Kürt Ulusal Sorunu ve Çokkültürlülük-3
16 Eylül 2009 00:41 / 2135 kez okundu!
Buraya kadar olan iki bölümde, Kürt Ulusal Sorunu’nun, Türk Ulus-Devleti’nin uyguladığı asimilasyon politikaları tarafından nasıl oluşturulduğu ve Kürtlerin, türdeş bir devlet yaratılması amacıyla nasıl ulusal baskılarla karşılaştığını ele aldık.
Burada Türk Ulusal Devlet’inin başka türlü davranmasının mümkün olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor. Ulus Devletin örgütlenmesinde tarihsel faktörlerin rolü ve örnek alınan modellerin uyguladığı yöntemler açısından, çok fazla seçeneğin söz konusu olmadığı bilinmelidir. Özellikle örnek alınan Fransa, en başından itibaren ulus devlet ve üniterliği uygulayan bir ülkedir. Asimilasyon politikasını en güçlü uygulayan bu ülke, AB normlarına uygunluk sağlama çalışmalarının da verdiği ivme ile son yıllarda etnik azınlık dillerine verdiği özgürlük ve eğitimde sağladığı çeşitlilik ile demokratik devlet yapısında ileri adımları atabilmiştir. Bunun yanında da Kuzey Afrikalı göçmenlere uyguladığı dışlayıcılık ve vatandaşlık hakları açısından Fransızlaştırmayı zorlayan bir ülke olduğunu da unutmamak gerekiyor. Örnek alınabilecek modelleme açısından ikinci ülke olan ABD, uyguladığı “federasyonların birliğinden oluşan” yapısı ile Türk Devletinin kurucu elitlerine pek sıcak gelmemiş olacak ki, başından itibaren kendisi dışındaki tüm etnik gruplara dışlayıcı veya zor yöntemiyle asimile edici davranmıştır. Farklı olanla barışçı bir biçimde bir arada yaşamayı hayata geçirecek bir düşünce içinde olunmamış, yok sayma ve eritme çalışmaları ise kendi içinde devamlı düşman arayan ve yaratan, dıştaki yabancıyı devamlı düşman gören bir travma içinde bu güne kadar yaşanmıştır.
Kürt Kimliğini Tanıma
Bu politikanın en fazla acısını çeken Kürtlerle bir arada yaşama sorununda gelinen aşama ise, ne yazık ki onca acıya rağmen ve o yüzden bir arada yaşayamama noktasına doğru gidilmesidir. Eğer uygulanan devlet politikaları bu şekilde gitmeye devam ederse, ne yazık ki iki ulusun milliyetçileri el ele ülkeyi bölme noktasına doğru götüreceklerdir. Bunu önlemenin ilk ve en önemli adımı Kürtlerin temel talebi olan kimliksel anlamda TANINMA’nın sağlanmasıdır. Bu tanınma’nın yasal-anayasal ve tüm kurumlarda yapılacak değişiklerle yaşama geçirilmesi, iki halkın arasındaki güven ortamının yeniden sağlanmasını getirecektir. Kürtler her şeyden önce bu ülkenin eşit vatandaşları olmayı istemektedirler.
İki halkın arasında yer etmiş güvensizlik ortamını ortadan kaldırma ve onları bu ülkenin eşit vatandaşları olarak görme, iki halkın kardeşliğinin yeniden oluşturulması için vazgeçilmez bir ilkedir.
Tabi ki bu sürece giden yolda yapılması gerekenlerin başında çatışmaların derhal durdurulması, PKK’nın kadrolarını herhangi bir çatışmaya neden olmayacağı bir uzaklığa geri çekmesi, askerin de her barış girişiminde veya her yumuşamada operasyonlara tekrar başlamasından vazgeçmesidir. “Son terörist etkisiz hale getirilinceye kadar” söylemi, sadece ve sadece savaşın devamına neden olmakta ve barışa hiç de hizmet etmemektedir. ‘Sorunun devamından çıkarı olanlar’ kapsamında soru işaretlerini çoğaltan bu yaklaşımlar, sadece kan dökülmesine çağrıları akla getirmektedir.
Öte yandan DTP’nin, sanki gerçek anlamda bir parti olduğunu reddeder bir tarzda, muhatap tartışmalarında İmralı’yı işaret etmesi de, barış yönünde atılacak adımları bloke etme görevi görmektedir. Bu parti, ‘sorunun muhatabı olan parti’ cesaretini gösterebilmeli, diğer taraftan sorun çözücü olarak insiyatif almalıdır. Barış yanlısı demeçlerden sonra, sorunu kilitleyici bir rol, vebali ağır sonuçlar doğuracaktır.
