Fransa’nın laiklik serüveni - Serdar Kaya

09 Ekim 2011 10:32  

 

Fransa’nın laiklik serüveni - Serdar Kaya

Fransız laikliği, 1789’daki büyük ihtilali takip eden uzun yıllar boyunca, ülkenin laikleri ile Katolik Kilisesi arasında yaşanan çatışma ile şekillendi. Bu süre zarfında yaşanan karşılıklı geçici zaferler sonrasında 1905 yılında yürürlüğe giren “kiliseler ile devleti ayırma kanunu” ile Fransız laikliği büyük ölçüde bugünkü şeklini almış oldu.

Devlet-Kilise çatışması

Katolik Kilisesi, ihtilal öncesinde, Fransa’nın sosyal ve siyasi hayatının merkezinde bulunan son derece güçlü bir kurumdu. Kilise vergi topluyor, hastaneleri ve (ilk ve orta dereceli) okulları yönetiyordu. Fransa topraklarının yüzde 10’dan fazlasına sahipti. Her türlü sansür yetkisini elinde bulunduruyordu.

İhtilalden hemen sonra, yeni yönetim, Kilise mülkiyetindeki tüm arazileri kamulaştırdı ve Kilisenin vergi toplama yetkisini elinden aldı.
Yeni kanunlar, Kilise karşıtlığı üzerine bina edildi ve laik bir sosyal hayat, ihtilal öncesi döneme alternatif olarak sunuldu. Katolik inancına göre yasak olan boşanma, yasallaştırıldı. Doğum, ölüm ve evlilik kayıtları Kilisenin kontrolünden çıkarıldı. Dinî anlam ifade eden yer ve cadde isimleri değiştirildi. Gregoryen takvime son verilerek Fransız Cumhuriyet Takvimi kullanılmaya başlandı. Yeni takvimde, sadece yıl içindeki dinî günlere değil, “Pazar” kelimesine dahi yer verilmedi. Dinî tatiller, kilise çanları ve umuma açık yerlerdeki haçlar ortadan kaldırıldı.

Bu çerçevede yaşanan en önemli gelişmelerden biri de, kilise mensuplarının devlet memuru statüsüne alınmalarıydı. Devletin amacı, din adamlarını memurlaştırmak suretiyle kontrol altına almaktı. Dahası, söz konusu kanun, din adamlarına bir de “bağlılık yemini” etme zorunluluğu getiriyordu. Papa ile Fransız devleti arasında bir seçim yapmak durumunda kalan din adamları (ve dolayısıyla da Kilise), yemin edenler ve etmeyenler olmak üzere ikiye bölündü. (Bu bölünme, Fransız devleti bir sonraki papa ile anlaşma sağlayana dek sürdü.) İlgili süreçte, yüzlerce rahip giyotinlerde can verdi.

Kimi dönemlerde değişen konjonktürle birlikte Kilisenin zaman zaman yeniden güçlendiği de oldu. Örneğin, ihtilal, kraliyet makamını lağvetmişti. Ancak 1814 yılında Fransa’yı mağlup eden Avrupalı devletler, Napolyon’a baskıda bulunarak kraliyet ailesinin yeniden Fransa’nın başına geçmesini temin ettiler. Bu dönemde bir tür karşı-devrim yaşandı ve ihtilalden sonra yapılan Kilise karşıtı değişikliklerin çoğu eski haline getirildi. Ancak Kilisenin bu türden zaferleri hep geçici oldu ve 1905 yılında çıkartılan ve halen yürürlükte olan kanun ile Fransız laikliği son şeklini aldı.

Varılan bu son noktada, kiliselere verilen her türlü devlet desteği kesildi. Devlet okullarındaki din dersleri kaldırıldı. Dinî anlam ifade eden her türlü sembol, halka açık olan her yerde (mezarlıklar dâhil) yasaklandı. Önceden de var olan “başkalarını rahatsız etmemek kaydıyla kişilerin inançlarını yaşayabilmeleri” ilkesi korunsa da,
inançlara dair öğe ve pratikler dört duvar arasına hapsedilmiş oldu.

Güncel sorunlar

Fransa, 1960’lı yıllardan sonra, işçi ihtiyacını karşılamak üzere, eski kolonileri olan Fas, Cezayir ve Tunus’tan göçmen kabul etmeye başladı. Göçmenlerin gelişinden sonra, ülkedeki Müslüman azınlığın oranı yüzde 10’a kadar yükseldi. Söz konusu Müslümana ailelerin, çocuklarını başörtüsüyle devlet okullarına göndermek istemeleri, o günlerden bu yana hep sorun oldu. Ancak başörtüsünü hem dinî hem de ataerkil bir sembol olarak gören Fransız yönetimi, bu konudaki tavrından ödün vermedi.

80’li yıllardan itibaren sorunun giderek büyümesi üzerine, 2004 yılında yeni bir kanunla, ilk ve orta dereceli okullarda “başkalarınca kolayca görülebilen” her türlü dinî sembol yasaklandı. (Fransız üniversitelerinde ise bu yönde herhangi bir yasak yok.)

Bu noktada, Fransız laikliğinin dinler karşısında tarafsız olmadığını da belirtmek gerekli. Örneğin, 2004 yılında yürürlüğe giren bu kanun, Musevi kipası, Sikh türbanı ve Müslüman başörtüsünü yasaklarken, Hıristiyan öğrencilere sadece “büyük” haç yasağı getirdi. Aynı şekilde, Fransız devleti (her dinden öğrenci kabul etmeleri şartıyla) Katolik okullarının (öğretmen maaşları da dâhil olmak üzere) bütçelerinin yüzde 80’ini karşılamakta da bir sakınca görmüyor. Bir başka örnek de, (özellikle Lent döneminde) cuma günleri et yemeyen Katolik öğrencilere özel menü hazırlanırken, Müslüman öğrencilerin helal et konusundaki hassasiyetlerinin gözardı ediliyor olması.

Sonsöz

Bu, Fransız tecrübesinin epey kısa bir özetiydi. Bu tecrübenin Türkiye ile paralellikleri, yukarıdaki koyulaştırdığım ifadelerde görülebilir. (Önümüzdeki pazar: ABD)

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0