın diğer kesimine karşı nasıl da düşman haline getirmişlerdi. Kendi seçkinci, elitist anlayışlarıyla nasıl da üstten, kibirli bir bakışla bakmışlardı yıllarca bu “cahil” halka. Öyle ya cahildi bu halk, kendi çıkarlarının farkında değildi, kendi başına karar da veremezdi. O’nun adına karar verecek jakobenlerimiz vardı bu ülkede, Onlar doğal olarak bilirdi herkes için iyinin ne olduğunu. Böyle başlamıştı bütün kavga ya, “Bizim için karar vermenize gerek yok” demişti birileri, “Biz kendi kararımızı kendimiz veririz”. Nasıl da sert bir karşı çıkış sergilemişti doğal kurucu elitlerimiz, nasıl da çıkar erklerinin bozulmasına çok bozulmuşlardı. Ve bu ayrımcı bakış, bu ötekileştirme nasıl da onları gericiliğin, tutuculuğun yatağına doğru taşımıştı. İçim daralıyor bu kadroların son dönemde yaptıklarını anımsayınca, yüreğim sıkışıyor.
Kalabalıkların coşkusuna dönüyorum, yoksa atlatamayacağım bu yürek sıkışmasını. Emeğin sloganları ardı ardına patlamaya devam ediyor. Kürsünün hemen önünde konuk Sosyalist Parti temsilcileri sıralanmış, dost ve kardeş Sosyal-Demokrat Partinin kurultayına sevgi çiçekleri getirmişler. Belli ki gördüklerinden, tanık olduklarından hoşnutlar, yüzlerinden gülücükler eksilmiyor. Bir gün, çok da geç olmadan yenilenmiş-çağa cevap veren bir Sosyalizm düşüncesinin kendi kitleleriyle buluşabileceği günleri hesaplıyorlar diye düşünüyorum.
Yoksa kendi düşüncelerimi mi gerçeklik yerine koyuyorum, bilmiyorum.
Sadece bu olumlu hava hoşuma gidiyor, yüzüme yayılan gülümseme iyice artıyor.
Sanırım geleceği özlüyorum.
Birden yerimden fırlıyorum, çalar saatim avaz avaz bağırıyor “uyan” diye.
Yüreğimde bir sıcaklık, yüzümde şaşkınlık, saatimin koyu Kırmızı rengine bakıyorum.
Yüreğimdeki sıcaklık artıyor,
Kurultay salonunda kaybolan “İneği” arıyorum.
Ferruh Erkem
15.12.2010
Son Güncelleme Tarihi: 20 Aralık 2010 10:35