Kürt Dilini Tanıma
Bir ulusun en önemli özelliği dilini kullanabilmesidir. Nasıl ki asimilasyon uygulamasının ilk adımı dili unutturmak ise, bu politikadan çıkışın da ilk adımı Kürt dili üzerindeki her türlü yasağı kaldırmak, dilin kullanımını sözlü, yazılı, görsel her türlü basında serbest hale getirmektir. Bu “Resmi dil olan Türkçenin öğrenilmesi ülkede yaşayan herkes için nasıl bir görev ve haksa, ikinci bir anadil olan Kürtçenin Kürtler tarafından öğrenilmesi de bir haktır.” anlayışıyla, iki halkın kardeşliğini güçlendirme temelinde uygulanmalıdır. Kürtçe adları değiştirilen tüm yerlere gerçek adları iade edilmeli, insanların çocuklarına verilen adlara müdahale edilmemelidir.
Yerel Yönetimlerin Yetkilerini Artırma
Sadece Kürtlerin nüfus yoğunluğunun bulunduğu yerlerde değil, ülkenin bütününde daha demokratik bir yapıyı oluşturmak için yerel yönetimlere verilecek yerinden yönetimi geliştirme hakları, Kürtlerin temsil haklarında ileri bir hakkı da beraberinde getirir. Bu adımlarla ‘ülkenin bölüneceği’ konusundaki derin şüpheler, yaşanan paranoya kendine özgüveni eksik olan toplumların yaşadığı bir sorundur. Bu sorunlu bakış açısını bir an önce terk etmeli, tam tersine şu ana kadar uygulanan politikaların, ülkeyi bölünmeye doğru hızla götürdüğünü görmeliyiz.
Kürt ulusal sorununu konuşmanın, ülkede Türk milliyetçiliğini artırdığı gibi bir eleştirinin burada çok anlamlı durduğunu da kabul etmek pek mümkün değildir. Halen silahların konuştuğu, şehitler ve cenazeler üzerinden milliyetçi-şoven politikaların yapıldığı, etnik görünümlü grupsal çatışma ve saldırılara doğru bir sürecin görüldüğü bir ülkede, sorunu konuşmayı ve çözme iradesini göstermeyi hep daha ileri bir tarihe ertelemek, sadece yeni genç ölülerin sayılarını toplayan travmatik bir toplum olmayı kabul etmektir. Bunu bu ülkenin hak ettiğini sanırım kimse söyleyemez.
Eğer bu durum böyle devam ederse, bu iki halk arasındaki ilişki bölünmenin bir önceki adımı olan ‘Gettolaşma’ya varacaktır. Asimilasyonun zamanının bittiği, ama birlikte yaşamanın şartlarının oluşturulamadığı-başarılamadığı durumlarda halklar arasındaki ilişki düşmanlık, hakir görme, yan yana yaşamaktan, hatta karşısında görmekten kaçınma ve dışlama sonucunu doğuracaktır. Bunun şu anda da yaşayan bir süreç olduğunu sanırım kimse inkar edemez. Özellikle Batı’da dışlama ve düşmanlaştırma eğilimi giderek artmakta ve daha büyük sorunların ortaya çıkma tehlikesi oluşmaktadır. Gettolaşma, halkların kendi içlerine kapanması ve ilişkilerin onarılmaz bir biçimde zarar görmesi demektir. Bu durum sadece çatışma üretir, acı üretir, düşmanlık üretir.
Yukarıda sayılan sorunları çözüm önerileri erken dönemlidir ve demokratik bir ülkeye doğru atılacak adımlarla bağlıdır. Eşitlik temelinde, demokratik çokkültürlülük bağlamında ve anayasal yurttaşlık anlayışı içinde atılacak adımlar, hem farklılıkların birlikte yaşam kültürünü geliştirecek hem de daha demokratik bir Türkiye yönünde ileri bir adım olacaktır. Burada, Kürt Ulusal Sorunun çözüm yöntemleri içinde yer alan “Referandum yoluyla ayrılma, federasyon ve özerklik” gibi öneriler üzerinde durmaktansa, sorunun kısa ve orta vadeli bir çözüm önerisi olan “Demokratik bir ülke” çerçevesi üzerinde durulması, daha gerçekçi olarak değerlendirildendir. Çözüm önerilerinin hiçbirini dışlayıcı bir dar görüşlülüğe düşmeden, sorunun her şeyden önce bir anayasal eşitlik sorunu olduğunun kabulü ve birlikte yaşama kültürüne verdiğimiz değer ile halklar arasındaki dostluk ve kardeşlik duygularının sağlanabileceğine ve yaşatılabileceğine olan inancımız bakış açımızı oluşturmaktadır.
