"Ne Þeriat, Ne Darbe" mi?
30 Ocak 2009 17:19 / 1747 kez okundu!
Bu sloganý kim ortaya atmýþ olursa olsun, ülke gündemini ve sosyalistlerin tavrýný bu derece bulandýracaðýný elbette ki düþünmüþ olamazdý. Ne kadar iyi niyetle olursa olsun, bu slogan yakýn ve uzak tehlikeler arasýnda bir ayrým yapmadan kullanýldýðý için, sosyalistlerin tüm güncel görevlerini ertelemesine, yakýn dönem için politika belirlemesine engel olmakta ve sol'u uygulanan-pompalanan legal-merkezi politikalarýn kuyruðuna takmaktadýr.
Propaganda niteliðinde kullanýlabilecek bir sloganý ajitasyon sloganý olarak kullanmaya baþladýðýmýz taktirde de, gerçeklikten uzaklaþýlmakta ve politik körlüðe yuvarlanýlmaktadýr. Þu anda ülkemizde yaþanan gerçeklik tam da bu noktadadýr bence. Güncel tehlikenin darbe tehlikesi olduðunu beyinlerde saklamanýn en güzel yolu, onu bir baþka tehlike algýsýnýn arkasýna saklayýp adým adým kitle bilincini bulandýrma ve tüm toplumu darbeyi ister hale getirmektir. Hatta yaþanýlan süreç bize, "ister hale getirme"yi býrakýn, giderek o darbenin destekçisi insanlarýn yaratýldýðýný gösteriyor. "Ne yapalým son tahlilde darbeyi de desteklerim", “geçici olarak darbeye katlanabilirim” gibi sözlerin giderek daha fazla iþitilmeye baþlandýðý da bilinen gerçeklerdir. Üzücü olan bu desteðin kendilerine sol diyenlerde de ciddi anlamda destek bulma noktasýnda olduðumuzdur.
Son 4-5 yýldýr, uygulanan "toplumu biçimlendirme" politikalarýyla, adým adým toplumu milliyetçi bir çizgiye doðru sürükleyenler, giderek ýrkçý-linççi bir politikanýn da mimarlarý olmuþtur. Toplum Mühendisliði diyebileceðimiz bu çalýþmalar sayesinde kitlelerde “öteki”ne karþý dýþlayýcý bir algý oluþturulmuþ, bir kývýlcým ile harekete geçmeye hazýr bir kitle psikolojisi oluþturulmuþtur. Birçok ilçede yaþanan Kürt nüfusa karsý eylemsel kalkýþmalar, genel olarak sol güçlere karþý yürütülen, görüldüðü yerde "linç etme" saldýrýlarý, tüm ülkede yürütülen "Türkçüleþtirme" çalýþmalarý, farklý olana karþý düþmanca davranýþlar... Görülen o ki kullanýlabilecek her þeyi kullanarak toplumsal huzursuzluðu arttýrma çabalarý sonuç veriyor. Burada önemli olan, bu politikaya þu veya bu þekilde kapýlan güçlerin dönüp kendilerine bir bakma gereksiniminin ivedi olduðudur. Gerçekten de, belki aðýr olacak ama "kuyruða takýlma ve kullanýlma" gibi bir sorun olduðunu düþünüyorum.
Þeriat tehlikesinin güncel olduðu imajýný bilinçlerde yaratarak, asýl sorun olan, AB sürecinde devletin kýrmýzý çizgilerinin yýkýlmakta olduðu ve bunun "Devletin zinde güçleri tarafýndan" ne bahasýna olursa olsun engellenmesi amacýnýn bu algýnýn ardýna gizlenmesidir. Statükoyu koruma, var olan ayrýcalýklarýn ortadan kalkmasýyla ülke elitlerinin çýkar ve standartlarýnýn bozulmasý, ülkenin bugünü ve yarýný için karar verici ve yönlendirici yetkilerin ellerden alýnarak gerçek temsilin seçilen hükümetlere verilmesi-seçilen hükümetlerin artýk iktidar da olmasý (þimdiye kadar hiç olmadýðý gibi)...Cumhuriyetin kuruluþundan bu yana kendi halkýna hiç güvenmeyen, “ahali”den hep bir tehlike ve yönetilmesi gereken bir sürü görmeye koþullanmýþ ve ülkenin gerçek yönetimini hiçbir zaman elinden kaçýrmak istemeyen bir seçkinci yönetim için pek de kabul edilebilecek geliþmeler deðil bunlar.
Yýllardýr Türkçü bir çizgide, ülkeyi çözümsüz-kronikleþmiþ sorunlarýn kucaðýnda yuvarlayýp buralara kadar getiren bir ekolün, artýk son noktaya gelen macerasýnýn doðal tepkileri bunlar. Hasan Bülent Kahraman’ýn yerinde bir isimlendirmesiyle “Tarihsel Blok”u oluþturan Asker-Bürokrasi ve Aydýn birlikteliðinin Türk Ulusal Kimliði yaratma macerasýyla baþlayan ve ülkeyi gerek var olan, gerekse yaratýlan tehlikelere karþý koruyan (!) ve bu konuda pragmatist bir biçimde bütün yöntemleri mübah gören anlayýþýn artýk sonuna gelindiðini kabul edememe direniþidir yaþanýlanlar.
Ergenekon Operasyonu ile ilgili yaþanan son geliþmeleri de bu çerçevede deðerlendirmek doðru olur. Ulus-devlet’in kurucusu ve yaþatýcýsý olarak kendilerine kutsal bir “misyon” yüklenmiþ olan bir grubun, oluþturduðu blok’u da yönlendirerek ülkenin sonsuz inþaasýný bütün gözü karalýðý ile sürdürmesinin, sonsuz bir “mühendislik” faaliyetine yönelik kendisine roller biçmesinin gelip dayandýðý noktadýr Ergenekon.
Ebetteki bütün bunlarýn yanýnda ülkede bir Ýslamcý gündemi olmadýðýný söylemek de gerçeðin diðer yanýný görmezden gelmektir. Bir þeriat tehlikesinin güncel olmadýðýný söylemek, ülkede islami bir yaþam tarzýnýn yaygýnlaþtýðý (!) bir iklimin olmadýðýný söylemek demek deðildir. Ebetteki ülkede bu yönde bir geliþme var ve bu konuda da duyarlýlýðý elden býrakmamak gerekiyor. Bu geliþme derin devlet mekanizmasýnýn ülkede yarattýðý milliyetçi-darbeci zihniyet yapýsýna karþý olmayý da kapsýyor. Ve bu tehlikeye karþý olmak "Cumhuriyetin kuruluþ ilkelerine sahip çýkarak" deðil, -bunu derin devlet de yapýyor, yakýn tarihte gördüðümüz en büyük cumhuriyetçiler ve Atatürkçüler 12 Eylül’ün generalleriydi, biliyorsunuz- "Demokratik Cumhuriyet"in ilkelerini savunarak yapmak gerekir.
Bu yüzden de günümüzün en doðru sloganýnýn "YA DEMOKRASI, YA DARBE" olmasý gerektiðini düþünüyorum.
Ferruh Erkem
29 Ocak 2009