Marksistler açısından Kürt Ulusal Sorunu
Lenin, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı’nı formüle ederken, esas olarak bir ülkede ulusal sorunu çözmek için “ezen ve ezilen ulus ilişkileri”ni formüle etmiştir. Ezilen ulus’un konumu gereği, ezen ulus karşısında iki kere daha fazla ezildiğini, bu nedenle de ezilen ulus’un ezen ulus’tan ayrılıp ayrılmama konusunda karar verme hakkının kendilerine ait olduğunu, ezen ulus devrimcilerinin bu karara saygı duyacaklarını, ama aynı şekilde de Ezen Ulus devrimcilerinin talebinin birlikte yaşamdan yana olduğudur. Sosyalist Sovyetler Birliği deneyiminde bu sorun uluslar temelinde federatif, milliyetler temelinde de özerklik şeklinde çözümlenmiştir. Ama bence pre-sosyalizm dönemini simgeleyen bu birliğin dağılması sonrası, ayrılan ülkelerin yaşadığı ve halen devam eden etnik sorunlar, uluslaşma problemleri, yaşanan milliyetçilikler ve etnik temelli savaşlar bu sorunun sanıldığı kadar kolay bir çözümünün olmadığını göstermektedir. Ayrıca etnik sorunların çözümünün sosyalizme bırakılması, nasıl olsa ‘halkların kardeşliği” gibi bir anlayışla sorunun-sorunların çözümleneceği anlayışı, sadece ülkemizdeki süreç düşünüldüğünde dahi yeterli olmayan bir düşüncedir. Çözüm yönünde atılması gereken adımların, daha demokratik bir ülkenin, barış içinde yaşayan, farklılıklarının özgürlüğünü ama benzerliklerinin de keyfini-dostluğunu yaşayan halkları yaratma açısından önemli olduğunun altını çizmek, ama yaşanacak demokratik bir sosyalist deneyde de, halkların kardeşliğinin daha da ileri bir çözümünün oluşturulacağını öngörmek, bize doğru bir politika olarak gözüküyor.
Etnik kültürlerin ana karakterinin devamlı bir değişim ve yok olma-oluşma olduğunun bilinmesi, tarihte hiçbir kültürün kalıcı ve değişime kapalı olmadığının kabulü bize bu sorunda fazla müdahaleci olunmamasını anlatmaktadır. Gerek kapitalizm ve gerekse sosyalizm koşullarında, bu konudaki temel politikanın halkların kardeşliğini özgürlükler kapsamında oluşturmadır. Bir yanda yeni bir toplum yaratma, diğer yanda üniter bir devlet ve ulus yaratma adı altında etnik ve kültürel sorunlara yönelik müdahaleci adımların sorunlara kalıcı çözümler üretemediği, var olan sorunları daha da kördüğüm haline getirdiği görülmüştür. Kültürler, doğal gelişimlerine bırakılmalı, diller, özgürlük içinde yaşamalı, devletler, sadece insan hakları kapsamlı düzenlemelerle halklar arasındaki barışı güçlendirmeli ve devam ettirmelidir.
Kürt Ulusal Sorunu’nu çözme yönünde atılacak adımları, şu aşamada ülkenin demokratikleşmesinde atılacak adımların en başında görmek, bu yönde sosyalist politikalar oluşturmak, gerek iktidarın ikircimli, yalpalayan politikalarına ve gerekse CHP ve MHP muhalefetinin ırkçı-şoven tavırlarına gereken yanıtları vermekten kaçınmamak gerekiyor. Askeri-sivil bürokratik aygıtın Kürt Ulusal Sorunu’nun çözümüne karşı kilitleme yöntemiyle karşı çıkışındaki ‘derin yapıyı’ görmeden, ‘dış mihraklar’ın planları gibi söylemlerin bizi, Toplumsal İlerleme ve demokratik mücadele saflarından uzaklara attığını artık anlamak gerekiyor. Sosyalistler açısından, her iki halkın dayanışmasını ve mücadelesini zehirleyen ve Evrensellik-Milliyetçilik zemininin ayırıcı özelliği olan bu sorunun çözümündeki alınacak tavırlar, sol’un gerçek anlamda yakın geleceğini belirleyecektir.
Ferruh Erkem
16.09.2009